ÇOCUK HAKLARI: DOĞAL HUKUK VE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Yard. Doç. Dr. Fatih Karaosmanoğlu*
Günümüzde uluslararası sözleşmeler, çocuk haklarını düzenlemekte dolayısıyla ülkeler olarak yaptığımız gelişme ve ilerlemeler bakımından referans alacağımız kriterler ortaya koymaktadır. Diğer yandan küreselleşme beklentilerimizi de etkilemiş, enformasyon teknolojisi de insanların çocuk konuları hakkında bilgi sahibi olmalarını artırmıştır. Diğer yandan dünya medyası da çocuk fakirliği ve mahrumiyetlerini farkına varmamızı sağlamıştır. Bu gelişmelere rağmen zengin ve fakir arasındaki boşluğun arttığını aklımızdan çıkarmamalıyız.
20 Kasım 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin (BMÇHS) kabul edilmesi sonrası ise[1], çocuk haklarına ilişkin politika planlanmasının yapılması ve uygulamaya geçirilmesi küresel amaçlar arasında yer almaya başlamıştır. Öte yandan, uluslararası insan hakları sözleşmelerine taraf olan hükümetler, sözleşme organlarına düzenli olarak rapor vermekte olup, aynısı BMÇHS için de geçerlidir. Buna göre hükümetler, çocuk haklarının uygulamaya geçirilmesine yönelik aldıkları tedbirleri içeren raporu, BM Genel Sekreteri aracılığı ile Çocuk Hakları Komitesine[2] (ÇHK) düzenli olarak sunmak[3] zorundadırlar. Türkiye de, bu sözleşmeyi imzalayıp onaylayarak iç hukukunun bir parçası haline getirmiştir.[4] Ekonomik, politik ve insan hakları konularında Avrupa Birliği[5] Kopenhak Kriterlerine uyum sürecinde bulunan ülkemizin, büyük çoğunluğunu çocuk ve genç nüfusun oluşturduğu göz önünde bulundurulursa, ele alacağımız çocuk ve genç hakları konusunun ne kadar önemli olduğu ortadadır.
Bu makalede, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ilkönce doğal hukuk, daha sonra pozitif hukuk açısından ele alınıp değerlendirilecektir. Bundan sonra ise, BMÇHS ışığında yargısal gelişmeler ve İngiltere örnekleri üzerinde durularak çocuk hakları bakımından ülkemizin bir tablosunu oluşturmaya yardımcı olunacak ve bu sözleşmenin Türkiye bakımından uygulamaya geçirilmesine ışık tutulacaktır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (BMÇHS), pozitif hukuk yanında doğal hukuk açısından da anlamlıdır. Çünkü, bu sözleşmenin düzenlediği ve garanti altına aldığı çocuk hakları, genel olarak insan hakları kavramından ayrılamaz. Bir başka anlatımla, çocuk hakları, yaşam, eğitim, sağlıklı yaşam, kişi güvenliği, adil yargılanma gibi ferdi insan haklarının, özel olarak çocuklar bakımından güvence altına alınmış biçimleridir. Dolayısıyla, burada özellikle doğal hukuk bakımından yapılan insan hakları açıklamaları, çocuk hakları için de geçerli olacaktır. Bunlara geçmeden bir noktayı belirtmeliyiz ki, doğal hukuk anlayışı zaten BMÇHS’nin önsözünde yer almıştır.
Kavram olarak insan hakları, günümüzde bağımsız bir fenomen olarak ele alınmaktadır. Böyle oluşu, özellikle 20 yy. başlarından itibaren insan haklarının uluslararasılaşmaya başlamasının bir sonucudur. Ancak bu durum, tarihin bu diliminde birdenbire ortaya çıkmamıştır. Tarihsel ve felsefi arka planı olan bir konudur. Ortaçağlardan itibaren, özellikle batıda değişik ülkelerde ve değişik insanlar tarafından verilen bir çok mücadeleden sonra gerçekleşmiştir. Bu bağlamda her ne kadar ortaçağda, insanın evrensel, dokunulmaz, devredilemez ve devletten önce gelen temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu düşüncesi kabul edilmiyor olsa da, bu yöndeki çabaların ilk örnekleri, bu çağlarda görülmektedir. Yeni Çağda, insanın doğuştan devredilemez haklara sahip olduğu düşüncesi, ilk kez, siyasi düşünce tarihini ilgilendiren felsefi bir tartışma konusu olmaktan çıkarak, devletin anayasal ve hukuk düzenini ilgilendiren bir konu olarak siyasi mücadele alanına girmiştir. Bu dönemde, mutlak egemen devlet anlayışı zayıflamış, kişiler ve sınıflar arasındaki dengesizlik ve eşitsizlikler giderilmeye çalışılmış ve insan hakları anayasalarda yer alan haklar olarak pozitif hukuk alanına girmiştir.
Doğal hukuk anlayışı aynı zamanda, toplumsal sözleşme öğretilerine de kaynaklık yapmıştır. Bu öğretiler, temelde insan haklarının güvence altına alınması amacıyla devlet otoritesinin kısıtlanmasını öngören yaklaşımlardır. Thomas Hobbes (1588-1679), John Locke (1632-1704) ve J.J. Rousseau’nun (1712-1778) ortaya koyduğu toplum sözleşmesi öğretilerinin tümünde, devletin görev alanına ilişkin ortak olan yön, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanarak onu dış tehlikelere karşı savunmakla sınırlandırılmış olmasıdır. Ancak ortak olan bu konular dışında, bireyler tarafından devlete terk edilen hak ve özgürlüklerin nitelik ve kapsamı açısından, öğretiler arasında farklılıklar bulunmaktadır.[6]
1215 tarihli İngiliz Büyük Şartı’nın (Magna Charta Libertatum) 39. maddesine göre, İngiltere Kralı şunları vaat ediyordu: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak veya hapsedilmeyecek veya mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak veya kanun dışı ilan edilmeyecek veya sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır ve ona karşı gitmeyeceğiz ve kimseyi ona karşı göndermeyeceğiz”. Şartta, bu gibi haklar tanınmışsa da bunları uygulamada etkin bir şekilde gerçekleştirebilecek mekanizmalar kurulamamıştır. Buna rağmen, Magna Charta, kralın yetkilerini kısıtlayan ve kişi hak ve özgürlüklerinin sınırlarını genişleten ilk adım olarak insan hakları alanında ilk ve en önemli belge olarak kabul edilmektedir.
1689’da bir iç savaş sonucu, İngiltere’de parlamenter demokrasinin temellerini kurmak amacıyla Temel Haklar Bildirisi (Bill of Rights) adıyla anılan bir belge hazırlandı. Bu Bildiri, kralın keyfi yetkilerinin kaldırıldığını ve halkın tümüne özgürlük ve seçim haklarının tanındığını ve garanti altına alındığını ilan etmenin yanında, herkesin kanun önünde eşitliği ilkesini, bir jüri önünde yargılanma hakkını, ayrıca insanlık dışı davranışlar ile aşırı para cezası ve kefaletin yasaklandığını da içermekteydi.
12 Haziran 1776 tarihli Virginia Haklar Bildirisi ile 4 Temmuz 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nde, insanların eşit yaratıldığı; Yaratıcı tarafından kendilerine ayrılmaz bazı haklar verildiği; bunlar arasında yaşama hakkı, özgürlük ve mutluluğunu arama haklarının olduğu ifade edilmiştir. Devletin görevi, kişilerin bu hak ve özgürlüklerini güvence altına almak ve bunların gerçekleşmesine elverişli ortamı hazırlamaktır. Bağımsızlık Bildirisinde, yaşama hakkına özel bir önem verilerek, bu hakkın evrensel bir değeri olduğu ve milletlerarası hukuk ve münferit devletlerin milli hukuklarından bağımsız olduğu belirtilmiştir. Bu hak, hukuktan önce gelir ve birincil hukuk olarak ona üstündür.
1789 tarihli Fransız İhtilali, insan hakları alanında yeni çığırlar açmıştır. 1791 tarihli Fransız Anayasasında, insan hakları alanındaki bilgisizlik, ilgisizlik, unutkanlık ve insan haklarına saygısızlığın, bütün talihsizliklerin ve hükümetlerin başarısızlıklarının başlıca nedenleri olduğu vurgulanmıştır. Anayasanın giriş bölümünde, insanların doğuştan eşit haklara sahip olarak doğduğu ve öyle de kalacakları ve insanlar arasındaki farklılıkları, ancak onların topluma yaptıkları katkının haklı kılabileceği belirtilmiştir.
Bununla beraber, her ne kadar on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda kişisel özgürlükler ve insan hakları alanlarında küçümsenmeyecek ilerlemeler kaydedilmiş ve on dokuzuncu yüzyılda bu konularda yeni fikirler dünyanın bir çok yöresinde yavaş yavaş yayılmaya başlamış ise de, insan haklarının uluslararası bir boyuta ulaşması, yukarıda da bahsedildiği gibi, II. Dünya Savaşından sonra güç kazanmıştır.[7]
Günümüzde modern insan hakları yaklaşımı ile insan hakları felsefesinin temelinde doğal hukuk anlayışı vardır. Buna göre, temel hak ve özgürlükler, devletin bir lütfu olmayıp, doğuştan gelen, vazgeçilemez ve devredilemez niteliktedir. Dolayısıyla, insanlar, zaman ve mekana bağlı olmaksızın bütün çağlar boyu geçerli olmak üzere, değişmeyen, evrensel nitelikteki haklara sahiptir. Doğal hukuk kavramı yazılı bir kurallar dizisi değildir. Doğal hukuk bilinci insanda, tedrici olarak yerleşmiştir. Bu kavramın ortaya çıkardığı doğal haklar, yazılı hukuktan önce gelen ve ondan üstün olan, insanın doğuştan sahip olduğu haklardır. Bu haklar insana devlet tarafından bağışlanmamış, aksine, devlet, kendisinden önce de varolan bu hakları tanıyarak, evrensel bir şekilde geçerli sayılması için gerekli önlemleri almakla görevlidir. Hiçbir sosyal ihtiyaç veya gerekçe, geçici bir süre için de olsa, doğal hakları yok saymayı ve uygulamadan kaçınmayı haklı gösteremez. Ayrıca, insan haklarına günümüzdeki klasik sınıflandırma açısından bakarsak, kişisel ve siyasi haklar, hem iç hukuk ve hem de uluslararası hukukta dava konusu yapılabilirken, ekonomik ve sosyal haklar, birey bakımından sadece talep hakkı doğurmaktadır. Daha somut ifade edilecek olursa, örneğin, ifade özgürlüğü ihlal edildiği gerekçesi ile bireysel başvuru hakkı kullanılıp Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapılabilirken, adil ve eşit ücret hakkı ve insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma haklarının ihlal edildiği gerekçesi ile böyle bir başvuru yapılamaz. Dolayısıyla, bir kamu görevlisinin asgari ücretten maaş aldığı veya az maaş aldığı gerekçesiyle bunun adil ücret hakkına veya insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma hakkına aykırılığını ileri sürerek, bireysel başvuru yolu ile uluslararası yargı organlarına müracaat etmesi düşünülemez. Ancak bu anlayış değişmez değildir.
Doğal hukuk anlayışları bakımından doktrinde karşımıza bazı sorular çıkmaktadır. Bunlardan birisi, temel hak ve özgürlükler içinde en temel veya asli hak ya da haklar acaba hangisidir? Bu soru, bir ülkede insan haklarının iyileştirilmesinde, temel haklardan bazılarına öncelik verilip verilmemesi, verilecekse, acaba hangi hak veya haklara öncelik verilmelidir sorunu ile alakalıdır. Bu noktada farklı görüşler ileri sürülmektedir. örnek olarak, Vincent, bireylerin yaşam hakkını model olarak önermektedir[8]. Fakat, bana göre, bu şekilde konuya yaklaşmak isabetli değildir. çünkü, "yaşam hakkı en temel haktır, dolayısıyla, öncelikle bu hakkın garanti altına alınması için mücadele verilmelidir" düşüncesi, bir varlık olarak insanı basit ve tek boyutlu olarak algılamanın bir sonucudur. Halbuki insan, kompleks yapıya sahip bir varlıktır: Fiziksel değerlere sahip olmasının yanında aynı zamanda akıl ve inanç gibi metafizik boyutlu değerlere de sahiptir.
Bu makalenin yazarı, bir insanın sahip olduğu ve üst-değerler niteliğindeki ‘can’, ‘akıl’, ‘nesil’, ‘inanç’, ‘mal’ değerlerini göz önünde bulundurup bunların baş harflerinden oluşan ‘canim’ kelimesini kullanarak, çağdaş insan hakları anlayışında, CANİM modelini önermektedir. Buna göre, tanım olarak insan hakları; hukuksal çerçevede korunum ve gelişim altında olan insan değerleridir. Hukuk sistemlerinde yer alan bütün insan hakları, nihai olarak, insanların sahip olduğu bu üst-değerlerin korunumu ve gelişimini amaçlar/amaçlamalıdır. İnsan haklarının ise; yaşam hakkı, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, mülkiyet hakkı, adil ücret hakkı, işkenceye tabi olmama hakkı, örgütlenme hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, vs. çeşitleri vardır. Bir insan hakkı, özde, insanın doğrudan bir üst-değerini/değerlerini veya bunların versiyonları olan alt-değerini/değerlerini korumayı hedefler. Örnek verecek olursak, ifade özgürlüğü; insanın, alt-değer olarak düşüncesini ‘ifade’ edebilmesini, üst-değer olarak insanın ‘aklını’ korumaktadır. Temelde, insanın beş üst-değerini koruma ve gelişme altında tutan insan hakları, kümülatif ve simultane bir şekilde uygulanmalıdır. Bir başka anlatımla, insan, sahip olduğu bu değerlerinin bir bütün halinde korunması ve gelişmesiyle, gerçek insan olma kimliğine kavuşur.
Bu modele göre; asli hak değil, asli haklardan bahsedilebilmekle birlikte, gerçekte, "asli haklar"(basic rights) ve "temel haklar" (fundamental rights) ayrımı da isabetsiz bir yaklaşımdır. Gerçi, Shue, Basic Rights isimli eserinde, üç haktan bahsederek, kişi güvenliği (security), asgari geçim (subsistence), özgürlük (liberty) haklarını asli haklar olarak nitelendirmektedir[9]. Fakat, bu üç asli hak, insanın beş üst değerini tam kapsayıcı mahiyette değildir. Yeterli olup olmaması ayrı bir konu olmakla birlikte, insanın bu değerlerinin hukuksal korunumu ve geliştirilmesi, ulusal ve uluslararası insan hakları enstrümanları ile olmaktadır.
Temelde insan üst değerlerinin korunumunu amaçlayan insan haklarının geliştirilmesinde, medeni ve siyasal haklar ile ekonomik ve sosyal hakların bir arada ele alınması gerekmektedir. Bu açıdan her iki hak kategorilerin izdüşümlerini barındıran çocuk haklarının korunmasında, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Devlet, çocuk hakları ile ilişkili sözleşme normlarına uymalı ve çocuklar haklarını ihlal yapanlardan korunmalıdır. Çocuk haklarını realize etmek bakımından gerekli pozitif tedbirler alınmalıdır. İnsan haklarının korunumu kavramı aynı zamanda devletin, devlet dışı aktörler tarafından hakların ihlal edilmesini engelleme yükümlülüğünü içerdiğinden devlet, devlet dışı aktörler tarafından çocuk haklarının ihlalini önlemelidir.
Çocuklarla ilgili alınacak her türlü karar ve uygulamada, çocuk için en iyi/doğru olanı ve çocuğun yüksek yararının gözetilmesini esas alan BMÇHS, daha önce vurgulandığı gibi, Türkiye tarafından imzalanıp onaylanmıştır. Bu sözleşmeyi BM ülkeleri aşağıda belirtilen hususları göz önüne alarak imzalamıştır.
çocukların, kişilik bakımından tam ve uyumlu gelişmeleri ve esenlikleri ile tabii ortam olan ailenin toplum içinde kendisinden beklenen sorumlulukları tam olarak yerine getirebilmesi için, gerekli koruma ve yardımı görmesi zorunludur. çocuklar, doğum sonrasında olduğu kadar, doğum öncesinde de uygun yasal korumayı da içeren özel koruma ihtiyacı içindedir. çocukların, mutluluk, sevgi ve anlayış havası içindeki bir aile ortamında yetişmesi gereklidir. Bu sözleşme, 18 yaşına kadar her insanı çocuk kabul etmekte ve haklarına ilişkin belli başlı aşağıdaki şu hükümlere yer vermektedir.
Taraf Devletler:
*çocuğun ana-babasının, vasilerinin, ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.[10]
*çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.[11]
*çocuğun yaşam hakkına sahip olduğunu[12] ve hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami gayreti gösterirler.[13]
*çocuk, doğum sonrası hemen nüfusa kaydedilme ve bir isim, vatandaşlık kazanma ve ana-babasını bilme ve onlar tarafından bakılma haklarına sahip olup[14] bu konuda yasa dışı müdahalelerde bulunmayacaklardır[15].
*çocukların yasa dışı yollarla ülke dışına çıkarılıp geri döndürülmemesi halleriyle mücadele için her türlü tedbiri alırlar[16].
*Görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını [17], düşüncesini özgürce açıklama hakkını[18], düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkını[19], toplanma ve dernek kurma hakkını[20] tanırlar.
*Söz konusu hakların sınırlandırılması, ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu sağlığı ve ahlaken korunması ve başkalarının temel hak ve özgürlüklerini koruma gerekçeleri ile yapılabilir. çocuğun toplumsal, ruhsal ve ahlaki esenliği ile bedensel ve zihinsel sağlığını geliştirmeye yönelik çeşitli ulusal ve uluslararası kaynaklardan bilgi ve belge edinmesini sağlarlar[21].
*Bu sözleşmede belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için ana-baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar[22].
Ayrıca, BMçHS'ne taraf olan devletler:
*çalışan anne-baba ve çocukların, çocuk bakım hizmet ve tesislerinden yararlanma hakkını sağlamak için uygun tedbirleri alır[23].
*Zihinsel ya da bedensel özürlü çocukların saygınlıklarını güvence altına alan özgüvenlerini geliştiren ve toplumsal yaşama etkin bir biçimde katılmalarını kolaylaştıran şartlar altında eksiksiz yaşama sahip olmalarını kabul ederler[24].
*çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Bu çerçevede, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi, anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması ile çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı gibi konularda temel bilgileri elde etme ve bilgileri kullanmada yardımcı olma amaçları ile uygun tedbirleri alırlar[25].
*Fırsat eşitliği temelinde çocukların eğitim hakkını kabul ederler[26].
*çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlencede bulunma ile kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar[27].
*çocuğun ekonomik sömürüye, her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler. çocukların uyuşturucu maddelerin yasadışı kullanımına karşı korunması amacıyla her çeşit yasal sosyal eğitimsel tedbirleri alır[28].
*Kendilerine danışılma ve kendilerine sunulan hizmetler hakkında görüşlerini belirtme hakkına sahiptir.[29] Burada belirtelim ki, çocuklara danışmanın değerini ortaya koyan araştırmalara rastlanmaktadır.[30]
Taraf devletlerin bu sözleşmede belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmede kaydettikleri ilerlemeleri incelemek amacıyla bir çocuk Hakları Komitesi kurulmuştur. 10 kişiden oluşan Komite, taraf devletlerce gösterilen kişiler listesinden gizli oyla 4 yıllığına seçilir. Komite, BMçHS gereği, yürürlüğe giriş tarihinden itibaren 2, daha sonra 5 yılda bir taraf devletler tarafından BM Genel Sekreterliği aracılığı ile kendisine sunulan raporları inceler. Komite, gerekirse taraf devletlerden BMçHS'nin uygulanmasına ilişkin ek bilgi talebinde de bulunur. 2 yılda bir Ekonomik ve Sosyal Konsey aracılığı ile Genel Kurula faaliyetleri hakkında bilgi verir[31].
Anayasamız bakımından usulüne uygun yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde olup iç hukukumuzun bir parçası haline gelmektedirler. Özellikle bu nitelikteki sözleşmelerin dolayısıyla Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin (BMÇHS) uygulanması büyük önem arz etmektedir. BMÇHS’nin uygulamaya geçirilmesinde, mevzuat hükümlerinin uluslararası standartlara uygun olarak düzenlenmesi tek başına yeterli olmamakla birlikte ön şart olarak gereklidir. Çocuk hakları, BMÇHS’nin Türkiye tarafından onaylanması ile normatif bir güvenceye alınmıştır. Öte yandan, genel olarak medeni ve siyasi haklar ile ekonomik ve sosyal hakları güvence altına alan anayasal ve yasal düzenlemeler de vardır. Bunlar arasında, 1982 Anayasasının 41. Maddesi, aile ve çocuğun korunmasına özel vurgu yapan bir maddedir. Polis Vazife ve Salahiyet Yasasının 1. Maddesinde de: "Polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatını temin eder. Yardım isteyenlerle yardıma muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eder. Kanun ve nizamların kendisine verdiği vazifeleri yapar" hükmü ifade edilmektedir.[32] Fakat bu düzenlemelerden detaylı olarak bahsedilmeyecektir.
‘Güvenlik Birimine Gelen Çocuk ve Gençlerle ilgili İstatistik Formu’ Ocak 1997 Alan Uygulaması Sonuçlarına[33] göre; güvenlik birimlerine gelen (toplam 3891) çocuk ve gençlerin %64’ü bir suç isnadı ile güvenlik birimlerine gelirken, %36’sı mağdur olma, kayıp, buluntu, evden kaçma ve terk edilme gibi diğer nedenlerden dolayı güvenlik birimlerine gelmektedirler. Bir suç isnadı ile güvenlik birimlerine gelen çocuk ve gençlerin yaklaşık %42’si mala karşı işlenen suç (hırsızlık, oto hırsızlığı, otoda hırsızlık, yankesicilik) isnadı ile gelirken, yaklaşık %25’i darp ve yaralama suç isnatları ile gelmektedir. %33‘ü ise meskene saldırı, fuhuş, cebren ırza geçme, yaralamalı trafik kazası, ehliyetsiz oto kullanma, tehdit gibi diğer suç isnatları ile gelmektedir. Dolayısıyla Bir suç isnadı ile güvenlik birimlerine gelen çocuk ve gençlerin %67’si hırsızlık veya darp/yaralama suç isnadı ile gelmektedir. Diğer yandan, bu suç isnatları ile gelen çocuk ve gençlerin yarıdan fazlası (% 55), 12-18 yaş grubu arasında olmaktadır. Aynı sonuçlara göre, iller bazında da bu konuda paralellik görülmektedir. [34]
Bu bulgulara göre, güvenlik birimlerine gelen çocuk ve gençlerin önemli çoğunluğunun bir suç isnadı ile gelmiş olmaları ve çocuk suçluluğu, ekonomik, sosyo-kültürel, dinsel, politik bir çok nedenle açıklanabilir. Ancak, bu durum her şeyden önce, ülkemizde çocuk ve genç haklarının uygulamaya geçirilmesinde önemli boyutta sorunların var olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bulgular, en başta çocuk ve gençlerin eğitim haklarının geliştirilmeye ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Çocuk ve gençlerin eğitim haklarının geliştirilmesindeki başarısızlık ise, insanların en başta mülkiyet, yaşam ve kişi güvenliği gibi haklarına tehdit demektir. Halbuki temel hedef, insan haklarını realize etmek olmalıdır. Çünkü, çocuk ve genç hakları da dahil bütün insan haklarının korunumu ve geliştirilmesi, toplumsal huzur ve barışın sağlanmasında anahtar role sahiptir. Öte yandan, aile içi demokratikleşme de dahil toplumsal demokratikleşme bakımından vazgeçilmez bir adımdır.
Çocuk Haklarının Korunmasına Yönelik Emniyet Teşkilatında Çalışmalar
BMÇHS uyarınca taraf devletler, sözleşmede tanınan hakların uygulanması amacıyla gereken her çeşit yasal, yönetsel ve diğer önlemleri alacaktır.[35] Bu amir hüküm, bir yanda çocukla ilgili faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlar bünyesinde, gerekirse uzmanlık birimleri oluşturulmasını, diğer yanda personelin özel eğitim almış ve konusunda uzman olmasını gerektirmektedir.
Demokratik ülkelerde, güvenlik güçleri, insan haklarının korunup geliştirilmesinde önemli fonksiyona sahiptir. Bu nedenle, emniyet teşkilatımız da kişilerin can, mal ve namus ve emniyetlerinin güvence altına alınması ve genel güvenliğin sağlanması sorumluluğuna sahip bir teşkilat olarak yapılanmıştır. Öte yandan, emniyet teşkilatımızın, tüm bireylerin kötü alışkanlıklardan uzaklaştırılması, tehlikelerden korunması ve yardıma muhtaçlara yardım etme bakımından görevi vardır. Dolayısıyla, farklı kurum ve kuruluşların işbirliğini gerektirmekle birlikte, çocukların korunup geliştirilmesi ve haklarının güvencesinin sağlanmasında, emniyet teşkilatımızın önemli bir misyonu olmalıdır. Bu çerçevede, emniyet teşkilatında iki adım atılmıştır.
Birinci adım, 2001 yılında çocuk polisi birimleri kurulmasını öngören çocuk polisi yönetmeliği çıkarılmıştır[36]. Bu yönetmelik, 1990’lı yıllardan yönetmelik çıkış tarihine kadar çalışmalarını yürüten Küçükleri Koruma Şube Müdürlüğü/Büro Amirlikleri yerine, çocuk polisi birimleri olarak Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirlikleri kurulmasını öngörmektedir.[37] Çocuk polisi ve birimlerinin kuruluş felsefesi ise, ilke olarak BMÇHS’de garanti altına alınan hakları ile birlikte çocukların korunmasında daha fonksiyonel görevler yapmadır. Bu çocuk polisi yönetmeliği, BMÇHS kriterleri esas alınarak hazırlanmıştır.
İkinci adım olarak, çocuk bakım üniteleri kurulmuştur.[38] Bu üniteler; korunmaya muhtaç olan, ihmal ve istismara maruz kalan, bulunan, evden veya kurumdan kaçan, mülteci, refakatsiz, sokakta yaşayan, sokakta çalıştırılan, oturduğu yeri haber vermekten aciz, suça maruz kalan, kimliği tespit edilemeyen çocukların, ailelerine veya ilgili bir kurum yada kuruluşa teslim edilinceye kadar, geçici olarak yemek, bakım, temizlik, oyun gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuştur.
Burada, çocuk polisi ve birimleri hakkında bilgi verilecektir. Bunların kurulmasında temel amaç; çocuklar konusundaki tüm adli-idari işlemlerin çocuk polisi tarafından yerine getirilmesidir. Temel amaca uygun olarak, bu yönetmelikle çocuk şube müdürlükleri; idari, sosyal hizmet, suç önleme, kayıp çocuklar ve adli işlemler büro/kısım amirliklerinden oluşturulmuştur. Dolayısıyla çocuk polisi, çocukların cinsel yönden ihmal ve istismarı ile de ilgilenmektedir. Örnek olarak, yakın zamanda Bursa’da uluslararası boyutta Landmark operasyonu gerçekleştirilmiştir.
Çocuk polisi ve birimleri, şu temel ilke ve anlayışlarla hareket etmelidir:
Birincisi, çocuk polislerinin[39], çocuk polisliği konusunda uzmanlaşmış, sürekli hizmet içi eğitim alan ve sosyal hizmet uzmanı, pedagog, psikolog, çocuk gelişimcisi sosyal çalışmacılarla destekli polisler olması hedeflenmelidir.
Nitekim, uygulamada çocuk polisi birimlerinde sosyal çalışmacılar, çocukla bir mülakat yaparak, çocukla ilgili bir sosyal inceleme raporu hazırlamaktadır. Bu rapor; kimlik bilgileri, bireysel özellikler ve kişilik yapısı, aile özellikleri ve ilişkileri, arkadaş çevresi ve okul durumu, içinde yetiştiği ve bulunduğu koşullar ve sorunları, polise intikal eden eyleminin nitelikleri gibi konularda değerlendirme, sonuç ve öneriler içermektedir. Diğer yandan çocuk polisine hizmet içi eğitimler verilmektedir. [40]
İkincisi, çocuk polisi, ‘çocuğun ve polisin birbirini anlayacağı’ anlayışla hareket etmelidir. Uygulamada ise, ‘çocuğun polisi değil, polisin çocuğu anlayacağı’ anlayış benimsenmiştir.[41]
Üçüncüsü, çocuk polisi, çocuk sorunlarının çözümünde tek bir kurumun yetersizliğini düşünerek, kurumlar arası işbirliğine önem veren bir anlayışa sahip olmalıdır. Bu nedenle, yönetmelik hazırlığı dahil bu güne kadar yürütülen çalışmalarda diğer bakanlıklar, üniversiteler, barolar ve sivil kuruluşların temsilcileri ile işbirliği içerisinde çalışmalar yapılması esas alınmıştır.
Dördüncüsü, çocuk polisi ve birimleri, çocuğun taraf olduğu adli ve idari tüm sorunların çözümüne ilişkin görevleri, diğer temel uluslararası insan hakları enstrümanları yanında, BMÇHS’ne uygun olarak yerine getirmelidir.
Beşincisi, çocuğun yürütülen işlemlerden olumsuz yönde etkilenmemesine özen gösterilmelidir.
Nitekim uygulamada da yürütülen işlemlerde gizlilik esas alınmaktadır. Ayrıca, çocuğun gelişimine olumsuz etki yapmaması açısından çocuk polisleri sivil olarak görev yapmaktadır. Diğer yandan, suç şüphesi altında bulunan çocuklara kesinlikle kelepçe takılmama esası benimsenmiştir. Bu durumlar, Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliğinde açıkça düzenlenmiştir. [42]
Yeni Gelişmeler: Çocuk Haklarına İlişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları ve İngiltere Örnekleri
Bu kısımda çocuk haklarının korunumu ve gelişimi bakımından bazı yargısal gelişmelerden bahsedilecektir. Bu gelişmeler, özel ve aile yaşamı, kişi özgürlüğü ve güvenliği ile işkence ve kötü muameleye maruz kalmama hakları ilgilidir. Ancak bunlara geçmeden burada genel olarak çocuk haklarının korunumu bakımından önemli olan Villagran-Morales davasından bahsedilecektir.[43] Amerikan İnsan Hakları mahkemesi tarafından verilen ve Sokak Çocukları (street children) davası olarak ta bilinen bu davada Mahkeme, çocuk haklarının korunumuna ilişkin bölgesel yükümlülüğün (Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi m.19), BMÇHS ışığında yorumlanması gerektiğine karar vermiştir.[44] Bu karar, BMÇHS’nin konumunu belirleme bakımından önemlidir. Şimdi spesifik çocuk hakları ile ilişkili gelişmelerden bahsedelim.
Özel ve Aile Yaşamına Saygı Hakkı
K ve T v. Finlandiya davasında (2001) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına göre, Bir bebeğin, annesinin iradesi dışında fiziksel olarak anne bakımından uzaklaştırılmasının haklı olabilmesi için, hemen doğum sonrası bunun zaruri nedenlerinin ortaya konması gerekmektedir. Aksi takdirde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin güvence altına aldığı özel ve aile yaşamına saygı hakkı (md.8) ile etkili hukuki yola başvurma hakkı (md.13) ihlal edilmiş olacaktır. Nitekim bu davada, düzenli olarak hastaneye giden zihinsel özürlü annenin yeni bebeğinin, zaruri nedenler ortaya konmaksızın annesinin fiziksel bakımından uzaklaştırılması ve bir bakım yerine konulmasının Sözleşmeye aykırı olduğuna karar vermiştir. Hatta bu davada, annenin fiziksel bakımından uzaklaştırılma kararı ve bir yere yerleştirilmesi kararı sonrası, bu durum anne ve babaya bildirilmiş ve hatta anne hastanede kalırken baba bebeğine iyi bakım yapmıştır.[45]
Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği hakkı
Çocuk hukuku bakımından eleştirilen 1998 tarihli İnsan Hakları Yasasının[46],çocuk bakım planlarının yaşama geçirilmesi ile ilgili 1989 tarihli Çocuk Kanunu ile uyumsuz olduğu ileri sürülmüştür.[47] Ancak, cezalandırma değil koruyucu nedenlerden dolayı çocukların tutulmasına izin veren söz konusu Çocuk Kanununun, AİHS’e uyumlu olmadığı söylenemeyecektir. Çünkü, AİHM, Koniarska v.UK davasında (Ekim 2000), İngiliz mahkemesi tarafından verilen güvenli kalma yeri kararının, AİHS 5. Maddesinin izin verdiği ‘küçüklerin eğitimlerinin izlenmesi’ amaçlı tutulmasını oluşturduğu kararına varmıştır.[48]
İşkence ve Kötü Muameleye Maruz Kalmama Hakkı
A v.UK (1998) (Human rights: Punishment of Child) davasında İngiliz Hükümeti, AİHS m.3’te garanti altına alınan hakların ihlallerine karşı çocukların yeterli korunumu bakımından iç hukukun halihazırda başarısız olduğunu kabul etmiş ve bunun değiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, İngiliz hükümeti aleyhine karara varırken, çocukların legal korunmasının yetersizliğini vurgulamıştır. Daha sonra çıkarılan bir kanun ile (School Standards and Framework Act 1998) okullarda fiziksel ceza nihai olarak yasaklanmıştır.[49]
İngiliz ceza hukuku, normal ve makul (moderate and reasonable) olduğu sürece ailelerin, bir disiplin biçimi olarak fiziksel ceza verme hakkını korumaktadır.[50] Türk Ceza Kanununda da ailelerin terbiye hakkının kötüye kullanılmasının tecziyeye matuf olduğu düzenlenmiştir.[51] Ancak, her iki hukuk sisteminde de, hangi durumlarda bu hakkın kullanılacağı veya sınırlandırılacağına ilişkin bir düzenleme getirilmemektedir. Diğer yandan, 1995 yılında BMÇHK de, makul ceza olarak (reasonable chastisement) ailelerin fiziksel ceza uygulayabileceğini belirtmiştir. Aslında sübjektif yorum riski taşımalarından dolayı her iki hukuk sistemi ve komite prensibi, BMÇHS hükümlerine aykırılık oluşturmaktadırlar.
Z ve Diğerleri v.UK davasında (10.05.2001) ise AİHM, anne-babalarının kötü muamelelerinden muzdarip olan dolayısıyla ciddi ihmal ve kötü muameleye maruz kalmış başvurucular (çocuklar) konusunda, gerekli tedbirleri almayan yerel yönetimin (bedfordshire) başarısızlığı iddiasını haklı bularak, insanlık dışı muameleye maruz kalmama hakkına (AİHS m.3) aykırılığın var olduğuna karar vermiştir. Ayrıca bu davada, kanuni yollara başvurma hakkına aykırılığın var olduğuna karar verilmiştir. Çünkü başvurucular, uğradıkları ihmali zararları karşılayacak adli müracaat yollarına sahip değildir. Halbuki mağdurlar, yetkilileri ve organları icrai ve ihmali eylemlerinden sorumlu tutacak mekanizmalara sahip olmalıdırlar. İki çocuğun zarara uğramasından dolayı devlet, 132,000 ve 112, 000 sterling tazminata mahkum edilmiştir.[52]
Bu arada hemen bildirelim ki, İngiltere ve Galler’de, çocuk bakım kanunu hakkında gelişmeler oluyor. Bunlardan birincisi, Galler’de evlerden ayrı yerde bakılan çocukların kötü muamele yapılmasını içeren rapor (waterhouse raporu)[53] sonrası, Birleşik Krallık Hükümeti Galler için çocuk komiseri, İngiltere için çocuk hakları direktörü yasası çıkarmıştır. Çocuk komiseri, şikayet mekanizmalarından sorumlu olan ve yöneten bağımsız kişi olurken, çocuk hakları direktörü, bir memur kişi olup şikayetlerden sorumlu olup olmayacağı belli değildir. Böyle olunca İngiltere hükümetinin, waterhouse raporu ışığında BMÇHS m. 37’yi yerine getirmede başarısız olduğu ileri sürülmektedir. Çünkü, Çocuk Hakları Direktörü, hem bağımsız değildir hem de fonksiyonunda belirsizlik vardır. Şunun yapılması ileri sürülmektedir: Direktör, şikayetlere bakma ve izleme rolüne sahip olmalıdır.[54]
Gelişim ve Sağlıklı Yaşam Hakkı ile Anne ve Baba Sorumluluğu
İngiltere’de 1998 tarihli Suç ve Şiddet Kanunu (Crime and Disorder Act) da, Mahkemelerin, suç işleyen ve anti-sosyal davranışlarda bulunan çocukların denetim ve gözetiminde başarısız ailelerin, anne ve babalık kurslarına zorunlu katılımını emreden kararlar verebileceğini (parenting orders) düzenlemektedir. Bundan amaç, yetersiz ailelerin bu kurslara katılımını sağlayarak çocukların daha etkili bir biçimde nasıl disipline edebileceklerini öğretmektir. Bu tür bir düzenleme, İngiltere’de bu kanun çıkmadan önce suçun nedenleri üzerine yapılan bir araştırmanın şu bulgusuna dayanmaktadır: suçluluğu açıklamada en önemli tek faktör, anne ve baba denetimi dahil çocuk ve gençlerin ev yaşamı kalitesidir. Bu da şunu gösteriyor: aileler suçun işlenmesinden doğrudan sorumlu tutulamasalar bile, çocukların bakım ve kontrolünden sorumlu olması gerekmektedir.[55]
Böyle bir anlayış ve düzenleme, Türkiye’de Bakanlar kurulunda tasarısı imzaya açılan Aile Mahkemelerinin Kurulması Yasasında[56] yer almalı ve mutlaka anne babalık kurslarına zorunlu katılımı öngören yetki, kurulacak aile mahkemelerine verilmelidir.
BMçHS m. 6 'ya göre, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için taraf devletlerin, azami çaba göstermesi gerekmektedir. Bu madde, çocuğun sağlıklı yaşam hakkına ilişkindir. İngiltere'de çocuk doğduktan sonra, öğretmen olarak adlandırılan sağlık kuruluşunda görevli bir kişi (health visitor), öğrenci (student) olarak adlandırılan yeni doğan çocuğun kaldığı evlere periyodik ziyaretler yapıp, yetişme ortamı, gelişim, gıda alımı vs. konularda anne-babaya önerilerde bulunuyor. Yine bir ailenin, ihtiyaç duyduğu her türlü bilgiye her an hızlı bir şekilde ulaşabileceği kurumlar var. Ayrıca, çocuk parkları da çocukların oynarken düşmeleri durumunda sakatlanma ve yaralanmalarını minimize edecek bir şekilde dizayn edilmektedir. örneğin, park yerleri asfalt ve beton dökülerek değil çok elastiki ve yumuşak bir biçimde inşa edilmektedir. Bir ülkede böyle bir anlayışın var olması, çocuğun başta yaşam, sağlıklı yaşam, gelişim ve ile diğer haklarını koruyup geliştirici olduğu açıktır. Türkiye'nin de, zaman kaybetmeden, aileyi geliştirici kurumsallaşma ve yapısal değişiklik yapmaya ve bu alanda resmi veya sivil teşebbüs programlarını teşvik etmeye ihtiyacı vardır.
Diğer taraftan Yargıtay, çocuğun gelişim hakkı bakımından da önemli olan bir kararında çocuklar hakkında açılan davaların, şikayetten vazgeçmeyle ortadan kaldırılmasını yasaya aykırı bulup, davaya devam edilerek beraata veya ceza tertibine yer olmadığına karar verilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Olay şöyle gelişmiştir: Akhisar Sulh Ceza Mahkemesi, çocuğun yargılandığı bir davayı şikayetçinin şikayetinden vazgeçmesi üzerine ortadan kaldırır. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, davanın temyiz incelemesini yaparken yerel mahkemenin kararını, takibi şikayete bağlı suçların yapılan yargılamalarında müştekinin şikayetinden vazgeçmesinin, Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulü Yasasına aykırı olacağı gerekçesi ile bozar. 10. Ceza Dairesi, gerekçesinde, söz konusu kanunun amacının, çocuk suçluluğunu önleme, suçlu çocukların suçun işlenmesinden sonraki durumlarının izlenmesi suretiyle ıslaha yönelik tedbirlerin alınmasını sağlama ve onları topluma kazandırma olduğuna dikkat çeker. Duruşmaya devam edilmesi gerektiği belirtilen gerekçede, suçun sabit olmaması durumunda beraata, sabit olması halinde ceza tertibine yer olmadığına ve gerektiğinde tedbir uygulamasına karar verilmesi gerektiğini belirtir.
Doğal hukuk ve pozitif hukuk bakımından anlamlı olan ve Villagran-Morales davasında verilen kararın ortaya koyduğu gibi, BMÇHS, çocuk haklarının korunumu ve gelişiminde önceliği olan bir uluslararası sözleşmedir. Bu sözleşme, kapsamlı bir biçimde realize edilmelidir.
Bu bağlamda, birinci olarak, ortaya konan ve bahsedilen gelişmeler ışığında ceza adalet sistemi içinde yer alan kurum ve kuruluşlar gözden geçirilmeli ve kamu otoritelerin yetki ve görevleri gözden geçirilmelidir. Bu çerçevede, örneğin Türkiye’de 6 ilde bulunan çocuk mahkemeleri ve ıslahevleri daha fonksiyonel hale getirilerek çocuk yargılamasına daha fazla önem verilmelidir. Aile Mahkemeleri kurulma aşamasında iken, çocuğu suç işlemiş veya anti-sosyal davranış gösteren anne-baba için zorunlu kurslara katılmayı sağlayacak yasal düzenlemeler getirilmelidir. Çocuklara fiziksel ceza verebilme bakımından boşluklar giderilmelidir. Özellikle şiddet, istismar[57], taciz[58] ve kötü muameleye maruz kalmama hakkı bakımından bahsedilen gelişmelere uygun değişikliklere gidilmelidir. Özellikle, ceza infazı bakımından önemli bir konu olan suçlu çocuğun, büyüklerle aynı cezaevi koğuşunda bulundurulmasını engelleyen tedbirler alınmalıdır. Çünkü, bu durum, suçlu çocukların cinsel ve fiziksel anlamda istismar edilmesine, hakarete uğramasına ve cezaevinden profesyonel suçlu olarak çıkmasına göz yummak demektir. Bir başka anlatımla suç işleyen çocuğun suçlu etiketi ile dolaşmasını engelleyecek bir anlayışa sahip olunmalıdır.
İkinci olarak, BMÇHS ışığında, çocuk ve gençlere yönelik politikalar ve verilecek hizmetler bakımından ulusal bir strateji oluşturulmalıdır. Strateji oluştururken çocuk ve gençlere yönelik politika ve hizmetler; Çocuk ve gençlerin ihtiyaçlarına odaklanmalı, Yüksek kalite standartlarına ulaşmayı hedeflemeli, Aile temelli olmalı, Hakkaniyet ve ayrımcılık yasağını esas almalı, Çocuk ve gençlerin politika belirleme ve hizmet sunumunda etkili role sahip olma fırsatı vermeli, Çocuk ve gençlerin kendilerini ilgilendiren kararlar hakkında bilgilendirici mahiyette olmalı, Çocuk ve gençler tarafından desteklenmeli ve saygı duyulmalı, Toplum gelişimini esas almalıdır[59]
Üçüncüsü, Türkiye’de kapsamlı bir ulusal okulöncesi çocuk programı (UOÇP) olmalıdır. Çocuk hakları ve BMÇHS’ye uyumu esas alması gereken UOÇP, uluslararası literatürde çocuk gelişimi ve öğrenimine ilişkin var olan temel prensipler ışığında yapılanmalıdır. Bu temel prensiplerden bazıları şunlardır: gelişimin doğum öncesi başlaması ve birçok boyutları içeriyor olması, çocuk ihtiyaçlarının yıllara göre değişiklik göstermesi, gelişim ve öğrenimde çocukların aktif katılmalarının olması, gelişimin çocuğun çevresindeki insan ve objelerle ilişki sonucu oluşması.[60]
Böyle bir program yapmanın başlıca iki nedeni vardır:
Bunlardan birincisi, BMÇHS’de yer aldığı gibi, çocuklar her şeyden önce potansiyellerini geliştirme (zihinsel, fiziksel ve sosyal yeteneklerine en üst seviyede ulaşma) hakkına sahiptir. İkincisi, çocuğun ihtiyaçlarına erken yaşlarda eğilme, çok kritik değere sahip olup çocuk bakımından uzun dönemde fayda sağlar. Örnek olarak, beyin yapısı biyolojik olarak oluşurken beyin içindeki bağlantılar, çocuğun insan ve maddi çevresiyle olan etkileşiminden oluşuyor. Ayrıca bakımlı çocuklar, daha iyi beslenmelerinden dolayı daha az hastalanmaktadırlar. Üçüncü olarak, böyle bir program aile ve topluma fayda sağlar. Anne ve baba özgüvene sahip olur.
*LLB (Ankara), LLM (Nottingham), PhD (Surrey). PA Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Müdür V. E-posta: fkaraosmanoglu@yahoo.com
[1] BMÇHS, 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
[2] BMÇHS md.43.
[3] BMÇHS md.44.
[4] Türkiye, BM Çocuk Hakları Sözleşmesini (BMÇHS) 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış ve 09 Aralık 1994 tarih/ 4058 sayılı yasa ile TBMM tarafından onaylamayı uygun bulmuştur. 27 Ocak 1995 tarihinde de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 1982 Anayasası ile Lozan Antlaşması hükümleri çerçevesinde, BMÇHS’nin 17, 29 ve 30. Maddelerine Türkiye tarafından çekince konmuştur.
[5] 1991 Maastricht Andlaşması ile kurulan Europol (European Police Office) ile, suç konusuna ilgi duymaya başlayan Avrupa Birliği (AB), 1996’dan beri çocuklara karşı işlenen suçlar üzerinde duruyor ve çocukların ticari istismar aracı olarak kullanılması olarak bakıyor. Ancak bunu polisiye boyutu ile ele almakta ve yabancılar tarafından işlenen suçlar olarak görmektedir. Bir başka anlatımla, sosyal refah yaklaşımı ve aile içi işlenen suçlar olarak bakmamaktadır. 1997 Amsterdam Sözleşmesi ile AB, daha fazla suçla ilgilenmeye başlamış ve bir Avrupa özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturulmuştur. Bu sözleşmenin 29. Maddesi çocuklara karşı işlenen suçlara atıf yapmaktadır. 2000 yılında da internette çocuk pornografisi ile mücadele amacıyla Konsey kararı alınmıştır. Bu kararla, üye ülkelere yasal ve idari tedbirlerin alınması çağrısında bulunulmuştur. Bunlar arasında, ceza kanunlarında değişiklik ve özel polis birimleri kurulması yer almaktadır.
[6] Şeref Ünal, Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, (Ankara: Yetkin Yayınları, 1997) ss. 27-31.
[7] Ünal, Şeref (1997), Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, Ankara, s. 27, 32-34.
[8] Vincent, R. J., Human Rights and International Relations, (Cambridge: Cambridge University Press, 1986)
[9] Shue, H., Basic Rights: Subsistence, Affluence, and U.S. Foreign Policy, (Princeton: Princeton University Press, 1980.
[10] BMÇHS Madde 3/2
[11] BMÇHS Madde 3/3
[12] BMÇHS Madde 6/1
[13] BMÇHS Madde 6/2
[14] BMÇHS Madde 7/1
[15] BMÇHS Madde 8/1
[16] BMÇHS Madde 11/1
[17] BMÇHS Madde 12/1
[18] BMÇHS Madde 13
[19] BMÇHS Madde 14
[20] BMÇHS Madde 15
[21] BMÇHS Madde 17
[22] BMÇHS Madde 18/2
[23] BMÇHS Madde 18/3
[24] BMÇHS Madde 23
[25] BMÇHS Madde 24
[26] BMÇHS Madde 28
[27] BMÇHS Madde 31
[28] BMÇHS Madde 33
[29] bkz. BMÇHS m.12
[30] Walker, Steven, ‘Consulting With Children and Young People’, The International Journal of Children’s Rights, v:9, n:1, 2001, pp.45-56, p.46.
[31] BMÇHS Madde 43 ve 44
[32] Şafak, Prof. Dr. Ali, Güvenlik Kuvvetleri ve Polis Mevzuatı, (İstanbul: Temel Yayınları, 1995).
[33] Güvenlik Birimine Gelen Çocuk ve Gençlerle İlgili İstatistik Formu-Ocak 1997 Alan Uygulaması Sonuçları, (Haziran 1997, T.C.Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü). 1 Ocak 1998 tarihinden itibaren Türkiye genelinde uygulanması düşünülen bu istatistik formu, 1 Ocak 1997 tarihinden itibaren 27 ilin tüm güvenlik birimlerinde uygulanmaya başlanmıştır. 27 il şunlardır: Adana, Ankara, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Isparta, İçel, İstanbul, İzmir, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Samsun, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa, Zonguldak.
[34] Örneğin, Isparta’da çocuk suçluluğu şöyle anlatılmaktadır:
‘...Çocuk suçları, mala karşı suçlar ile genel ahlak ve aile düzenine karşı işlenen suçlarla şekillenir. Mala karşı işlenen suçlar, işlenme yoğunluğuna göre basit hırsızlık, işyerinden hırsızlık, otodan teyp hırsızlığı, kapkaççılık, yağma, emniyeti suistimal, otomobil hırsızlığı şeklinde sıralanabilir. Genel adap ve aile düzenine karşı suçlar ise, ırza tecavüz*, sarkıntılık, evlilik vaadiyle kızlık bozma, teşhircilik ve fahişelik* olarak sıralanabilir. Bunların yanı sıra özellikle müessir fiil ve bıçakla yaralama şahsa karşı işlenen suçların başında gelmektedir.
Isparta’da sık sık suç işleyen erkek çocukların büyük bir kısmı solvent maddesi içeren Balley adlı yapıştırıcının müptelası durumundadırlar. Bütün market ve kırtasiyelerde kolaylıkla bulunabilen ve özellikle ayakkabıcılar tarafından kuvvetli bir yapıştırıcı olması nedeniyle tercih edilen bu madde aynı zamanda çok ucuz bir fiyata satılmaktadır. Halk arasında tiner maddesi bağımlısı olarak bilinirler. Bu madde naylon bir poşete dökülüp, kullanıcının kafasını poşetten içeri sokup, soluk alıp vermesi yoluyla kullanılmaktadır. Direkt olarak beyni uyuşturan bu madde kullananın sağlıklı karar vermesini engellemekte, suç işleyenlere cesaret kazandırmaktadır. Ne yaptığını bilmeyen küçük kendisini daha önceden programladığı yönde hareket emekte, yaptığı eylemle ilgili muhakeme yapamamaktadır. Herhangi bir suç eylemine karışmış bütün küçüklerde gözlenen bir ayrıntı hepsi tarafından sigara ve büyük çoğunluğu tarafından alkol kullanılıyor olmasıdır.
Çocuk suçlularında görülen genel karakter ise hemen hepsinin ailevi bir problemle karşı karıya olmasıdır. Balley maddesi bağımlılarının bir çoğunun annesi ve babası boşanmış ya da ayrı yaşıyor durumdadır. Aile içi şiddete de maruz kalabilen küçükler aile şefkatinden yoksun büyümekte ve suça yönelmektedir. Bu küçüklerin bir kısmının babasının alkol müptelası olduğu gözlenmiştir. Suç eyleminde bulunan küçükler aile şefkatinin yoksunluğundan sıklıkla yakınmaktadır. Ailesine karşı kendini daha özgür ve bağımsız hisseden küçükler onlara karşı kendilerini sorumsuz hissetmekte ve kendilerine kısa vadede menfaat ve zevk sağlayan eylemlere girişmektedirler. Bir kısmı ailesi tarafından da dışlandığından ya da kendilerini daha bağımsız hissetmeleri açısından ailelerinden ayrılarak, içinde bir insanın yaşamasının son derece sağlıksız olduğu terkedilmiş ya da sahipsiz metruk binalar veya boş inşaatlarını kendilerine mesken edinmektedirler. Küçüklerin bir kısmı başı boş kalmak ve kendi başlarına yaşamakla birlikte serseri olanlara rastlanmamıştır...’
(Veysel Dinler, ‘Çocuk Suçluluğu ve Isparta’da Çocuk Suçları’, Polivizyon-Isparta Polis Dergisi, yıl:1, sayı.1, Nisan 2002, sayfa:28-30)
[35] BMÇHS Madde 4.
[36] Kısaca Çocuk Polisi Yönetmeliği olarak tarafımdan adlandırılan, Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş Görev ve Çalışma Yönetmeliği, 13.04.2001 gün ve 24372 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
[37] ‘Emniyet Teşkilatının Çocuklara Yönelik Çalışmalarının Özeti’ başlıklı EGM Asayiş Daire Başkanlığının 20. 03. 2002 tarihli yazısı. Şu an itibariyle, 81 İl Emniyet Müdürlüğümüzün Çocuk Şube Müdürlüğü kurularak Çocuk Polisi uygulaması başlatılmıştır.
[38] ‘Emniyet Teşkilatının Çocuklara Yönelik Çalışmalarının Özeti’ başlıklı EGM Asayiş Daire Başkanlığının 20. 03. 2002 tarihli yazısı. Şu an itibariyle, 25 ilimizin Çocuk Şube Müdürlüğünde tam teşekküllü Çocuk Bakım Üniteleri hizmet vermektedir.
[39] Tanım olarak çocuk polisi; çocuklara yönelik olarak yürüteceği hizmetler konusunda 0-18 yaş arası gelişim özellikleri, davranış biçimleri, mülakat teknikleri, iletişim becerisi gibi konularda hizmet içi eğitim almış, sivil istihkak alan emniyet hizmetleri sınıfı personelini ve hizmet branşını ifade eder.
[40] ‘Emniyet Teşkilatının Çocuklara Yönelik Çalışmalarının Özeti’ başlıklı EGM Asayiş Daire Başkanlığının 20. 03. 2002 tarihli yazısı. Yeni yönetmeliğin yayınlandığı 13.04.2001 tarihinden bugüne, Ankara, İstanbul, Adana, İzmir, Kars, Muş, Artvin, Uşak, Diyarbakır, Bartın, Kırıkkale, Aydın, Gaziantep, Erzincan, Sivas, Eskişehir, İçel, Rize, Burdur, Elazığ, Tunceli, Gümüşhane, Isparta, Giresun, Tokat, Ordu, Muğla, Manisa, Bursa vb. illerde Çocuk Polisi hizmet içi kursu düzenlenmiş, toplam 1200 personel eğitim almıştır.
[41] ‘Emniyet Teşkilatının Çocuklara Yönelik Çalışmalarının Özeti’ başlıklı EGM Asayiş Daire Başkanlığının 20. 03. 2002 tarihli yazısı.
[42] Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, Madde 18.
[43] İnter Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’nin 19 Kasım 1999 tarihli kararı.
[44] Mackenzie, Cailin C.E., ‘A Director for Children’s Rights but no Commissioner: Does the UK Government’s Response to waterhouse for Children Living in England Breach Article 37 of the UN Convention on the Rights of the Cilhd?’, The International Journal of Children’s Rights, v:9, n:1, 2001, pp.1-14, p.11.
[45] K and T v. Finland (2001) 2 FLR 707 European Court of Human Rights. Childright, 181, November 2001, p.21.
[46] 2000 yılında yürürlüğe girmiştir.
[47] Kilkelly, Ursula, ‘One year On: Children and the Human Rights Act 1998’, 182, Childright, December 2001, p.9
[48] Kilkelly, Ursula, ‘One year On: Children and the Human Rights Act 1998’, 182, Childright, December 2001, p.11
[49] Fortin, Jane, ‘Children’s Rights and the Use of Physical Force’, Child And Family Law Quarterly, v:13, n:3, 2001, pp.243-265, p.244-245.
[50] Fortin, Jane, ‘Children’s Rights and the Use of Physical Force’, Child and Family Law Quarterly, v:13, n.3, 2001, pp.243-265, p.244.
[51] bkz. TCK md. 477.
[52] Human rights: Z and Others v. United Kingdom (10.05.01) European Court of Human Rights, Childright, v:176 May 2001, p.21.
[53] Waterhouse raporu, Gallerde Gwynedd ve Clwyd bölgesinde çocuklara kötü muamele yapılması ile ilgili olup, 1000 sayfa olarak Şubat 2000 de yayınlanmıştır.
[54] Mackenzie, Cailin C.E., ‘A Director for Children’s Rights but no Commissioner: Does the UK Government’s Response to Waterhouse for Children Living in England Breach Article 37 of the UN Convention on the Rights of the Child?’, The International Journal of Children’s Rights, v. 9, n.1, 2001, p.1, pp.1-14.
[55] Fortin, Jane, ‘Children’s Rights and the Use of Physical Force’, Child and Family Law Quarterly, v:13, n.3, 2001, pp.243-265, p.245.
[56] 10 maddeden oluşan Aile Mahkemelerinin Kuruluşu ve Yargılama Usullerine Dair Yasa Tasarısına göre; psikolog, pedagog ve sosyal hizmet uzmanıyla çalışacak olan Aile Mahkemesi hákimi, aile ilişkilerinden kaynaklanan davalarda öncelikle eşleri ve çocukları barıştırmaya çalışacak. Tasarıda, asliye hukuk mahkemelerinde görülen benzeri davaların yeni mahkemeye devredilmesi de öngörülüyor. Hakimlerin alabileceği tedbirler şöyle sıralanıyor:
Evlilikten doğan yükümlülükler konusunda eşleri uyararak, gerektiğinde uzlaştırmak, ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilikten doğan mali yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin önlemleri almak, Meslek edindirme kursuna veya uygun bir eğitim kurumuna vermek, Bakım ve gözetime yönelik nafaka yükümlülüğü konusunda gerekli tedbirleri almak, gerektiğinde küçük çocuğu aileden alıp başka bir aileye vermek, hakimin verdiği kararlara uymayanlara ise altı aya kadar hapis cezası vermek.
[57] İstanbul'daki ilköğretim müfettişlerine düzenlenen ‘‘Çocuk İstismarı ve İhmali’’ konulu sertifikalı eğitim programının açılış konuşmasını yapan Prof. Atasoy, internette çocuk pornografisinde 2 milyon çocuğun fotoğraf ve filminin çekilip ticari meta olarak pazarlandığını ve dünyada 1000 çocuktan 7'sinin cinsel şiddete zorlandığını belirterek çocuk pornografisinin önlenmesinde ‘‘DNA bankaları’’nın önemli rol oynadığını söylemiştir. Ayrıca, dünyada 25 milyon çocuğun internette gezindiğini, 2005 yılında bu rakamın 44 miyona çıkacağını, ileri ülkelerde her 4 çocuktan biri mutlaka bir seks sitesine girdiğini ve 5 çocuktan birinin ise internet ortamında cinsel teklifle karşılaştığını ifade etmiştir.
[58] İngiliz Sağlık,İçişleri,Eğitim ve Çalışma Bakanlıkları tarafından yayınlanan Working Together To Safeguard Children adlı eserde Taciz tanımları şu şekilde yapılmıştır:
Fiziksel taciz (physical abuse), vurma, sallama, fırlatma, zehirleme, yakma, nefessiz bırakma gibi çocuğa verilen bütün fiziksel zararlar,
Duygusal taciz (emotional abuse), çocuğun, duygusal gelişiminde sürekli ters etkiye yol açma gibi sürekli duygusal kötü muameleye maruz bırakılması,
Cinsel taciz, çocuk veya gencin, olanların farkında olsun veya olmasın cinsel eylemlerde yer almaya zorlanması,
[59] Building A Strategy for Children and Young People: A Consultation From the CYPU, Childright, january/february 2002, V.183. p.3.
[60] Evans, Judith L., ‘Eight is Too Late: Investment in Early Childhood Development’, Journal of International Affairs, v:55, n:1, Fall 2001,
Anasayfa | Basından Yansımalar | Master-Doktora Tezleri |
Makaleler | Öğrenci Tezleri | Öğrenci Dialog Seksiyonu |
Kitaplar | Konferanslar | Linkler |
Bildiriler | Fotoğraflar | CV(Özgeçmiş) |