GİRİŞ İnsanlık
tarihinin çeşitli evrelerinde dünyanın bütün
kıtalarında soykırım, katliam, sürgün ve zorunlu
yer değiştirme ve iskan (tehcir) olayları
gerçekleştirilmiştir. Yapılan araştırmalara göre
soykırım, katliam ve sürgün olayları açısından
insanlık tarihinin en kanlı dönemi 19. ve 20.
yüzyıllar olmuştur. Bu dönemlerde devletler, etnik
veya ulusal gruplar tarafından kendi amaçlarını
gerçekleştirmek için sistemli olarak yaygın bir
şekilde soykırım uygulanmıştır. Siyasal bilimci ve
demograf J. Rummel 19. ve 20. yüzyılda gerçekleşen
soykırımlarda, mevcut iktidarlar tarafından çeşitli
teknikler kullanılarak öldürülen insan sayısının
170 milyon olduğunu belirtmektedir. Soykırım tarifinin
insanın insana karşı gerçekleştirdiği her türlü
öldürme olayını dikkate alacak şekilde geniş
anlamda alınması halinde bu sayının 300 milyona
ulaştığını açıklamaktadır.[1]
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve parçalanma
döneminde 1821-1920 yıları arasında, tarihçi Justin
McCarty, 5 milyon Türk’ün öldürüldüğünü; 5
milyon 300 binin üzerinde
Müslüman-Türk’ünAnadolu’ya göç zorunda
bırakıldığını, yaptığı araştırmalar sonucunda
tespit etmiştir. Bu, dünyanın en büyük
soykırımı-katliamı ve en büyük göçünü
(exodusunu) oluşturmaktadır.[2]
Kıbrıs Türk halkı da dünya insanlık tarihinin bu en
kanlı katliamlarından nasibini almıştır. Kıbrıs
Türk halkı 1804-1974 döneminde Rumların insanlık
suçlarına, yaygın bir soykırıma, katliamlara ve
zorunlu göçlere maruz kalmıştır. Bu dönemde
yapılan katliamlar kouşmamın konusun
oluşturmaktadır. Ancak burada sunulacak olan bilgiler
ve olaylar Rumların Kıbrıs’ta gerçekleştirdikleri
insanlık suçlarının sadece belli bazı örnekleri
olacaktır. Ancak bu sınırlı örnekler bile Rum-Yunan
soykırımının korkuç boyutlarını ortaya koymağa
yeterli olacaktır.
Konuşmamda kısaca konun iyi anlaşılabilmesi ve
değerlendirilebilmesi için soykırımın tanımı ve
kapsamı hakkında bazı bilimsel bilgileri de sizlere
sunağım. Böyle bir açılımın yararlı olacağına
inanmaktayım.
I. SOYKIRIM TANIMI VE KAPSAMI
Soykırım (genocide) kavramının kökü Yunanca’da
ırk, aşiret anlamında kullanılangenos ve Latince’de
öldürme, yok etme, kırım anlamında kullanılan cide
kelimlerinin birleşmesinden meydana gelmiş bir
kavramdır.Soykırım kavramının sosyal ve siyasal
bilimlerde üzerinde tam olarak anlaşılmış bir
tanımı olmamakla birlikte yapılan çeşitli
tanımlarda ortak kriterler vardır.
Uluslar arası alanda soykırım (genocide) kavramının
tanımını yapan ve Birleşmiş Milletler (BM)
Soykırım Sözleşmesi’nin hazırlanmasında ve
sonuçlandırılmasında önemli katkılarda
bulunanPolonyalı hukukçu Raphael Lemkin 1933 yılında,
Soykırımı, “dini, milli ve ırki bir grubun yok
edilmesi” olarak tanımlamıştır. Lemkin’e göre
“ soykırım, direkt olarak kişileri hedef almaz,
kişinin dahil olduğu grubu hedef alır, kişi de bu
gruba dahil olduğu için saldırıya uğrar.”[3]
BM çatısı altında tanımlanan soykırım kavramı,
İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleştirilen toplu
katliamların etkisi ve mevcut uluslar arası dengeler
dolayısıyla uluslar arası bir uzlaşmanın ürünü
olarak ortaya çıkmıştır. Bu uzlaşmanın
şekillendirdiği 9 Aralık1948 tarihli Birleşmiş
Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılması Sözleşmesi’nde soykırım,
“insanların dinsel, ırki ve etnik
farklılıklarından dolayı sistemli olarak yok
edilmesi” olarak tanımlanmıştır. Sözleşme’de
belirtilen grup üyelerinin öldürülmesi, fiziki ve
zihni sağlığını bozucu eylemler, grubun kısmen veya
tamamen fiziki varlığının yok olmasına neden olacak
yaşam koşullarına tabi tutulması, grup içi
doğumları önleyici önlemler alınması gibi fiillerin
ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu
niteliği yüzünden kısmen veya tamamen yok etmek
kastıyla işlenmesi, soykırım olarak belirtilmektedir.
BM Soykırım Sözleşmesi ADB, Sovyetler Birliği,
Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin tarihte yaptıkları
kendi uygulamalarından dolayı suçlanmalarını
önlemek için kültürel yok etme (culturcide), etnik
yok etme (ethnocide-etnik soykırım), sosyal yok etme
(socialcide-sosyal soykırım) ve politik yok etme
(policide), zorla asimilasyon ve entegrasyon
yöntemlerini kapsam dışı bırakan uluslar arası bir
uzlaşma sonucu oluştuğundan dolayı “grup”
tanımı dar tutulmuştur.
Soykırım konusu ile ilgilenen bilim adamları,
hukukçular, sosyologlar, araştırmacılar ve
tarihçiler, Sovyetler Birliği’nin, Avrupalı,
Amerikalı sömürgeci-emperyalist devletlerin
uzlaşması nedeniyle soykırım tanımına giren
grupların eksik olduğunu, dolayısıyla soykırım
tanımının dar anlamıyla yapılması nedeniyle tarihte
işlenen birçok soykırım suçunun kapsam dışı
bırakıldığını savunmaktadır. Dolayısıyla uluslar
arasıalanda etkin olan devletlerin kendi çıkarları
doğrultusunda sağladıkları siyasi uzlaşma sonucunda
soykırıma uğramış olan birçok grup mağdur
edilmiştir. Bu olgu BM Soykırım Sözleşmesi’nin
genişletilmesi gerektiği tartışmalarının sürekli
gündemde kalmasına yol açmıştır.
Soykırım tanımının dar tutulmuş olmasına karşın,
Hukukçu Davit Kader, günümüzde bir ceza hukuku olarak
uluslar arası alanda ve ülkelerde kabul gören BM
Soykırım Sözleşmesi’ni, insan hayatının değerli
hale gelmesini sağlayan, kişilerin yaptığı
soykırımları uluslar arası ceza yasasıyla
ilişkilendiren, bir insanlık suçu olan soykırıma
karşı koruyucu bir önlem yaratan ve insanlığa umut
veren bir devrim olarak değerlendirmektedir.[4]
Lemkin’in yaptığı tanım kapsamında başlangıçta
ceza yasaları bağlamında ele alınan soykırım
kavramı, 1970’lerden sonra sosyoloji, antropoloji,
siyasal bilimler, tarih ve psikoloji dallarında
çalışma yapan araştırmacıların da üzerinde
durduğu bir konu haline gelmiştir. Böylece soykırım
kavramının, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal
yönlerinin ve sonuçlarının da olduğu hususu ön
plana çıkmış, dolayısıyla çeşitli bilim
dallarının inceleme alanına girmiştir. Bu gelişme
sonucunda soykırım konusu, 1970’lerden itibaren yeni
araştırmaların ve tartışmaların yapıldığı, yeni
tezlerin ve tanımlarınileri sürüldüğü geniş bir
bilimsel yelpazede ele alınır olmuştur.
Hollandalı hukukçu Pieter Drost, soykırım hakkındaki
tezlerinde BM’nin Soykırım Sözleşmesi’nin eksik
ve dar çerçevede olduğunu savunmaktadır. Drost, BM
Soykırım Sözleşmesi’nin, dünyada uygulanan çok
sayıdaki soykırım yöntemini içermediğini ifade
etmekte ve bunun en tipik örneği olarak bir grubu yok
etmek amacıyla bilinçli ve planlı olarak yapılan
tehcir uygulamasının kapsam dışı bırakıldığı
görüşünü ortaya koymaktadır.[5]
Matthew Lippman, soykırımda kullanılan bir yöntem
olarak tehcirin dikkate alınması gerektiği
görüşünü ileri sürmekte ve bilinçli bir şekilde,
bir grubun yaşadığı yerden zorla koparılmasının ve
göçe zorlanmasının dolaylı olarak böyle bir
uygulamaya tabi tutulan grubu yok etmeyi hedefleyen bir
plan niteliğinde olduğu, dolayısıyla bu tür
uygulamaların da soykırım olarak kabul edilmesi
gerektiği üzerinde durmaktadır.[6]
Psikolog Israel W. Charny, soykırım ile ilgili olarak
yapılan grup tanımının sadece ırki, dini, etnik
olarak sınırlanmaması gerektiğinden hareketle
“askeri düşman hedefi belli olmadan, yardıma muhtaç
ve savunmasız insanlara karşı seri şekilde toplu
katliamların yapılması” haline soykırım
demektedir.[7]
Soykırım araştırmacılarının, tarihçilerin,
sosyologların ve hukukçuların soykırımla ilgili
değerlendirme, analiz ve tezleri dikkate alındığında
tek bir soykırım türü olmadığı, fiziki, etnik,
kültürel, biyolojik, ekonomik, ekolojik, soykırımcı
tehcir, soykırımcı asimilasyon ve etnik temizlik
olarak çeşitli soykırım türlerinin olduğu
anlaşılmaktadır.
Fiziki soykırım; soykırım türlerinden en önemlisi
ve soykırım derken ilk akla gelen çeşidi kuşkusuz
“fiziki soykırım”dır. Fiziki soykırım, insanlık
tarihinde en yaygın ve en çok kullanılan soykırım
yöntemidir. Bu yöntemde soykırımla karşılaşan grup
üyelerinin planlı bir şekilde, tamamının veya bir
kısmının yok edildiği soykırım türüdür. Fiziki
soykırımda, kullanılabilecek her türlü silah ve
araç kullanılarak grup üyelerinin sistemli bir
biçimde yok edilmesi hedef olarak alınmaktadır.[8]
Rum-Yunan ikilisinin Türk halkını topluca katlederek,
kurşuna dizerek, canlı olarak toplu mezarlara gömerek
ve işkence yaparak Kıbrıs’ta Türk varlığına son
vermek istemesi bu tür soykırıma somut bir örnektir.
Etnik soykırım, bir grubun başka bir grup ya da devlet
odağı tarafından, kökene veya kimliğin
şekillendiği coğrafyadaki, kısmi ya da tamamen etnik
kimlik ve yapıyı oluşturan her türlü faktörü yok
etmeye yönelik olarak yapılan soykırım türüdür.
Yunanista’da, Kıbrıs’ta, Bulgaristan’da Türk ve
Müslümanlara, Avrupa’da Çingenelere ve Almanya’da
Yahudilere, Fransızların Cezayir’de Arap ve Berber
halklarına yaptıkları soykırımlar bu türe
örneklerdir.
Kültürel soykırım, bir grubun en son şekildeki
yaşantı tarzına, zamanla geliştirilen ve korunan
geleneklerin, grubun düşüncelerinin dışa vurulması
olan sanatsal ve kitabi değerlerin, hareket ve konuşma
tarzının, folklerik motiflerin, kütüphanelerin,
tarihi eselerin ve müzelerin yok edilmesine yönelik,
siyasi, askeri, ekonomik ve ahlaki kararlar alarak bir
grup veya devlet tarafından kısmen yada tamamen bir
gruba ait kültürel değerlere karşı yaptıkları
aktif saldırılardır. Bu tür soykırımlar
günümüzde de devam etmekle beraber özellikle
sömürgeci devletlerin sömürgelerde yaptıkları
uygulamalardır. Kıbrıs’ta, Yunanistan’da,
Bulgaristan’da Türk kültürel ve tarihi değerlerine
karşı yapılan yıkımlar kültürel soykırım
örneklerindendir. Kültürel soykırım yöntemi,
sömürgeci devletlerin sömürgelerde yaptıkları
yaygın soykırım uygulamaları olduğu için 1948 BM
Soykırım Sözleşmesi’nde karşı çıkmaları
nedeniyle yer almamıştır.
Biyolojik soykırım, Bir ülke veya bölgedeki egemen
grup veya devletin hedef aldığı, diğer gruptan olan
kişileri yok etmek amacıyla ve toplumun tamamına
karşı gizli soykırım olarak da bilinen hastalık
üretme ve bunu yayma yöntemi olarak tanımlanmaktadır.
Kıbrıs’ta Rumların Kanlı Noel saldırılarından
sonra bulundukları bölgelerde kapalı yaşama mahkum
ettikleri Türk halkına karşı uyguladığı ambargolar
kapsamında bebek mamalarının ve temel gıda
maddelerini yasaklayarak, sağlık hizmetlerini
kısıtlayarak sağlıksız bir toplum yaratma
girişimleri bu kapsamda değerlendirebilecek
uygulamalardır.
Ekonomik soykırım, bir grubun, sosyal, siyasi,
kültürel, askeri ve teknolojik olarak gelişimini ve
temel gereksinimlerinin (ihtiyaçlarının) giderilmesini
önlemek amacıyla, maddi olarak yoksullaştırılıp
teslim alınması ve tavize zorlanması için başka bir
grup, devlet veya devletler tarafından ulusal, etnik,
ırki ve dini bir grubun kısmen veya tamamen kısa, orta
ve uzun vadede planlı şekilde güç ve ekonomik olarak
yok veya tasfiye edilmesi için yapılan uygulamalardır.
Kıbrıs’ta 1900’lerin başından itibaren
günümüzde Rum-Yunan ikilisinin uluslar arası düzeyde
de sürdürdükleri ambargolar bu türdendir. Söz konusu
dönemde Rumların, Türk halkından mal almamaları
(boykot yöntemi), dükkanlarından alış veriş
yapmamalarını (halen Türklerle Rumların karma
yaşadıkları ve BM Barış Gücü kontrolünde olan
Pile köyünde Türklerden mal alan Rumları para ve
hapis cezası ile cezalandırdıkları gibi) yani
sistemli boykot uygulamalarının yarattığı sonuçlar
itibarıyla Kıbrıs Türk halkı ağır ve insanlık
suçu niteliğindeki ekonomik ambargolara tabi tutularak
ekonomik çöküntüye uğramışlar, yok olma
derecesinde ağır darbelerle karşılaşmışlardır.
KKTC devletine ve Türk halkına yönelik sistemli
ekonomik ambargolar günümüzde AB, ABD ve Rum-Yunan
ikilisi tarafından en ağır biçimiyle halen
uygulanmaktadır. Bugün 24 Nisan 2004 tarihinde
referandumda “evet” dediği için Türk halkı ve
KKTC üzerindeki “izolasyonların” kaldırılması
gereğinden söz eden ABD ve AB ülkeleri, Rum-Yunan
ikilisi ve Rusya ile birlikte Türk halkına karşı
yıllardır devam eden bir ekonomik soykırım
uygulamaktadırlar.
Ekolojik soykırım, bir grubun en zorunlu yaşam
koşullarını oluşturan doğal kaynaklarını,
tarımını, verimli topraklarını başka bir grup veya
devlet tarafından ekonomik faydacılık güdülerek,
ekolojik dengeyi bozar şekilde talan edilmesidir.
Kıbrıs’ta Rumların Türklerin otlaklarına zehir
koymaları, işlenebilecek tarım alanlarını kara
mayınlarıyla döşemeleri, su olanaklarını daraltan
önlemler almaları ve uygulamaları ekolojik soykırıma
örnek olabilecek niteliktedir.
Soykırımcı tehcir, egemen grup ve yönetimlerin,
başka bir milli, etnik, dini, kültürel veya ırki bir
grubu yaşadıkları coğrafi yerlerden ve yarattıkları
ekonomik olanaklardan bilinçli bir şekilde, silahlı
saldırılar, katliamlar yoluyla zorunlu olarak göç
etmelerini sağlamaktır.
Rum-Yunan ikilisini Kanlı Noel’de uygulamaya
koydukları Akritas Planı kapsamında yaptıkları
katliamlar ve silahlı saldırılar sonucunda 103 köyden
Türklerin göç etmeleri ve 1963-1974 yıllarında
Ada’nın % 3’lük bölümüne hapsedilmeleri,
topraklarının ve diğer bütün ekonomik değerlerinin
Rumlar tarafından gasp edilmesi soykırımcı tehcirdir.
Soykırımcı Asimiliasyon, bir grubun diğer bir grup
veya devlet tarafından hukuki veya siyasi dayatmalar
yoluyla ellerindeki ekonomik, sosyal ve kültürel
olanakların alınması, kullanımlarının önlenmesi ve
bu olanakların egemen grup veya yönetim tarafından
kullanılmasının sağlanmasıdır. Rum Yönetiminin,
Türklerin Rumlardan mal-mülk alımını yasalarla
yasaklaması, Türklere ve Türklerin Vakıflarına ait
malların kamulaştırmalar yoluyla ellerinde alınması,
tarlalarının silahlı saldırılar ve tehditler yoluyla
kullanımının önlenmesi ve bunların Rumlar
tarafından kullanılmasının sağlanması Türk
halkının maruz kaldığı soykırımcı asimilasyondur.
Etnik temizlik, bir etnik veya ulusal grubun, diğer bir
grup, güç odağı veya devlet-yönetim tarafından
yapılan, siyasi, askeri, ekonomik, sosyal, kültürel,
yasa dayatmaları ve siyasi önlemlerle,
ayırımcılıkla, terörize edilerek birden veya kronik
olarak yüzyıllardır yaşadıkları yerlerden göç
ettirilmesidir. Rum-Yunan işbirliği ve planları ile
Kıbrıs Türk halkına karşı yapılan sistemli
psikolojik terör ve katliam saldırıları sonucunda
Türklerin bulundukları bölgelerden (Türkler bugüne
kadar asgari üç kez toplu iç göç yaşamıştır) ve
Kıbrıs’tan göç etmek zorunda bırakılmış
olmaları maruz kaldıkları etnik temizliğin boyutunu
göstermektedir.
|
II.
SOYKIRIM HEDEFİ İÇİN GEREKÇE
Soykırım araştırmacıları arasında yer alan
“tarihçi Chalk ve sosyolog Jonassohn,
yaptıkları analizde, soykırımın hedefine
ulaşması için dört tip gerekçenin”
bulunduğunu ileri sürmüşler ve bu
gerekçeleri, potansiyel ve gerçek tehdidin yok
edilmesi; gerçek ve potansiyel düşmanların
arasını açmak amacıyla terörü yaymak;
ekonomik refah düzeyini yükseltmek; bir inanç,
bir teori ve bir ideolojinin yayılması
amacıyla yaratılan fiili durumların oluşması
şeklinde sıralamışlardır.[9]
Kıbrıs’ta Türklere karşı işlenen
insanlık suçlarının soykırım olduğu hususu
ilgili bölümde incelenecektir. Ancak burada
konu ile bağlantılı olduğu için sözü
edilen gerekçeler ışığında Rum-Yunan
ikilisinin Türklere karşı gerçekleştirdikler
eylemlerin tamamen soykırım olduğunu net
olarak belirtebiliriz. Rumlar Türkleri ENOSİS
hedefi önünde potansiyel ve gerçek bir tehdit
olarak görmüşler ve bu tehdidi ortadan
kaldırmak için Türk halkını planlı yok etme
eylemlerini uygulamışlardır. Gerek İngiliz
Sömürge yönetimi döneminde gerekse makarios
ve diğer Rum siyasiler potansiye düşmanlar
olarak Türk halkı ile Rum halkının arasını
açmak için siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel
ve etnik açılardan çeşitli girişimler
yapmışlar; Rumlar, saldırılarda
öldüremedikleri ve karma köylerde, azınlıkta
kalan savunmasız Türkleri tehdit ve kuvvet
kullanarak boyun eğdirme taktiklerini en
acımasız biçimde uygulamışlardır. Türk
halkının ekonomik yönden çökertilmesi, buna
karşılık Rum halkının ekonomik gelişmesi ve
refah düzeyinin yükseltilmesi için her türlü
ambargo, kısıtlama, baskı yapılmış, serbest
dolaşımları ve özgürce faaliyetleri
sürdürmeleri öldürme olayları da dahil olmak
üzere uygulanabilecek yöntemleri
uygulamışlardır. Rum-Yunan ikilisi ENOSİS
hedefi ve Megalo İdea amaçlarını
gerçekleştirmek, Kıbrıs devletini bir Helen
devleti haline dönüştürmek, Türkleri
azınlık statüsüne düşürmek amacıyla
silahlı eylemler başta olmak üzere ekonomik,
siyasi ve sosyal alanlarda fiili durumlar
yaratmışlardır. Dolayısıyla bir eylemin
soykırım hedefine ulaşabilmesi için gereken
gerekçeleri yaratmışlardır.
Yale Üniversitesi’nden Prof. Gregory H.
Stanton, ABD Dışişleri Bakanlığı için
1996-1998 yıllarında hazırladığı soykırım
araştırmasında bir soykırım için; toplumun,
biz, ve onlar, ırk, din, milliyet olarak
ayıklayıcı bir şekilde
sınıflandırılması, bir grubun diğer gruba
mensup insanları hayvanlarla eş tutup insan
olarak görmemesi, örgütlenme, gruplara mensup
insanları birbirinden ayırtmak için etkili
propaganda yapılması, saldırı hedeflerinin
belirlenmesi, planlı bir kırımın çok hızlı
ve seri bir şekilde hayata geçirilmesi ve
soykırım yapıldığının her halükarda kabul
edilmemesi gibi aşamalarının olduğunu
belirtmiştir.[10]Bütün bu aşamaların
Rumların Kıbrıs Türk halkına karşı
uyguladığı yok etme eylemlerinde açıkça
gerçekleştiği görülmüştür.
III. KIBRIS’TA TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR
Kıbrıs Türk halkı, Rum-Yunan ikilisinin
Megalo İdea hedefinin önemli bir halkası olan
Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak
(ENOSİS) edilebilmesinin önündeki en büyük
engel olarak görülmüştür. Rum-Yunan
ikilisine göre ENOSİS yolunun açılması,
Kıbrıs’ta Türk varlığına son verilmesiyle
mümkün olabilecekti. Onun içinKıbrıs Türk
halkı daha 1800’lerin başından itibaren
başlatılan ENOSİS mücadelesinin başlıca
hedefi olmuştur. Kıbrıs’ta Türk
varlığına son vermedikçe ENOSİS hedefine
ulaşamayacaklarının bilincinde olan
Kıbrıslı Rumlar, Osmanlı İmparatorluğu
döneminden başlayarak her fırsatta Türklere
saldırmışlar, katliam yapmışlardır.
Rum-Yunan ikilisi süreç içinde Türklere
saldırılarını hazırladıkları planlar
çerçevesinde sistematik olarak
gerçekleştirmişlerdir.
Kıbrıs adasını bir Yunan adası haline
getirebilmek içinYunanistan’ın
öncülüğünde ve desteğinde Rum halkının
sürdürdüğü ENOSİS mücadelesinde öncelikli
hedef Kıbrıs’ı Türkler’den arındırmak
olmuştur. Bu amaçla 1804 yılında Türklerin
ilk katledilmelerinden 1974 barış
Harekatı’na kadar yüzlerce Kıbrıslı Türk
katledilmiştir.Yüz yetmiş yılı aşkınbir
süre Kıbrıs Türk halkına uygulanan katliam
eylemlerinde masum ve savunmasız insanlar
yollardan toplanarak öldürülmüşler, yaşlı,
kadın-erkek, çocuk-bebek demeden kurşuna
dizilmişler, toplu mezarlara gömülmüşle,
ekonomik, kültürel bütün soykırım
türlerine tabi tutulmuşlardır.
1. Osmanlı İmparatorluğu Dönemindeki Rum
Katliamları
Kıbrıs’ta Rum mezaliminin başlama tarihi
1804 yılına, Osmanlı imparatorluğu dönemine,
kadar uzanmaktadır. Osmanlı Yönetimi’nin
Kıbrıs’ta 1804 yılında uygulamaya koyduğu
ağır vergi artışlarını protesto eden
büyük toprak sahibi Türklerin
başkaldırısının bastırılmasında
yardımcı olmak ve Padişaha “sadakatlerini”
kanıtlamak amacıyla Kıbrıs Rum Ortodoks
Kilisesi Başpiskoposu Padişah’a bir mesaj
göndermiştir. Başpiskopos mesajında
“Takviye Osmanlı askerininAda’ya süratle
gönderilmesihalinde, büyük toprak sahibi
Türklerden talep edilen vergilerin silah zoru
ile toplanabileceğini ve başkaldırının
bastırılması için gelecek bu birliklere Rum
halkının Padişah’a gönülden
bağlılıklarının gereği olarak fiilen
yardımcı olacaklarını” bildirmiştir.[11]
Mısır’dan Kıbrıs’a gönderilen Osmanlı
askerlerine, Rum Ortodoks Kilisesi’nin
önderliğindeki Rum milisler fiili destek
vermişler ve birçok ileri gelen Türk’ü
katletmişlerdi. Bu katliam sırasında geniş
arazileri olan üç Kıbrıslı Türk Rumlar
tarafından kazığa oturtulmuştur. Bu arada
ileri gelen çok sayıdaki Türk de
öldürülmüştür.
Bu katliamlarla ilgili olarak o dönemde
Kıbrıs’ta görev yapan Fransız Konsolos’u
Regnault, Kıbrıs Rum milislerinin, Osmanlı
Padişahı’nında büyük bir saflıkla
yarattığı uygun ortamdan yararlanarak,
Kıbrıs Türklerine karşı Ada’da giriştiği
katliamın esas nedeninin “Türk halkını
Kıbrıs adasından atmak” olduğunu açıkça
belirtmiştir.[12]
Rumlar ilk katliam olayından sonra ikinci
katliam eylemini 1820-1821 yıllarında, Evretu,
Paşaköy, Tuzla gibi Türk köylerine yapılan
saldırılarda gerçekleştirmişlerdi.
2. İngiliz Egemenliği Döneminde Rumların
Gerçekleştirdiği Terör ve Katliamlar
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve güç
kaybetme döneminde 77-78 Türk-Rus Harbi
nedeniyle 4 Haziran 1878 yılında İngiltere ile
imzalanan “Savunma Anlaşması” gereğince
egemenliği Osmanlığı İmparatorluğu’nda
kalması koşuluyla Kıbrıs adasının
yönetiminin İngiltere’ye kira ile
devredilmesinden sonra Rumlar adada ön plana
çıkmaya başlamıştır. Rum Ortodoks
Kilisesi’nin öncülüğünde, Yunanistan’ın
yönlendirmesiyle Kıbrıs’ın Yunanistan’a
ilhakı, (ENOSİS), mücadelesi açıkça
başlatılmıştır. İlk İngiliz Valisi Sir
Garnet Wolseley’nin 22 Temmuz 1878 tarihinde
Kıbrıs’ta göreve başlaması münasebetiyle,
Rum Ortodoks kilisesinin Kitium Piskoposu
Kyprianos yaptığı ziyarette Vali’yi, Büyük
Britanya Krallığı’nın Batı Ege Adalarında
Yunanistan’ın bağımsızlığını
sağladığı gibi “Kıbrıs Adası’nın,
doğal bağlarla bağlı bulunduğu
Yunanistan’a ilhakı için, Kıbrıs Rumlarına
mutlaka yardım edeceğine, bütün
samimiyetimizle inanıyoruz” sözleriyle
selamlamıştır.[13]
Osmanlı İmparatorluğu döneminde
yakaladıkları ilk fırsatı bir katliam için
kullanan Rumlar, İngiliz döneminde daha çok
katliam yapmışlar ve bu katliamları en ağır
şekliyle soykırıma kadar vardırmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1878 yılında
Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak
İngiltere’ye devretmesinden sonra Rum
katliamları için ortam daha uygun hale
gelmiştir. Bu ortamı değerlendirmeye başlayan
Kıbrıs Rum halkı, İngiliz döneminde ilk
katliamını 1912 yılında
gerçekleştirmiştir.
İtalya ile savaşın yaralarını sarmadan
Balkan ülkelerinin saldırısına uğrayan
Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'la ilgilenecek
durumda değildi. Bunu fırsat bilen ve Balkan
ordularının ilerlemelerinin ENOSİS'in
gerçekleşmesine olanak yaratacağını uman
Kıbrıs Rum halkı, Türk halkına karşı
Mayıs l912'de yeni tahriklere başvurmuştur.
Rumlar bir yandan Osmanlı ordularının
gerilemesini sevinç gösterileri ile kutlayıp,
Türkleri rencide ve tahrik edeci hareketler
yaparken, bir yandan da ENOSİS eylemlerini
yoğunlaştırmışlardı. Türk halkının
Kıbrıs’taki ekonomik, siyasal ve kültürel
varlığını sona erdirmek ve ENOSİS’i
gerçekleştirmek için Rum halkı, 12 Mayıs
1912 tarihinde Türk halkına karşı propaganda,
tahrik, fiili ve psikolojik bir saldırı
başlattı.[14] Mayıs ayının sonlarına doğru
"ENOSİS ve Yaşasın Yunanistan"
sloganları atarak Hamit Mandraları'nda
(bugünkü Hamitköy) oturan Türklere
saldırdılar.[15] Sir George Hill ve Söz
gazetesi olayların, Trablusgarp savaşındaki
yenilgi nedeniyle Rumların Türkleri alaya
almaları üzerine başladığını yazmıştır.
Yunan provokatörlerinin kışkırtması ile
Rumların Limasol Panayırı’nda taş, şişe
ve her çeşit silahla saldırıya geçtiğini
belirten 3 Haziran 1912 tarihli ve 35 sayılı
Vatan gazetesi; 5-6 bin kişilik kalabalığın,
"Yaşasın Yunanistan, Yaşasın İlhak
naraları” ile Türk mahallelerini
yağmaladığı, ev, dükkan ve dini yerleri
tahrip ettiği haberini yayınlamıştır.
Haberde ayrıca; çeşitli bölgelerde de
Türklerin dövüldüğü, taciz edildiği,
küfre uğradığı belirtiliyordu.
Bu gelişmeleri izleyen günlerde, “3 Temmuz
1912 tarihinde, Rumlardan oluşan 5000-6000
kişilik bir grubun, Rum Ortodoks Kilisesi’nin
de desteğiyle ENOSİS’i gerçekleştirmek
için harekete geçerek, Türklere karşı,
Kıbrıs’ın otuz beş yerinde terörü
hedefleyen olaylar çıkardılar. Rumlar
yaptıkları bu saldırılarda, Türklere ait iş
yerlerini, camileri ve evleri yakıp yıktılar,
4 Türkü katlettiler, 100’ün üzerinde
Türk’ü de ağır şekilde yaraladılar.
ENOSİS planı çerçevesinde, eylemlerini ve
örgütlenmelerini geliştiren Rumlar, Türkleri
ekonomik alandan silmek için, Türklere ait iş
yerlerinden alış veriş yapmayı boykot
ettiler. Bu boykotun Rumlar arasında yaygın bir
biçimde geliştirilmesi, Türklerin ekonomisinin
zor dönemler geçirmesine, önemli bir
kısmının iflasına ve bu anlamda adadaki Türk
ekonomisinin kırımına (economicide) yol
açtı.”[16] Rumların Türklere karşı
gerçekleştirdiği sözü edilen saldırılar,
görüldüğü gibi fiziki soykırım ve ekonomik
soykırımın Kıbrıs’taki önemli ilk
örneklerindendir.
İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde önemli
sayıda kişinin kitlesel katılımıyla ve Ada
sathında yaygın bir şekilde gerçekleştirilen
Rum saldırılarında dört Türk’ün
öldürüldüğü, 100'den fazla kişinin de
yaralandığı 1912 olayları, Rumların
Türklere yönelik bu boyuttaki ilk kanlı
saldırılardır. Ölümle sonuçlanan ilk
kitlesel çatışmalar olması nedeniyle, 1912
olaylarının Kıbrıs siyasi tarihinde ayrı bir
önemi vardır. Bu saldırıların ardından
yaygın bir şekilde başlatılan "Rum'dan
Rum'a" kampanyası sonucunda; Türk dükkan
ve malları boykot edilmiş, Türklerin ekonomik
bakımdan çökertilmesi için Türk halkı
üzerinde dayanılmaz baskılar uygulanmıştır.
Aynı günlerde Rum kilisesi önderliğinde
oluşturulan ENOSİS heyetleri, başta İngiltere
olmak üzere birçok Avrupa ülkesine
Kıbrıs’ın Yunanistan’a "ilhak"ı
gezileri düzenlerken, Kıbrıs'tan da yüzlerce
ENOSİS telgrafı İngiltere'ye gönderilmiştir.
"Rumların can düşmanı olduğu ve adanın
Yunanistan'a birleşmesine karşı mücadele
verdiği için Hacı Halil isimli bir Türkü
öldürdüğünü söyleyen Anteni Petri Jambo
isimli Kıbrıslı Rum, 1927 yılında
Yunanistan’a sığınmıştır. Konuyu
incelemek ve suçluyu Kıbrıs’a geri
götürmek için görevlendirilen Kıbrıslı bir
İngiliz polisinin hazırladığı rapor ibret
vericidir. Söz konusu raporda, Yunanistan’daki
hükümet üyeleri, milletvekilleri, ileri gelen
kişiler ve dernekler tarafından hükümete
verilen muhtıralarda Jambo’nun “siyasi
suçlu” ve Kıbrıs'ın kahramanı ilan
edildiği; Yunanistan’da oluşan kamuoyunun,
Türk öldürmenin suç olmadığı; Türk
öldürenin bir kahraman olduğu ve bir Türkü
öldürdüğü için bir Rum'un İngiliz
Yönetimine teslim edilemeyeceği kesin
tavrının ortaya konduğunu ifade etmiştir. Bu
olay, Türk öldürmenin suç olmadığı, aksine
bir kahramanlık olduğu anlayışının
Rum-Yunan halklarında nasıl egemen olduğunu,
Rum ve Yunanlıların Türklerle ilgili yargı ve
düşüncelerinin ve ruh haletinin ne olduğunu
ortaya koyan ve Türklere karşı işlenen
soykırım suçunun dayandığı temeli gösteren
tipik örneklerden biridir.
Yunan isyanının 100. yıldönümü olan 25 Mart
192l'de 500 kilisede toplanan Rumlar ilk ENOSİS
Plebisitini yaparak ilhak yönünde bir karar
onaylamışlar ve İngiliz Yönetimine
başvurarak ENOSİS istemişler, on yıl sonra 17
Ekim 1931'de de ENOSİS için
ayaklanmışlardır.
Milli Kongre ile İngiliz Sömürge Yönetimine
karşı mücadeleye başlayan Kıbrıs Türkleri,
karşılarında yeni ENOSİS istekleri ve
propagandalarıyla Kıbrıs Rumlarını ve
Yunanistan'ı bulmuşlardır. 1800'lü yıllardan
beri süren yoğun ENOSİS propagandası, nihayet
1931 yılında fiili bir ayaklanmaya
dönüşmüştür.
Milli Kongre'nin toplanmasından 6 ay sonra, 17
Ekim 1931'de Ada’daki Yunanistan temsilcisi
(Konsolos olarak anılan) Kiru (Kyrou)
tarafından da kışkırtılan Kavanin Meclisi
Üyesi ENOSİSCİ Papaz Nikodimos'un
öncülüğünü yaptığı Rumlar bir vergi
konusunu bahane ederek ENOSİS çağrısı
yapmış ve İngiliz Sömürge Yönetimine son
vermek üzere ayaklanmıştır. Yapılan çağrı
üzerine Kıbrıslı Rumlar silahlı bir
ayaklanma başlatmış ve İngiliz Sömürge
Valiliğini basarak binayı yakmıştır. Dikkat
edilmesi gereken nokta, Rum İsyanı’nın,
Kıbrıs'ın sömürge idaresinden kurtulup
bağımsızlığını kazanması amacıyla
değil; Megalo İdea peşinde koşan yayılmacı
Yunanistan'a ilhak edilmesi için yapılmış
olmasıdır
Yunan Konsolosu Kyrou'nun kışkırtmalarıyla
"Milli Kurtuluşumuz Yunanistan'la
birleşmektir" diyen Papaz Nikodimos'un
peşine takılan Rumlar, "ilhak"
sloganları atarak hükümet binalarını ve Vali
konağını yakmaları yanında 7 kişiyi de
öldürdüler ve 67 kişiyi deyaraladılar.
Aldığı sert önlemlerle isyanı bastıran, 400
kişiyi tutuklayan, isyanın ele başlarını ve
kışkırtıcı rol oynayan Yunan Konsolosu
Kyrou'yu da adadan süren İngiliz yönetimi;
milli tarihlerin okutulmasını yasaklamış,
basına sansür uygulamış, siyasi faaliyetleri
ve milli bayrakların çekilmesini yasaklamış,
yasama meclisi niteliğindeki Kavanin Meclisi'ni
de kapatmıştır.
İsyana katılmayan Kıbrıs Türkleri de
sömürge yönetimi tarafından
cezalandırılmış, temsilcileri Kavanin
Meclisi'nden uzaklaştırılmış, konan tüm
yasaklamalara Türkler de muhatap olmuştur.
Böylece Türk halkı, sömürge yönetiminin
haksız baskısına bir daha maruz kalmıştır.
Rumların yaptığı isyanın en önemli sonucu;
Türk halkının başlattığı sömürge
karşıtı mücadelenin ve sömürge yönetimi
tarafından gasp edilen toplumsal haklarını
elde ekmek için başlattığı toplumsal
direnişin engellenmesi olmuştur. Nitekim 1942
yılında Dr. Küçük tarafından çıkarılmaya
başlanan Halkın Sesi gazetesinin yayın
yaşamına girmesine kadar, Türk halkı
sömürge yönetimine karşı etkili bir
mücadele verme olanağını kaybetmişti.
Kıbrıs'taki Türk halkını yok edip, Adayı
Yunanistan'a bağlamak için kurulmuş bir terör
örgütü olan EOKA için ilk gizli görüşmeler
2 Temmuz 1952'de Atina'da Makarios'un
başkanlığında yapılmıştır. Bu
toplantıların ardından 7 Mart 1953'de bir
"İhtilal Konseyi" kurulmuş ve bu
Konseyin kurucuları, "ENOSİS davası
hakkında bildiklerimi ve bundan böyle
bileceklerimi işkence altında ve canım
pahasına bile olsa bir sır olarak gizli tutmaya
Tanrı huzurunda yemin ederim. Bana verilen
bütün emirlere sorusuz olarak itaat
edeceğim" şeklindeki EOKA andını
yapmışlardır.
Yunanistan hükümetinin bilgisi dahilinde 1954
yılının ilk aylarında, Kıbrıs'a gizli silah
sevkıyatı başlatılmış, Yunan ordusu
kökenli terörist Grivas 9 Kasım 1954 tarihinde
gizlice Adaya çıkmıştır. Grivas Makarios ile
birlikte Türklere karşı seri ve planlı terör
eylemlerini uygulayacak paramiliter bir
örgütlenmeyi gerçekleştirmiştir. Grivas bu
amaçla, Yunanistan ile yakın temasta olan, Rum
halkının ruhani lideri ve EOKA’nın gerçek
siyasi lideri Makarios’un onayı ile
EOKA’nın askeri gençlik örgütü olan PEON
adlı terör örgütünü kurmak suretiyle
örgütlenmeyi gençlik düzeyine kadar
yaymıştır.[17] Grivas, hatıralarında, 22
Kasım 1954'de Makarios'un, kurduğu PEON adlı
gençlik örgütünü eğitip silahlandırması
için karar aldığını yazmıştır.
Grivas’ın hatıraları, gerçekte EOKA'nın
gerisinde Makarios'un olduğunu ortaya
koymaktadır. Makarios'un, Atina'ya yaptığı
çeşitli ziyaretlerde konuyu Yunan
yetkilileriyle kararlaştırdığını belgeler
göstermektedir.
Türkleri Ada’dan yok etmek ve ENOSİS’i
gerçekleştirme çabalarına ve örgütlenmesine
Yunan Hükümeti zamanın Dışişleri Bakanı
Stefanoplus düzeyinde destek vermiş ve
örgütlenme hareketleriyle yakın ilişki
içinde olmuş, aktif destek vermiştir. ENOSİS
örgütlenmesini tamamlayan Rum-Yunan ikilsi
ENOSİS startejisini uygulamaya koymuş ve bizzat
Yunan Dışişleri Bakanı Stefanoplus'un
direktifiyle EOKA; 1 Nisan 1951'de ilk
bombalarını patlatarak resmen eyleme
başlamıştır.
EOKA'nın amacı, önce İngilizleri adadan
atmak, ardından da kitlesel bir imha hareketiyle
Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a
bağlamaktı. Ancak, İngilizlerin adadan
ayrılması beklenmeden, ENOSİS stratejilerine
uygun olarak 21 Haziran 1955'den itibaren
Türklere yönelik saldırılar
başlatılmıştır.
Grivas4 Haziran 1959 tarihli mektubunda,
Makarios'un kendisini EOKA'yı yönetmek üzere
Kıbrıs'a çağırdığını belirtmekte, terör
örgütüne silah alınması için Kilise'nin
para yardımında bulunduğunu açıklamaktadır.
Makarios'un, EOKA'nın siyasi lideri olduğunu
öğrenen İngilizler, 9 Mart 1956'te onu
tutuklayıp Seyşel adalarına sürgüne
göndermiştir.
Eylem yaptığı dönemde yüzlerce Türkün
yanı sıra, 100 İngiliz ve yüzlerce Rum'u
katleden EOKA militanları, 30 Türk köyünü
yakıp yıkarak burada yaşayan Türklerin göç
etmesine neden olmuşlardır.
Kıbrıs’ta Rum-Yunan ikilisinin ENOSİS’i
gerçekleştirmek amacıyla Türklere karşı
uyguladıkları soykırım, şiddet ve terör
eylemleri yanında, İngiliz döneminde
İngilizlerin de gerçekleştirdiği katliam
nitelikli uygulamalar vardır. Birinci Dünya
Savaşı sırasında Çanakkale savaşında ve
Süveyş Kanalı harekatı sırasında müttefik
kuvvetlere esir düşen ve sayıları 2000
civarında olan Türk esirleri, Eylül 1916
tarihinde iki ayrı kafile halinde savaş
gemilerinin refakatinde Gazimağusa limanına
getirilerek daha önceden hazırlanmış olan
“Türk Esirleri Kampı”na yerleştirildiler.
Türk esirlerden bazıları özgürlüklerine
kavuşmak için firar ederken İngiliz askerleri
tarafından vurularak öldürüldüler;
bazıları ise kötü yaşam koşullarının
etkisi altında ölmüştür. Gazimağusa’da
Çanakkale Şehitliği’ne, bu dönemde ölen
toplam 217 Türk esir gömülmüştür. Bu ölen
ve öldürülen esirlerin 33’ü ayrı
mezarlarda, 184’ü de toplu bir mezarda
gömülüdür. Birinci Dünya Savaşı sonunda
esirlerden sağ kalanların bazıları
Kıbrıs’a yerleşmiş ve büyük bir bölümü
de 20 Şubat 1920’den sonra kafileler halinde
İstanbul’a gitmek üzere Kıbrıs’tan
ayrılmıştır.
3. 1955-1959 Dönemi Katliamları
Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla Rum-Yunan
ikilisinin kurduğu tedhiş (terör) örgütü
EOKA kısa zamanda örgütlenmesini ve
militanlarının eğitimini tamamlamıştır.
EOKA ENOSİS hedefini gerçekleştirmek üzere
öncelikle 1 Nisan 1955 tarihinde İngiliz
Sömürge yönetimine karşı ilkeylemini
gerçekleştirmiştir. Ancak EOKA terör
örgütü, Rum-Yunan ikilisinin ENOSİS’in
önünde gerçek engel olarak gördükleri
Türklere karşı çok kısa bir süre sonra,
terör eylemlerini başlatmıştır. Vasilya,
Litrangomi, İnönü ve Aytotro köylerine
yapılan planlanmış ve önceden programlanmış
saldırılar sonunda çok sayıda Kıbrıslı
Türk katledilmiştir.
Türlerle Rumların yaşadığı karma köylerden
biri olan Vasilya köyünden diğer bir köye
gelin götüren Türk geçleri 14 Mart 1956
tarihinde Kilise çanlarının çalmaya
başlamasıylabirlikte Rumların saldırısına
uğramıştır.ENOSİS hedefi karşısında en
büyük engel görünen Kıbrıslı Türklere,
çocuk, genç, yaşlı, kadın-erkek
gözetilmeden her fırsatta saldırılmış,
katliam yapılmıştır. Mustafa Ahmet Beyaz ve
eşi, 9 Kasım 1957 tarihinde köylerine giderken
yolda öldürülmüştür. Mevleviler’e ait
Kırklar Tekkesi Şeyhi 6 Temmuz 1958 günü Rum
teröristlerce öldürülmüştür.
Vasilya köyü katliamından sonra Grivas’ın
emri ile 11 Temmuz 1958 tarihindeLitrangomi
köyündeki Türlere silahlı saldırı
yapılmıştır. İnönü (Sinde) köy otobüsü,
EOKA teröristlerinin 1958 yılında kurdukları
pusuda otomatik silahlarla taranmış ve yedi
Türk yolcu katledilmiştir. Rumlar 1 Haziran
1958-14 Temmuz 1958 tarihleri arasında 24
Türkü katlettiler. Rumların yaptığı
katliamlarda çok sayıda Türk
öldürülmüştür. EOKA’nın fiilen faaliyete
geçtiği 1 Nisan 1955- 1958 tarihleri arasında
yüzlerce Türk öldürüldü, 28 köyden 1334
Türk, göç etmek zorunda kalmıştır.
Rumların Türklere karşı işledikleri
insanlık suçlarının ağırlığını
gösteren örneklerden biri de, Aytotro
katliamından sonra camiinin bahçesinde kurulan
çadırlarda yaşayan Türklere 21 Kasım 1960
tarihinde yapılan bombalı saldırıdır.
Rumların yaptığı katliamların amacı ENOSİS
önünde engel gördükleri Türkleri imha
etmekti. Bu gerçek 1960 yılında Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kurulmasından önce olduğu
gibi 1960 yılından sonra da varlığını
korumuş ve bugünlere kadar
sürmüştür.Makarios, Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre
sonra 8 Ekim 1960 tarihinde Herald Tribuna
gazetesine verdiği demeçte ENOSİS davası
ölmemiştir. ENOSİS unutulmuştur diyemem
demiş; EOKA militanlarını övmüş; Türklere
verilen haklar nedeniyle devletin
yönetilemediğini, devlet sisteminin fonksiyonel
hale getirilebilmesi için Anayasa’da Türklere
verilen hakların kaldırılmasını, Garanti ve
İttifak Antlaşmaları’nın feshedilmesini
istemiştir. Bugün GKRY Başkanı Papadopulos da
Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın
feshedilmesini, Annan Planı’nda devletin daha
fonksiyonel hale getirilebilmesi için Türklere
öngörülen hakları azaltacak değişiklikler
yapılmasını istemektedir.
4. 1963-1974 Dönemi Katliamları
a) Akritas Planı
Türkleri imha ederek Kıbrıs’ı Yunanistan
ilhak etme girişimi Akritas Planı ile
uygulamaya konmuştur. Rum yayın organı Patris
gazetesinde 21 Nisan 1966 tarihinde yayınlanan
çok gizli kodlu Akritas Planı’na göre
Kıbrıs Türk halkı ani bir saldırı ile
tamamıyla yok edilecek ve Ada Yunanistan’a
bağlanacaktı. Akritas Planı’nı,
Cumhurbaşkanı Makarios, AKRİTAS kod adlı
İçişleri Bakanı Yorgacis, Temsilciler Meclisi
Başkanı Klerides ve GKRY’nin bugünkü
Başakanı, o günkü Çalışma Bakanı
Papadopulos hazırladılar, fiilen yönettiler ve
yönlendirdiler.
Patris gazetesi Akritas Planı’nı hayata
geçirip uygulamak amacıyla gizli bir örgüt
kurulduğunu, bu örgütün yönetim ve
denetiminin Rum yöneticilerle yerine
getirildiğini açıklamıştır. Makarios
tarafından kurulan Rum Gizli Örgütün’nün
en üst kadrosunda, Başkan olarak İçişleri
Bakanı Polikarpos Yorgacis, Başkan
Yardımcısı Çalışma Bakanı Thassos
Papadopulos (GKRY’nin bugünkü Başkanı),
Kurmay Başkanı milletvekili Nikos Koçiş,
Kurmay Daireleri Sorumlusu Temsilciler Meclisi
Başkanı Glafkos Klerides, görev ve sorumluluk
almışlardı.
Akritas Planı’na göre ENOSİS hareketinin ilk
adımı Türklerin direnmesi halinde süratle
imha edilmeleri ve Antlaşmaların tadil edilmesi
olacaktı. Akritas Planı ENOSİS’in, dört
aşamada gerçekleştirilmesini öngörmektedir.
Buna göre birinci aşamada Anayasanın
işlemediği kanıtlanacak, ikinci aşamada
Anayasa değiştirilecek ve Garanti ve İttifak
Antlaşmaları feshedilecek, üçüncü aşamada
self-determinasyon hakkı ve devlet gücü
kullanılacak ve dördüncü aşamada çatışma
halinde ENOSİS derhal ilan edilecekti.
Akritas Planı ENOSİS’i gerçekleştirme
aşamalarını en ince detayına göre
düzenlerken ve her aşamada hangi eylemlerin
yapılacağını programlarken, en büyük
tehlike olarak görülen Türkiye’nin
müdahalesini önlemek ve etkisiz hale
getirebilmek için müdahale sürecinde Türkleri
yok edecek şekilde süratle hareket edilmesini
de öngörmüştür. Bunun için de İçişleri
Bakanı Yorgacis’in Başkanlığında silahlı
bir teşkilat kurulmuştu. Bu Teşkilat, Başkent
Lefkoşa esas alınarak kurulmuş ve vuruş
kabiliyeti buna göre ayarlanmıştı. Patris
gazetesinin 27 Ocak 1967 tarihli sayısında Plan
ile ilgili evrakın klişesini de vererek
“Genel Harekat Planı”nı da
açıklamıştır. Plan Türk bölgelerinin
kontrol altına alınmasını, Türk liderlerinin
kaçırılmasını ve öldürülmesini, karşı
koyacak Türklerin derhal yok edilmesini
öngörmekte idi. Plan’da öngörülenlerin
gerçekleştirilmesi için Lefkoşa ve
çevresinin Harekat Planı’nda bölge beş
kesime ayrılmış, bu kesimlerde
görevlendirilecek silahlı sayısı, silah
türleri, saldırı yönleri ve hedefleri ev ev,
sokak sokak, kontrol noktaları belirlenerek
bölge komutanları görevlendirilmiştir.
Harekat Planı kapsamında savunma grupları,
savunma gruplarını takviye edecek yedek
gruplar, sabotaj grupları ve emniyet grupları
oluşturulmuştur. Ayrıca Türk yerleşim
yerlerinde gerçekleştirilecek sabotaj
hareketleri için genel bir plan hazırlanmış
ve bu plana göre sabotaj grupları faaliyete
geçirilmiştir. Harekat Planı kapsamında
silahsız sivil halkın teşkilatlandırılarak
silahlandırılması ve bunların Türklere
karşı harekete geçirilmesi de
programlanmıştır. Halkın silahlandırılması
için oluşturulacak grupların kadrosunun
fabrikalarda çalışan işçilerden
oluşturulması ve silahlarının fabrika ve iş
yerleri sahipleri tarafından alınması,
silahların eyleme geçilmeden önce fabrikalara
getirilerek saklanması öngörülmüştür.
Böylesine detaylı, çok yönlü ve askeri
kurmay özeniyle ve teknik bilgisiyle
hazırlanmış olan Akritas Planı’nı Kıbrıs
Rumları 21 Aralık 1963 tarihinde uygulamaya
koymak suretiyle bir katliam programını icra
etmişlerdir. Plana göre başlatılan Rum
saldırıları, “eski bir EOKA tedhişçisi
(teröristi) olan Kıbrıs Cumhuriyeti
İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’in
özel ofisinden yönetilmekteydi.”[18]
Belirtildiği gibi Akritas Planı’nın amacı
ENOSİS’i gerçekleştirebilmek için
Kıbrıs’ı Türkler’den arındırmaktı.
GKRY Başkanı Papadopulos’un Akritas
Örgütü’nün Başkan yardımcısı olarak
üst düzeyde sorumluluk yüklendiği Akritas
Planı uygulaması, sonuçları itibarıyla 20.
yüzyılın önde gelen soykırım ve ağır
insanlık suçlarından biridir. Bu Planı’nın
21 Aralık 1963 gecesi uygulamaya konmasıyla
Türkler 103 köyden göç ederek Ada’nın %
3’lük bölümüne sığınmışlar on bir yıl
ağır bir kuşatma ve ambargo altında
yaşamışlardır. Türklerin terk ettiği
köyler ve evler yakılıp yıkılmış, 500’ü
aşkın Türk katledilmiştir. Aralık
1963-Temmuz 1974 döneminde Türkler yollardan
toplanarak, köyler basılarak, kadın, erkek,
genç-yaşlı, çocuk-bebek ayırımı
yapılmadan kurşuna dizilmişler, toplu
mezarlara canlı canlı gömülmüşler,
hastanelerdeki Türk hastaların kanları
çekilerek öldürülmüşlerdir.
Türkleri imha planı olarak üç yıllık bir
dönemde hazırlanan Akritaş Planı’nda esas
darbenin Lefkoşa’daki Türklere indirilmesi ve
altı saat içinde korkunç bir katliam yapılmak
suretiyle diğer bölgelerdeki Türklerin teslim
olması öngörülmüştür.
Akritas Planı 21 Aralık 1963 tarihinde
uygulamaya konmadan kısa bir süre önce, 1960
Anayasası’na aykırı olarak çok sayıda
EOKA’cı Rum “Özel Polis” statüsü ile
polis gücüne dahil edilmiş ve bu yolla
silahlandırılmışlardır. Bu gelişmeler
ışığında Türkiye 16 Aralık 1963 tarihinde
Makarios’u bir nota ile uyarmış, ancak
Makarios bildiğini yapmıştır. Özel Polis
olarak alınan Rumlar Akritas Planı’nın
uygulanmasında aktif rol oynamışlardır.
Kıbrıs siyasal tarihine Kanlı Noel olarak
geçen 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların
başlattığı Türkleri katliam harekatının
acımasızlık boyutları her türlü vicdani
değerlendirmeyi aşmaktadır. Kanlı Noel’de
hapishanelerde bulunan Türk tutuklular çok
ağır işkencelere tabi tutulmuşlar ve bir
kısmı katledilmiştir. Rum-Yunan askerleri
Aralık 1963-1964 tarihleri arasında kadın ve
çocukların da dahil olduğu yüzlerce Türkü
tutuklamışlar ve hapishanelerdeki Türk
mahkumlar yanında bu Türklere de işkence
yapmışlar, bir kısmını öldürmüşler,
işkencelerde bazı Türkleri engelli hale
getirmişler (sakatlamışlar), Rum mahkumları
silahlandırmışlar, Türk mahkumları
koğuşlardan alarak hücrelerde kapalı
tutmuşlardır.
Rum katliamlarını yaşayan ve anılarını
kitaplaştıran Gibbons, Ayvasıl (Ayios
Vasilios) köyü katliamı hakkındaki
gözlemlerini şöyle ifade etmektedir:
"Silah sesleri duyuldu; tüfek dipçikleri
ile kilitli kapıları kırdılar; insanlar
sokaklara sürüklendi; 70 yaşında bir Türk,
kırılan ön kapısının sesiyle uyandı.
Sendeleyerek yatak odasından çıktığında,
bir sürü silahlı gençle karşılaştı.
"Çocuğun var mı?" diye sordular.
Şaşkın bir biçimde "Evet" dedi.
"Dışarı gönder" diye emrettiler. 19
ve 17 yaşlarındaki iki oğlu ve 10 yaşındaki
kız torunu aceleyle giyinip, silahlı adamların
peşinden dışarı çıktılar. Çiftlik
duvarının dibine dizildikten sonra, silahlı
adamlar tarafından makineli tüfek ateşiyle
öldürüldüler. Başka bir evde, 13 yaşında
bir erkek çocuk elleri dizlerinin arkasına
bağlanıp yere yıkıldı. Ev talan edildi ve
talancılar çocuğu tekmeleyip ırzına geçip,
sonra da bir tabancayla başının arkasından
vurdular.
O gece Ayios Vasilios'ta toplam olarak 12 Türk
katledildi. Diğerleri toplandı, itilip
kakılarak oradaki Türklerin yanına sığınmak
üzere Skylloura yoluna çıkarıldı.
Gecelikleri, pijamaları ve çıplak ayaklarıyla
soğukta sendeleyerek ilerlemeye başladılar.
Rumlar karanlıkta arkalarından ateş
ediyorlardı.
Silahlı adamların dikkati Türk evlerine
çevrildi. Evleri yağmalayıp tahrip ettiler,
yorulduklarında da ateşe verdiler. Aynı
yörede, tek kalmış çiftlik evlerinde dokuz
Türk daha öldürüldü."[19]
Gibbons’un anılarında belirttiği diğer bir
katliam olayı 208 Türk'ün yaşadığı
Lefkoşa'nın Mathiati Köyü'nde
gerçekleştirildi: "(...) İlk dakikalarda
üç Türk ciddi olarak yaralandı. Türkler
beyaz, küçük evlerinden sokağa
fırladıklarında, küfreden ve çığlıklarla
gülen kalabalık, bunları yol boyunca
iteklemeye ve tekmelemeye başladı. Dipçik
darbeleriyle yerlere yıkılan dehşete
kapılmış Türkler, sokaklarda sürüklenirken
kalabalık, evlere doluşup, ocaklardan yanan
kütükleri çekip perde ve yatakları yakmaya
başladı. Yıllar boyunca güneşte kurumuş
ahşap çatı kirişlerini önce dumanlar, sonra
da ateş sardı. Gürültüyle uyanıp ağlamaya
başlayan emzikli bebeleri sıkıca tutmuş,
çoğu gecelikli ve ayakları çıplak olan
kadınlar, yürüyebilen ve pantolon veya mavi
çizgili pijamalarının paçalarını tutmuş
çocuklarıyla birlikte, yaralılarını
sürükleyen Türkler alevler içindeki
sokaklarda itilip kakılıyorlardı.
Rum gençler histerik bir biçimde evlere ateş
ediyor, kısılmış sesleriyle çılgıncasına
bağırıyorlardı. Ateşler evlerin bir
kısmını bütünüyle kaplamadan gruplar
halinde içlerine doluşup eşya ve
tabak-çanağı kırmağa, değerli eşyaları
kapıp ceplerine doldurmaya başladılar. Evlerin
gerisinden gelen çılgınca sesler
saldırganların dikkatini Türklerin
hayvanlarına çekti. Ahırlara doluşup sağlam
inekleri, keçi ve koyunları makineli tüfekle
taradılar. Tavukları havaya atıp, gıdaklar ve
çırpınırlarken ateş ediyorlardı; gövdeleri
bir tüy bulutu halinde parçalanıyordu.
Kalabalık kana susamış bir çılgınlık
içinde bağrışıyordu. Türkler, donmuş,
açık yol boyunca sürüklenip köyden
çıkarıldılar. Azap içinde, tamamıyla
Türklerin oturduğu bir sonraki köyün,
Kochatis'in yakınlarında bırakıldılar.
Kochatis köyünün Türkleri komşularına
yardım etmek için evlerinden fırlarken
kalabalık ateş etme, yakma ve yağmalama
çılgınlığına devam etmek üzere Mathiati'ye
geri döndü."[20]
Kanlı Noel saldırılarında önemli ilk kitle
katliamlarından biri de bir Türk yerleşim
birimi olan ve 800 kadar Türk’ün yaşadığı
Küçük Kaymaklı’da yapılmıştır. Bu
katliam sırasında öldürülen çok sayıdaki
Türklerin arasında eli ayağı tutmayan
(engelli) bir Türk genci ile başından
vurularak öldürülen 70 yaşındaki bir imam da
bulunuyordu. Lefkoşa’da Küçük Kaymaklı ve
yüzün üstünde Türk ailesinin yaşadığı
Çağlayan bölgelerine yapılan katliam
saldırıları sırasında binlerce Türk evi
boşaltılmıştır. Küçükkaymaklı köyü
tamamen yakılıp yılmıştır. Köy bugün
halen yakılmış ve tahrip edilmiş hali ile bir
ibret abidesi halinde durmaktadır.
Küçük Kaymaklı’dan göç etmek zorunda
kalan Türkler hemen yakındaki Hamit Köye
sığınmışlar ve orada Türkiye’den
Kızılay’ın gönderdiği çadırlarla
oluşturulan “çadır mahallesinde” yıllarca
yaşamışlardır. Çağlayan bölgesinden göç
eden Türkler Lefkoşa’nın Türk kesimindeki
surlar içine sığınmışlardır.
Kanlı Noel soykırımının bir simgesi haline
gelen ve dünya kamuoyunda büyük infial yaratan
Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda görevli
Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın çocukları ve
eşi barbar Rum saldırılarında canlarını
kurtarmak için saklandıkları banyo küveti
içinde kurşunlanarak öldürülmüşlerdir.
Gibbons, kitabında Kumsal katliamı hakkındaki
gözlemlerini şöyle ifade etmektedir:
"Silahlı adamlar kapıları kırdılar;
dipçikleyerek, döverek, yumruklayarak ve
küfrederek Türk evlerine doluştular.
Kumsal'dan geri çekiliş başladı. Bir kere
daha, Naziler'in saldırısı altında bozguna
uğrayan Avrupa'da olduğu gibi aileler,
şaşırmış, dehşete düşmüş bir halde
kulaklarında tüfeklerin gürültüsü ve
makinelilerin takırtısının yankısıyla
evlerinden soğuk sokaklara döküldüler. Kayıp
düşerek, birbirlerine tutunarak koşmaya
başladılar. Sokakta bir kadının "Allah
rızası için birisi yardım etmeyecek mi?"
diyen çığlığı yankılandı.
Kumsal'ın Türk sakinlerinin 159'u o gece
kaçamadı. Banyodaki dört kişi ve ev
sahibesinden başka dört kişi daha o gece
öldürüldü; 150'si rehin alındı.
Rehinelerden bir kısmını bir daha gören
olmadı."[21]
Rum barbarlığının, vahşetinin ve
işledikleri insanlık suçlarının çarpıcı
örneklerinden biri de Rum bölgesinde bulunan
devlet hastanesinde tedavi gören hastaların
kanlarının alınması ve katliam harekatında
yaralanarak hastanelere kaldırılan Türklerin
kan yerine su verilmesi suretiyle
öldürülmeleridir. Bu arada hastanede
çalışan bir hastabakıcı ve tedavi gören
genç bir Türk öğretmen de hastaneye gelen
silahlı Rumlar tarafından, Türk
Başhemşire’nin odasında vurularak
öldürülmüştür.[22]
İtalyan gazetecinin 1964'de yapılan Rum
katliamlarına ilişkin gözlemleri de
çarpıcıdır: "Şu anda Türklerin
köylerinden göçlerine şahit oluyoruz. Rum
terörü acımasız; binlerce kişi evlerini,
topraklarını, sürülerini terk ediyor. Bu
sefer Helenlik laflarının ve Plato'nun
bütününü bu barbarca ve kudurmuş
davranışları gizlemesi imkansız. Türk
köylerinde akşam üstü saat dörtte sokağa
çıkma yasağı yürürlüğe giriyor.
Tehditler, silah sesleri ve kundakçılık
girişimleri karanlık basar basmaz başlıyor.
Ne kadın, ne de çocuğun gözetilmediği Noel
katliamından sonra, herhangi bir mukavemet
imkansız gözüküyor."[23]
Lefkoşa'nın Ayios Sozomenos köyündeki olaylar
hakkında, Time muhabiri Robert Ball ise
gözlemlerini şöyle dile getirmektedir:
"En şiddetli çarpışma, Rumların yumru
yumru zeytin ağaçlarının örtüsünden
yararlanarak taarruz ettikleri köyün batı
kıyısında olmaktaydı. Dokuz Türk'ün
sığındığı kerpiç evin bir penceresi bir
roketatar mermisiyle uçurulmuş, ikinci katı da
kurşun delikleriyle tam anlamıyla kevgire
dönmüştü.
Umutsuzluk içinde dere yatağına doğru,
kaçmaya çalışan bir Türk çoban, kapıdan
birkaç adım ötede vuruldu. Bir diğeri ise
eline geçirdiği bir yabayla Yunan mevzilerine
tek başına, nafile bir taarruza kalktı, hemen
öldürüldü."[24]
Akritas Planı ile Rum-Yunan ikilisinin
Kıbrıs’ta başlattığı soykırım
harekatı, soykırım tanımları bağlamında
bütün türleri içeren bir niteliktedir.
Kıbrıs Türk halkının 21 Aralık 1963-20
Temmuz 1974 tarihleri arasında geçen on bir
yıl içerisinde yaşam koşulları
ağırlaşarak bir varoluş ve direniş
mücadelesi vermiştir. Bu dönemde Ada’daki
Türk nüfusun yarısı Türk Kızılayı’nın
yardım kayıtlarında kalmıştır. Bu sayının
yarısı göçmen olarak
sınıflandırılmıştı. Silah zoruyla göç
ettikleri köylerine ve terk ettikleri evlerine
dönmeleri imkansız olan on binlerce Türk, on
bir yıl boyunca insanlık dışı koşullarda ve
Rum ablukası ile ambargosu altında göçmen
kamplarında, çadır kentlerde yaşamıştır.
Rum saldırıları sonucunda boşaltılan 103
köyün ve terk edilen binlerce evin büyük bir
çoğunlu bombalanmış veya kundaklanma
sonucunda tamamıyla veya kısmen tahrip
edilmiş, yağmaya uğramış ve içinde
yaşanamayacak bir duruma getirilmiştir.[25]
Ada’nın %3’lük kısmına
sıkıştırılmış olan Türk halkının
gidebileceği hiçbir yer yoktu, iskan
edilebilecekleri ev yoktu. Kıbrıslı Türkler
1963’ten 1968’e kadar üzerlerindeki çok
ağır baskılarla yaşamlarını
sürdürebildiler. Türk memurların tamamı
işlerinden atılmış ve Rumların yanında
çalışanlar kovulmuş, tarımla uğraşanlar
topraklarından koparılmıştı. Türkiye,
Kızılay vasıtasıyla, Türklere temel gıda
maddeleri yardımında bulunarak, her aileye
belirli miktarda un, pirinç, kuru fasulye,
şeker, yağ ve diğer elzem maddeleri yardım
olarak, bu on bir yıl boyunca gönderdi.
Türkiye’nin gönderdiği yardımları BM
görevlileri Rumların denetiminde Türk
bölgelerine ulaştırdı. Rumlar Türkiye’den
gelen yardımları silah arama bahanesi ile
kasaları kırarak açıyor, gıda malzemelerini
yerlere boşaltıyor ve bundan sonra kamyonlara
yüklenmesine izin veriyorlardı. Bu arada gelen
yardımların yarısı tahrip oluyor ya da
çalınıyordu.
Türk bölgelerinden çıkıp başka yerleşim
yerlerine seyahat eden Türkler yollara kurulmuş
barikatlarda ve yerleşim yerlerine giriş
çıkış noktalarında saatlerce bekletilerek,
insanlık dışı tahkir edici aramalara tabi
tutuluyorlardı. Bu aramalarda Türklerin
üzerlerindeki paralar ve değerli eşyaları
alınıyor, yüzlercesi çıktıkları bölgelere
bir daha geri dönmüyor ya da gidecekleri
yerlere hiç varamıyorlardı. Bu şekilde
700’ü aşkın Türk yollardan alınarak
öldürülmüş ve kayıplar listesindeki
yerlerini almıştır.
Kuşatma altındaki büyük Türk bölgelerine
köylerden getirilen sebze ve meyveleri taşıyan
kamyonlar yerleşim yerlerinin giriş
noktalarında (barikat ve kapılarda) duruluyor,
silahlı Eokacılar tarafından yere atılarak
tahrip ediliyor, Kıbrıs Rum polisi ve Rum Milli
Muhafuz Ordusu (RMMO)’nun adamları sebze ve
meyveleri ayaklarıyla eziyor, silah arama
bahanesi ile karpuzları kesiyorlardı. Rum
köylerine yakın ve sınır olan Türk
köylerinin otlaklarına Rum çobanlar sürekli
zehir atıyorlar ve hayvanların ölmesini
sağlıyorlardı. Ayrıca tarlalarında
çalışan Türk köylüleri kadın çocuk
demeden öldürüyorlardı. Türk bölgelerine
giren araçların akaryakıt depoları Rumlarca
kontrol edilerek dört litreden fazla olan
depoları boşaltılarak el konuyordu. Rum
polisinin hazırladığı uydurma “arananlar”
listesinde isimleri olduğu gerekçesiyle çok
sayıda Türk yolardan alınarak sorgusuz sualsiz
tutuklanıyor ve infaza maruz kalıyordu.
Kıbrıslı Rumlara göre “Türkler insan
değil köpek idi”.[26]
Rumlar belirtilen soykırım uygulamalarıyla
Türkleri işsiz, gelirsiz, yavaş fakat kesin
bir sefalete doğru sürükleyen bir strateji
uygulayarak Kıbrıs’ta Türk varlığını
eritmeyi hedeflemişlerdi. Bu uygulamalar
yanında Grivas ve emrindeki EOKA teröristleri
küçük ve savunması daha zor olan Türk
bölgelerini yok etmek amacıyla sistemli ve
programlı bir şekilde kanlı saldırılar
düzenliyordu.
Bütün bu uygulamalara karşın 1963 yılından
günümüze kadar hiçbir Rum sorgulanmadı,
yargılanmadı. Aksine Papadopulos basına son
zamanlarda yaptığı açıklamalarda
Kıbrıs’ta bir tek Türkün bile
öldürülmediğini söyleyebilmiştir. Bununla
da yetinmeyen GKRY, 2005 yılını “EOKA
Yılı” ilan ederek Papadopulos’un da dahil
olduğu 21 bin EOKACI’ya madalya verilmesini
kararlaştırmıştır. Bütün bu olgular
Kıbrıs’ta Türklere karşı uygulanan
soykırımın devlet eliyle ve örgütlü bir
şekilde gerçekleştirildiğini göstermektedir.
Rumların soykırım harekatına Yunanistan da
tam anlamıyla ortak olmuştur. Nitekim RMMO’da
650 Yunanlı subay fiilen ve açıkça görev
yapmış ve komuta etmiştir. Türklere yapılan
saldırılarda Rum silahlı gücüne Yunanlı
subaylar komuta etmiştir. “Kıbrıslı Türk
sivillere Lefkoşa ve Erenköy’de EOKA
tarafından yapılan saldırılara katılmış
RMMO bünyesindeki Yunanlı subaylar da,
Ada’daki masum, savunmasız Türk köylerine
yapılan saldırıları yönetmişti.”[27]
b) İphestos Planı-1974
İphestos Planı, RMMO’nun Türkleri 1974
yılında yok etme planıdır. Rumlardan 1974
Barış Harekatı’nda ele geçirilen “RMMO
belgeleri, Ada’nın Türk nüfusunu
bütünüyle yok etmeyi amaçlayan, tüyleri
diken diken edecek planların ortaya
çıkmasını sağladı. Bu belgeler
‘temizlenecek’ Türk bölgelerini ve
köylerini detaylı olarak gösteriyor. Bütün
detaylar, içinde yaşayanlarla birlikte imha
edilecek köyler, özel bölgelere ve görevlere
tahsis edilen birlikler, hatta Türk cesetlerinin
nereye gömüleceği, hepsi hepsi planlarda var.
Okumak korku vericiydi ve belki de hepsinden
korkunç olanı da, Kıbrıslı Rum sivillerin
katliamlara katılmaları amacıyla organize
edileceklerinin ve bu yönde beyinlerinin
yıkanacağının ortaya çıkmasıydı. BUNLAR
SOYKIRIM DOSYALARIYDI. Çevirisini yaptığım
Soykırım Dosyaları, Yunanistan’ın
Kıbrıs’ta yaptığı hükümet darbesine
kadar geçen aylar içerisinde gönderilen
yığınlarca emirden sadece küçük bir parça
idi. Fakat bu özel belgeler, Girne’den,
Lefkoşa’nın kuzeyinden, Ada’nın
kuzeybatısındaki Güzelyurt Koyu’na kadar
olan bölgelerle ilgiliydi. Gerçekler
ışığında bu dosyalar, Yunanistan ve
Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs Türklerini
Ada’dan silme niyetinde olduklarını açıkça
gösteriyordu.”[28]
RMMO Komutanı Haralombos’un yöneteceği
İfestos Planı,“İFESTOS(Volkan)197 4” kod
adını taşıyordu ve İç Güvenlik (SEA)
operasyonu olarak tarif edilmiştir. “Bu,
Türkiye’nin yapacağı bir saldırıdan
korunma kılıfı içerisinde yapılmıyordu.
Gerçekte, Türkiye adı bile geçmiyordu. Bu,
dışarıdan kimsenin müdahil olmayacağı,
sadece içe yönelik bir mesele olacaktı. Sadece
Kıbrıslılar arasında bir şey olacaktı.
Kıbrıslı Rumlar öldürecek, Kıbrıslı
Türkler ölecekti. İşte bu kadar
basitti”[29]
Rum-Yunan ikilisinin 1974 Cunta Darbesi ile
gerçekleştirilecek olan ENOSİS için
böylesine bir soykırım planı
hazırlamışlardı ve bu Planı uygulamaya
koyduklarında Türkiye’nin müdahale
edemeyeceği, ederse de kurtaracak Türk
bulamayacağı inancındaydılar; çünkü
kendilerince gerekli bütün önlemler en
ayrıntılı bir şekilde belirlenmiş ve her
şey mükemmel bir biçimde programlanmıştır.
Nitekim en son açıklanan Kıbrıs’la ilgili
ABD Milli Arşiv belgelerine dayanarak Makarios
Durusiotis, “İlk Bölünme – İProti
Dihotomisi” adlı kitabında, Tassos
Papadopulos’un Amerikalılara, Türklerin
işgal etmesi halinde, Kıbrıslı Rumların 'iç
durumu düzeltmek' için planları olduğu
mesajını gönderdiğini ve bu mesajda, 'Eğer
Türk donanması, 12 mil sınırları içine
girerse, bunu işgalin başlangıcı olarak
sayacaklarını, hesaplarına göre bu zamanın
kendilerine, kendi savunmaları amacıyla
Kıbrıslı Türkleri temizlemek için 75 dakika
sunduğunu ve bunu yapacak plan ve yollara sahip
olduğunu ifade ettiğini açıklamaktadır.
Bütün veriler ve bilgiler Rum-Yunan ikilisinin
Kıbrıs’ta Türk varlığına son vermek için
kapsamlı bir soykırım planını
hazırladığını ve uyguladığını açık ve
tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır.
1974 Barış Harekatı sürecinde Rumların
gerçekleştirdikleri Muratağa, Atlılar,
Sandallar, Dohni katliamları ve yabancı
gazetecilerin gözlemledikleri olaylar, Rum-Yunan
soykırımının en güçlü kanıtlarıdır.
İngiliz gazeteci 1974 yılına ait gözlemlerini
aktardığı yazısında, "Kıbrıs'ın
istilasından sonra yüzlerce Kıbrıslı Türk,
Milli Muhafızlarca rehin alınmış, Türk
kadınlarının ırzına geçilmiş, çocuklar
cadde ortasında öldürülmüş ve Limasol'daki
Türk mahalleri tamamen yakılmıştı."[30]
Bir Alman turistin gözlemleri ise son derece
çarpıcıdır: "Yunanlılar'ın
kasaplığını insan zekası kavrayamaz...
Magosa etrafındaki köylerde Rum Milli
Muhafızları, vahşetin eşsiz örneklerini
gösterdiler. Türk evlerine girdiler;
acımasızca kadın ve çocuklara mermi
sıktılar; birçok Türk'ü, gırtlağından
kestiler; Türk kadınlarını toplayarak
ırzlarına geçtiler..."[31]
"Kıbrıs Rumları, XX. yüzyılda,
çağdışı davranışlar sergileyerek
giriştikleri katliamlarda masum Kıbrıs
Türklerini hunharca öldürmekle kalmayıp
kazdıkları çukurlara yarı canlı insanları
da doldurmuşlardır. İşte gün ışığında
mezardaki pek çok insan cesedi Yunan vahşetini
dünya kamuoyuna tanıtıyor. Toplu mezarlardan
çıkarılan Kıbrıslı masum Türklerin
cesetleri, yıllardan beri adada derebeylik
yasalarını uygulayan Rumların, ne derece sefil
bir yaratık olduklarını
kanıtlıyordu..."[32]
İphestos Planı’nın uygulama sonuçları 1974
Barış Harekatı’ndan sonra ortaya
çıkarılan toplu katliam mezarlarıdır.
Muratağa, Atlılar ve Sandallar Katliamları
bunun en korkunç örnekleridir. Bir Türk
çobanın 1 Eylül 1974 tarihinde toprak
üzerinde fark ettiği bir el, Muratağa ve
Sandallar köylerinin sakinlerinin akıbetlerinin
ne olduğunu acı bir şekilde ortaya
çıkarmıştır. Yirminci yüzyılın en kanlı
soykırımcıları Rum-Yunan ikilisi 15 Ağustos
1974 günü, 88 Türk'ü vahşice öldürerek
topluca bu vahşet çukuruna gömmüşlerdi.
Atlılar Köyü, Magosa'nın 15 km uzağında,
tamamen Türklerle meskun bir köydü. Rumlar
köyde yaşayan 27 Türk'ü katlederek toplu
mezara gömdüler. Atlılar toplu mezarı 21
Ağustos 1974 tarihinde ortaya çıkarıldı.
Rumlar 15 Ağustos 1974 günü kurşuna
dizdikleri kadın-erkek, çoluk-çocuk toplam 57
Türkü çukura üst üste atmışlar ve
üzerlerini buldozerlerle kapatmışlardı.
5. Türklerin Göçleri
Kıbrıs’ta İngiliz yönetimi 1878 yılında
başladığı zaman Türkler ada nüfusunun %
44’ünü oluşturmakta ve toprak mülkiyetinin
% 50’sine sahipti.[33] Türk Barış
Harekatı’nın gerçekleştirildiği 1974
yılında Türk nüfusu 120 bin civarında ve
toplam Ada nüfusunun % 18-20’si oranında,
tapulu Türk toprakları da %35 oranında idi.
Bir diğer anlatımla 1878-1974 döneminde
Türklerin Ada nüfusundaki payı % 50’den %
20’ye düşerken Rumlar büyük bir
çoğunluğa ulaşmış ve başta
kamulaştırmalar olmak üzere Türk halkının
ve Türk Vakıflarının toplam tapulu malları,
biliçli şekilde yapılan çeşitli
uygulamalarla azaltılmıştır. Bu sonuç doğal
olarak ortaya çıkmamış, Kıbrıs’ın Türk
yönetiminden çıkmasıyla birlikte Türklere
karşı başlatılan sistemli ve planlı yok
ediş eylemleri sonucunda meydana gelmiştir.
Kıbrıs’ta Türk nüfusunun toplam nüfustaki
payının azalmasında en önemli etken Kıbrıs
dışına verilen göçlerdir. Türklerin
yurtdışına göç etmesinin önemli nedenlerden
biri 1923 Lozan Barış Anlaşması ile
Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılması,
daha sonraları gerek İngiliz Sömürge
döneminde Türklere yapılan ikinci sınıf
vatandaş uygulamaları ve gerekse Rum-Yunan
soykırımıdır.
|
SONUÇ
Rumların
Türklere karşı giriştiği katliam eylemlerinin bir
soykırım olduğu açık bir gerçektir. Bir hukukçu
olan Steven Katz’ın, soykırımın delillerinin kabul
edilmesi için onun planlı bir şekilde
yapıldığının somut olarak belirlenmesi gerektiği
görüşünü[34] dikkate aldığımızda Akritas Planı
bunun en somut delilidir.
Soykırım araştırmacılarının, yaptıkları
incelemeler sonucunda elde ettikleri bulgular ve ortaya
koydukları tezler soykırımın sadece, doğrudan
doğruya bir ulusu, ırkı, etnik ve dini grubu fiziki
olarak yok etmek olmadığını, aynı zamanda,
grupların sosyal ve siyasi kurumsallaşmalarını,
kültürel, dini, dil ve ulusal duygularını ve ekonomik
yaşamını, kısmen ya da tamamen yok etmek, çökertmek
olduğunu ifade etmektedirler. Rumların Türk halkına
karşı uyguladığı eylemler, soykırımın bu
anlamıyla tamamen örtüşmektedir.
Rumlar, Kıbrıs’ta Türk halkının gelişme
koşullarını ambargolar, toprağını işgal etmek,
köyünden-yurdundan göç ettirmek, üretimini ve diğer
ekonomik faaliyetlerini engellemek yoluyla soykırımı
en geniş şekliyle uygulamıştır.
Bugün de sürdürdüğü ambargolar ve uluslar arası
alanda BM üyeliğini ve AB üyeliğini kullanarak
gerçekleştirdiği tecrit girişimleri ile KKTC’nin ve
Türk halkının kalkınmasını, gelişmesini ve refah
düzeyinin yükselmesini önlemekte, dolayısıyla
soykırım sürecini devam ettirmektedir.
DİPNOTLAR
[1] Sefa M. Yürükel, Batı Tarihinde İnsanlık
Suçları, 2. Baskı, Marmara Grubu Stratejik
Araştırmalar Vakfı Yayını, İstanbul, 2004, s. 6.
Daha geniş bilgi için Bkz. Rudolph J. Rumell,
Statistics of Democide: Genocide and Mass Murder Since
1900, Piscatawy, Transaction Publishers, 1998.
[2] Gündüz Aktan, “Türkler Büyük Kayıplarının
Yaslarını Tutmamıştır”Tarihte Türklere Yapılan
Katliamlar - Panel, Başkent Üniversitesi Stratejik
Araştırmalar Merkezi Yayını, Ankara, Şubat 2005, s.
8.
[3] Yürükel, 2004, s. 9. Ayrıca daha geniş bilgi
için Bkz. R. Lemkin, in Hinton, Genocide: an
Anthropological Reader (ed.) Alexander Laban Hinton,
Blackwell Publishers, 2002.
[4] David Kader, Progress and Limitation in Basic
Genocide Law, in Genocide, (ed) Israel W. Charny, Mansell
publisihg, London, 1991, ss.140-146.
[5] Pieter N. Drost, United Nations legislation on
International Criminal Law, leyden, A.W. Sythoff, 1959,
s.124.
[6] Yürükel, 2004, s.15.
[7] Israel W. Charny, Genocide: Conceptual and Historical
Dimensions (ed.), George Andreopoulos, Philadelphia,
University of Pennsylvania Press, 1994.
[8] Yürükel, 2004, s. 157. Soykırım türleri
hakkında daha geniş bilgi için Bkz. Sefa M. Yürükel
, Batı Tarihinde İnsanlık Suçları, 2’nci Baskı,
Marmara Grubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı
Yayını, İstanbul 2004, ss. 154-170.
[9] Yürükel, 2004, s.22.
[10] Yürükel, ss. 23-24.
[11] Oktay Öksüzoğlu, Dünüyle Bugünüyle Kıbrıs
Türkleri, Hamle Yayın, İstanbul, Mart 2003, ss. 43-44.
[12] Öksüzoğlu, s. 44.
[13] Rauf R. Denktaş, 12’ye 5 Kala Kıbrıs, Ankara,
Ekim 1966, s.13.
[14] Yürükel, 2004, s. 119.
[15] Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey, 27 Mayıs 1912
tarihli Vatan Gazetesi’nde Rumların saldırılarını
anlatan yazısında, saldırıların Kıbrıs’taki
Yunan müsevvikleri (provakatörleri) tarafından
kışkırtıldığını ifade etmiştir.
[16] Yürükel, 2004, s. 119.
[17] Yürükel, 2004, s. 120.
[18] Harry Scott Gibbons, The Genocide Files, Charles
Bravos Publishers, Aralık 1997, s. 66. Kitabın
Alparslan Yılmaz tarafından Türkçeye uyarlanmış
baskısı ve yeni belgelere göre genişletilmiş yeni
baskısı, Kıbrıs’ta Soykırım adıyla Near East
Publishing tarafından Nisan 2003 tarihinde
yayınlanmıştır.
[19] Harry Scott Gibbons, Peace Without Honour, Ankara
1969, s. 73
[20] Gibbons, Ankara 1969, s. 31.
[21] Gibbons, 1968, s. 76.
[22] Gibbons, 1997, ss. 66-68.
[23] Giorgio Bocca, İl Giorno, 14 Ocak 1964.
[24] Robert Ball, Time Gazetesi, 14 Şubat 1964.
[25] Harry Scott Gibbons, Kıbrıs’ta Soykırım, Near
East Publishing, Çev. Alparslan Yılmaz, Erol Fehim
(Ed.), Ankara, Nisan 2003, s. 293.
[26] Gibbons, 2003, ss.294-300.
[27] Gibbons, 2003, s. 311.
[28] Gibbons, ss.314-315.
[29] Gibbons, s.316.
[30] David Leigh, The Times, Londra, 23 Temmuz 1974.
[31] Almanya'nın Sesi, 30 Temmuz 1974
[32] James Rayner, Ezilmiş Çiçekler, Lefkoşe 1982, s.
25.
[33] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Cumhuriyet
Gazetesi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 15.
[34] Steven T. Katz, The Holocaust in Historical
Perspectives, Vol.1, 1994.
|