RUMLAR

EOKA Katliamları

 

KIBRIS TARİHİ

 

Kıbrıs'ta Rum Katliamları Belgesel-1
(K.K.T.C. Kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf DENKTAŞ'ın giriş konuşmasını yaptığı,
şimdiye kadar yapılan en kapsamlı çalışmalardan biri...TIKLAYIN)

 

SOYKIRIM SUÇLUSU EOKA TERÖR ÖRGÜTÜNÜN RUHUNU TAŞIYAN

ve YENİDEN CANLANDIRMAK İSTEYENLERE KARŞI:

1 Nisan 1955’de RUMLAR, Kıbrıs Adasını Yunan Adası yapmak ve adada bulunan tüm Türk Ulusunu kökten yok etmek amacıyla EOKA Rum Terör Örgütünü kurmuştur. Papaz Makarios öncülüğünde 1960 yılında kurulan “Kıbrıs Cumhuriyetini” ortadan kaldırmak, Kıbrıs Türklerini yönetimden kovmak ve tamamen yok etmek amacıyla da, Terör Planı olan Akritas Planını Grivas öncülüğünde başlatma kararı almışlardır.

Şimdiki Rum Kesimi Yöneticisi Tasos Papadopulos da bu planın ikinci başkanı olarak, yaptıkları bu terörist ve kanlı eylemlerde açıkça yer almıştır.

Kıbrıs Türklerini planlı bir şekilde yok etmeyi kendine ana hedef haline getiren, dönemin lideri Papaz Makarios, 1962’de kendi köyü olan Ano Panayia’da yaptığı bir konuşmada “Elenizmin korkunç düşmanı Türk ırkının bir parçası olan bu küçük Türk toplumu adadan atılana dek EOKA’nın görevi bitmiş sayılmaz…” sözleriyle gerçek niyetini korkusuzca açıklamıştır.

Ortodoks dininin en faşist papazlarından biri olan din tüccarı Makarios, 26 Mayıs 1965’te, Karpaz’da, “Ya Kıbrıs’ın bütünü Yunanistan’la birleşir, ya da soykırım gerçekleşir. Ulusal özlemlerin doyurulmasına giden yol, zorluklarla dolu olabilir, ama hedefimize -yani ENOSIS’e- ulaşacağız, ölü ya da diri...” çağrısı da kısa bir süre sonra Kıbrıs Türklerine karşı yapılacak vahşet ve kabus dolu yılların yani SOYKIRIM YILLARININ habercisi olmuştur.

EOKA’cı canilerin tek hedefi vardı : Türk Ulusunun kökünü adadan kazımak ve tek bir canlı TÜRK dahi bırakmamak ve bunun için mücadele etmek...

Bu uğurda 1963 yılında Papaz Makarios, hiç çekinmeden “Türkiye adaya müdahale ettiğinde kurtaracak tek bir Türk bulamayacaktır” diyerek amacının SOYKIRIM’dan başka bir şey olmadığını açıkça itiraf etmiştir.

Böylelikle, 1963 Aralık ayından itibaren 1974 Temmuz ayına kadar Kıbrıs Türklerine karşı insanlık suçu olan SOYKIRIMI başlatarak adadaki Barış ortamını bozdular.

Bilinsin ki sadece EOKA Terör Örgütü için onurlu(!) olan o günler; TÜM İNSANLIK İÇİN;

Küvetlerin içine doldurarak katlettikleri bebeklerle

Irzına geçtikleri savunmasız kadınlarla

Mağaralara sürdükleri biçare yaşlılarla

Onlarca Toplu mezara doldurdukları sivillere yaptıkları katliamlar, bugün halen kanıtları olan; belge, fotoğraflar ve filmlerde acı ile anılmaktadır.

Rum liderlerinin ve müttefikleri Yunanistan’ın, AB üyeliği arkasına sığınarak yüzlerce insanın kanlarını döktüğü günleri, yani SOYKIRIMA BAŞLAMA KARARI aldıkları 1 Nisan gününü, bir bayram yapmaları, Kıbrıs Türkleri, Anadolu’daki Türkler ve de tüm insanlık için kabul edilemez bir durumdur.

Bu tarihe yeni kara bir leke olarak yazılacaktır.

Hiçbir dinde, ilkel kabilelerde bile görülmemiş bir hezeyanla, sivil ve silahsız insanları katledebildikleri için kutlanmış bir gün değil, hatırlanmış bir saniye bile yoktur.

Tüm bu gelişmeleri adada SOYKIRIMI yaşatan Papaz Makarios’un kendi sözleriyle anlamak mümkün : “EOKA-B ENOSİS'in mezar kazıcılarıdır.”

Görüldüğü gibi yaptıkları ve amaçları gayet açıktır.

Gelişmeler bu halde iken; tüm bunları, anlaşılmaz bir şekilde görmezlikten gelmek, derin ve anlamlı bir sessizlik içinde bu olanlara sessiz kalmak, 70 Milyon Türk insanının yaşadığı, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYET'İNDE anlaşılır gibi değildir.

Basında bile 1-2 kelimeyle geçiştirilebilecek kadar önemsenmeyen veya sansürlenen, KIBRIS TÜRKLERİNE KARŞI İŞLENMİŞ SOYKIRIM SUÇU ve bir de bu SOYKIRIM SUÇUNUN Kutlanması, bir de PKK yatakçıları tarafından Madalyalarla Onurlandırılması(!) karşısında yetkililerinin sessiz kalması ARTIK ÇOK ANLAMLIDIR

Bir diğer anlamlı konu da; bu insanlık dramını sona erdirmek için canlarını orada bırakan, KIBRIS Barış Harekatında Şehit olan askerlerimize Madalya verilmemiş olmasıdır!

Gazilerimiz ise küskün ve anılarıyla baş başa orada bıraktıkları arkadaşlarının şahadetleriyle avunmaktadır.

Ancak bilinmelidir ki Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, KUTLU CUMHURİYETİ, ANADOLU İNSANI ile kurmuştur.

O Anadolu insanı, buna o zaman sahip olduğu gibi, şu anda da o güce sahiptir ve her gelişmeye layıkıyla gereken cevabı verebilecek akıl ve hassasiyete sahiptir.

Bunu kimse aklından çıkarmamalıdır.

Günlük politikalar uğruna; İNSANLIK SUÇLARINA, HEMDE KENDİ İNSANINA KARŞI İŞLENMİŞ BİR SUÇA KARŞI YAPILANLARA KARŞI SESSİZ KALMAK hiçbir şekilde açıklanamayacaktır ve hesabı verilemeyecek bir durumdur.

www.sinanoglu.net


KIBRIS`TA TÜRKLERE UYGULANAN SOYKIRIMLAR
İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs Adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumlar`ın ENOSİS`i gerçekleştirmelerine göz yumup Türkler`e karşı saldırı başlattırdılar. 1912`de adada yasayan Rumlar Kıbrıs`ın 35 ayrı noktasında Türkler`e ait işyerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında kurulan EOKA terör örgütü sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk`ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA`cılar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Kıbrıslı Rumlar Enosis yâni Kıbrıs’taki Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan’a bağlamak için çeşitli hareketlerde bulundular. Bilhassa 1958-1974 seneleri arasında Türklere karşı soykırım uyguladılar. Rum saldırıları sırasında 103 Türk köyü terk edildi. Silâhlı saldırıya uğrayan bu köyler EOKA Rum Terör Örgütü tarafından yakılıp, yıkıldı. Bu köylerde oturan 80.000’den fazla Türk can güvenliklerini sağlamak için daha büyük yerleşim birimlerine göç etti. 1963’ten sonra yollardan, tarlalardan ve evlerinden götürülen yüzlerce Türk’ün sonundan haber alınamadı. 1963’teki Ayvasıl, 1974’teki Muratağa, Atlılar, Sandallar, Taşkent, Alaminyo, Terâzi, Tatlısu köylerindeki bütün sivil halk kazılan geniş çukurlara canlı canlı gömülerek veya çeşitli işkenceler yapılarak öldürüldüler. Bu toplu öldürme hâdiseleri Rumların Türklere karşı uyguladıkları soykırımdır.


 

Kıbrıs'ta Rumların ENOSİS mücadelesinde yaptıkları katliamlar ve işledikleri insanlık suçları

Rumlar, Kıbrıs’ta Türk halkının gelişme koşullarını ambargolar, toprağını işgal etmek, köyünden-yurdundan göç ettirmek, üretimini ve diğer ekonomik faaliyetlerini engellemek yoluyla soykırımı en geniş şekliyle uygulamıştır.

Dr. Ahmet Zeki Bulunç Büyükelçi (E) Kaynak : Başkent Üniv.SAM Arşivi
GİRİŞ

İnsanlık tarihinin çeşitli evrelerinde dünyanın bütün kıtalarında soykırım, katliam, sürgün ve zorunlu yer değiştirme ve iskan (tehcir) olayları gerçekleştirilmiştir. Yapılan araştırmalara göre soykırım, katliam ve sürgün olayları açısından insanlık tarihinin en kanlı dönemi 19. ve 20. yüzyıllar olmuştur. Bu dönemlerde devletler, etnik veya ulusal gruplar tarafından kendi amaçlarını gerçekleştirmek için sistemli olarak yaygın bir şekilde soykırım uygulanmıştır. Siyasal bilimci ve demograf J. Rummel 19. ve 20. yüzyılda gerçekleşen soykırımlarda, mevcut iktidarlar tarafından çeşitli teknikler kullanılarak öldürülen insan sayısının 170 milyon olduğunu belirtmektedir. Soykırım tarifinin insanın insana karşı gerçekleştirdiği her türlü öldürme olayını dikkate alacak şekilde geniş anlamda alınması halinde bu sayının 300 milyona ulaştığını açıklamaktadır.[1]

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve parçalanma döneminde 1821-1920 yıları arasında, tarihçi Justin McCarty, 5 milyon Türk’ün öldürüldüğünü; 5 milyon 300 binin üzerinde Müslüman-Türk’ünAnadolu’ya göç zorunda bırakıldığını, yaptığı araştırmalar sonucunda tespit etmiştir. Bu, dünyanın en büyük soykırımı-katliamı ve en büyük göçünü (exodusunu) oluşturmaktadır.[2]

Kıbrıs Türk halkı da dünya insanlık tarihinin bu en kanlı katliamlarından nasibini almıştır. Kıbrıs Türk halkı 1804-1974 döneminde Rumların insanlık suçlarına, yaygın bir soykırıma, katliamlara ve zorunlu göçlere maruz kalmıştır. Bu dönemde yapılan katliamlar kouşmamın konusun oluşturmaktadır. Ancak burada sunulacak olan bilgiler ve olaylar Rumların Kıbrıs’ta gerçekleştirdikleri insanlık suçlarının sadece belli bazı örnekleri olacaktır. Ancak bu sınırlı örnekler bile Rum-Yunan soykırımının korkuç boyutlarını ortaya koymağa yeterli olacaktır.

Konuşmamda kısaca konun iyi anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi için soykırımın tanımı ve kapsamı hakkında bazı bilimsel bilgileri de sizlere sunağım. Böyle bir açılımın yararlı olacağına inanmaktayım.

I. SOYKIRIM TANIMI VE KAPSAMI

Soykırım (genocide) kavramının kökü Yunanca’da ırk, aşiret anlamında kullanılangenos ve Latince’de öldürme, yok etme, kırım anlamında kullanılan cide kelimlerinin birleşmesinden meydana gelmiş bir kavramdır.Soykırım kavramının sosyal ve siyasal bilimlerde üzerinde tam olarak anlaşılmış bir tanımı olmamakla birlikte yapılan çeşitli tanımlarda ortak kriterler vardır.

Uluslar arası alanda soykırım (genocide) kavramının tanımını yapan ve Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi’nin hazırlanmasında ve sonuçlandırılmasında önemli katkılarda bulunanPolonyalı hukukçu Raphael Lemkin 1933 yılında, Soykırımı, “dini, milli ve ırki bir grubun yok edilmesi” olarak tanımlamıştır. Lemkin’e göre “ soykırım, direkt olarak kişileri hedef almaz, kişinin dahil olduğu grubu hedef alır, kişi de bu gruba dahil olduğu için saldırıya uğrar.”[3]

BM çatısı altında tanımlanan soykırım kavramı, İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleştirilen toplu katliamların etkisi ve mevcut uluslar arası dengeler dolayısıyla uluslar arası bir uzlaşmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu uzlaşmanın şekillendirdiği 9 Aralık1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde soykırım, “insanların dinsel, ırki ve etnik farklılıklarından dolayı sistemli olarak yok edilmesi” olarak tanımlanmıştır. Sözleşme’de belirtilen grup üyelerinin öldürülmesi, fiziki ve zihni sağlığını bozucu eylemler, grubun kısmen veya tamamen fiziki varlığının yok olmasına neden olacak yaşam koşullarına tabi tutulması, grup içi doğumları önleyici önlemler alınması gibi fiillerin ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesi, soykırım olarak belirtilmektedir.

BM Soykırım Sözleşmesi ADB, Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin tarihte yaptıkları kendi uygulamalarından dolayı suçlanmalarını önlemek için kültürel yok etme (culturcide), etnik yok etme (ethnocide-etnik soykırım), sosyal yok etme (socialcide-sosyal soykırım) ve politik yok etme (policide), zorla asimilasyon ve entegrasyon yöntemlerini kapsam dışı bırakan uluslar arası bir uzlaşma sonucu oluştuğundan dolayı “grup” tanımı dar tutulmuştur.

Soykırım konusu ile ilgilenen bilim adamları, hukukçular, sosyologlar, araştırmacılar ve tarihçiler, Sovyetler Birliği’nin, Avrupalı, Amerikalı sömürgeci-emperyalist devletlerin uzlaşması nedeniyle soykırım tanımına giren grupların eksik olduğunu, dolayısıyla soykırım tanımının dar anlamıyla yapılması nedeniyle tarihte işlenen birçok soykırım suçunun kapsam dışı bırakıldığını savunmaktadır. Dolayısıyla uluslar arasıalanda etkin olan devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda sağladıkları siyasi uzlaşma sonucunda soykırıma uğramış olan birçok grup mağdur edilmiştir. Bu olgu BM Soykırım Sözleşmesi’nin genişletilmesi gerektiği tartışmalarının sürekli gündemde kalmasına yol açmıştır.

Soykırım tanımının dar tutulmuş olmasına karşın, Hukukçu Davit Kader, günümüzde bir ceza hukuku olarak uluslar arası alanda ve ülkelerde kabul gören BM Soykırım Sözleşmesi’ni, insan hayatının değerli hale gelmesini sağlayan, kişilerin yaptığı soykırımları uluslar arası ceza yasasıyla ilişkilendiren, bir insanlık suçu olan soykırıma karşı koruyucu bir önlem yaratan ve insanlığa umut veren bir devrim olarak değerlendirmektedir.[4]

Lemkin’in yaptığı tanım kapsamında başlangıçta ceza yasaları bağlamında ele alınan soykırım kavramı, 1970’lerden sonra sosyoloji, antropoloji, siyasal bilimler, tarih ve psikoloji dallarında çalışma yapan araştırmacıların da üzerinde durduğu bir konu haline gelmiştir. Böylece soykırım kavramının, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yönlerinin ve sonuçlarının da olduğu hususu ön plana çıkmış, dolayısıyla çeşitli bilim dallarının inceleme alanına girmiştir. Bu gelişme sonucunda soykırım konusu, 1970’lerden itibaren yeni araştırmaların ve tartışmaların yapıldığı, yeni tezlerin ve tanımlarınileri sürüldüğü geniş bir bilimsel yelpazede ele alınır olmuştur.

Hollandalı hukukçu Pieter Drost, soykırım hakkındaki tezlerinde BM’nin Soykırım Sözleşmesi’nin eksik ve dar çerçevede olduğunu savunmaktadır. Drost, BM Soykırım Sözleşmesi’nin, dünyada uygulanan çok sayıdaki soykırım yöntemini içermediğini ifade etmekte ve bunun en tipik örneği olarak bir grubu yok etmek amacıyla bilinçli ve planlı olarak yapılan tehcir uygulamasının kapsam dışı bırakıldığı görüşünü ortaya koymaktadır.[5]

Matthew Lippman, soykırımda kullanılan bir yöntem olarak tehcirin dikkate alınması gerektiği görüşünü ileri sürmekte ve bilinçli bir şekilde, bir grubun yaşadığı yerden zorla koparılmasının ve göçe zorlanmasının dolaylı olarak böyle bir uygulamaya tabi tutulan grubu yok etmeyi hedefleyen bir plan niteliğinde olduğu, dolayısıyla bu tür uygulamaların da soykırım olarak kabul edilmesi gerektiği üzerinde durmaktadır.[6]

Psikolog Israel W. Charny, soykırım ile ilgili olarak yapılan grup tanımının sadece ırki, dini, etnik olarak sınırlanmaması gerektiğinden hareketle “askeri düşman hedefi belli olmadan, yardıma muhtaç ve savunmasız insanlara karşı seri şekilde toplu katliamların yapılması” haline soykırım demektedir.[7]

Soykırım araştırmacılarının, tarihçilerin, sosyologların ve hukukçuların soykırımla ilgili değerlendirme, analiz ve tezleri dikkate alındığında tek bir soykırım türü olmadığı, fiziki, etnik, kültürel, biyolojik, ekonomik, ekolojik, soykırımcı tehcir, soykırımcı asimilasyon ve etnik temizlik olarak çeşitli soykırım türlerinin olduğu anlaşılmaktadır.

Fiziki soykırım; soykırım türlerinden en önemlisi ve soykırım derken ilk akla gelen çeşidi kuşkusuz “fiziki soykırım”dır. Fiziki soykırım, insanlık tarihinde en yaygın ve en çok kullanılan soykırım yöntemidir. Bu yöntemde soykırımla karşılaşan grup üyelerinin planlı bir şekilde, tamamının veya bir kısmının yok edildiği soykırım türüdür. Fiziki soykırımda, kullanılabilecek her türlü silah ve araç kullanılarak grup üyelerinin sistemli bir biçimde yok edilmesi hedef olarak alınmaktadır.[8] Rum-Yunan ikilisinin Türk halkını topluca katlederek, kurşuna dizerek, canlı olarak toplu mezarlara gömerek ve işkence yaparak Kıbrıs’ta Türk varlığına son vermek istemesi bu tür soykırıma somut bir örnektir.

Etnik soykırım, bir grubun başka bir grup ya da devlet odağı tarafından, kökene veya kimliğin şekillendiği coğrafyadaki, kısmi ya da tamamen etnik kimlik ve yapıyı oluşturan her türlü faktörü yok etmeye yönelik olarak yapılan soykırım türüdür. Yunanista’da, Kıbrıs’ta, Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlara, Avrupa’da Çingenelere ve Almanya’da Yahudilere, Fransızların Cezayir’de Arap ve Berber halklarına yaptıkları soykırımlar bu türe örneklerdir.

Kültürel soykırım, bir grubun en son şekildeki yaşantı tarzına, zamanla geliştirilen ve korunan geleneklerin, grubun düşüncelerinin dışa vurulması olan sanatsal ve kitabi değerlerin, hareket ve konuşma tarzının, folklerik motiflerin, kütüphanelerin, tarihi eselerin ve müzelerin yok edilmesine yönelik, siyasi, askeri, ekonomik ve ahlaki kararlar alarak bir grup veya devlet tarafından kısmen yada tamamen bir gruba ait kültürel değerlere karşı yaptıkları aktif saldırılardır. Bu tür soykırımlar günümüzde de devam etmekle beraber özellikle sömürgeci devletlerin sömürgelerde yaptıkları uygulamalardır. Kıbrıs’ta, Yunanistan’da, Bulgaristan’da Türk kültürel ve tarihi değerlerine karşı yapılan yıkımlar kültürel soykırım örneklerindendir. Kültürel soykırım yöntemi, sömürgeci devletlerin sömürgelerde yaptıkları yaygın soykırım uygulamaları olduğu için 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’nde karşı çıkmaları nedeniyle yer almamıştır.

Biyolojik soykırım, Bir ülke veya bölgedeki egemen grup veya devletin hedef aldığı, diğer gruptan olan kişileri yok etmek amacıyla ve toplumun tamamına karşı gizli soykırım olarak da bilinen hastalık üretme ve bunu yayma yöntemi olarak tanımlanmaktadır. Kıbrıs’ta Rumların Kanlı Noel saldırılarından sonra bulundukları bölgelerde kapalı yaşama mahkum ettikleri Türk halkına karşı uyguladığı ambargolar kapsamında bebek mamalarının ve temel gıda maddelerini yasaklayarak, sağlık hizmetlerini kısıtlayarak sağlıksız bir toplum yaratma girişimleri bu kapsamda değerlendirebilecek uygulamalardır.

Ekonomik soykırım, bir grubun, sosyal, siyasi, kültürel, askeri ve teknolojik olarak gelişimini ve temel gereksinimlerinin (ihtiyaçlarının) giderilmesini önlemek amacıyla, maddi olarak yoksullaştırılıp teslim alınması ve tavize zorlanması için başka bir grup, devlet veya devletler tarafından ulusal, etnik, ırki ve dini bir grubun kısmen veya tamamen kısa, orta ve uzun vadede planlı şekilde güç ve ekonomik olarak yok veya tasfiye edilmesi için yapılan uygulamalardır. Kıbrıs’ta 1900’lerin başından itibaren günümüzde Rum-Yunan ikilisinin uluslar arası düzeyde de sürdürdükleri ambargolar bu türdendir. Söz konusu dönemde Rumların, Türk halkından mal almamaları (boykot yöntemi), dükkanlarından alış veriş yapmamalarını (halen Türklerle Rumların karma yaşadıkları ve BM Barış Gücü kontrolünde olan Pile köyünde Türklerden mal alan Rumları para ve hapis cezası ile cezalandırdıkları gibi) yani sistemli boykot uygulamalarının yarattığı sonuçlar itibarıyla Kıbrıs Türk halkı ağır ve insanlık suçu niteliğindeki ekonomik ambargolara tabi tutularak ekonomik çöküntüye uğramışlar, yok olma derecesinde ağır darbelerle karşılaşmışlardır.

KKTC devletine ve Türk halkına yönelik sistemli ekonomik ambargolar günümüzde AB, ABD ve Rum-Yunan ikilisi tarafından en ağır biçimiyle halen uygulanmaktadır. Bugün 24 Nisan 2004 tarihinde referandumda “evet” dediği için Türk halkı ve KKTC üzerindeki “izolasyonların” kaldırılması gereğinden söz eden ABD ve AB ülkeleri, Rum-Yunan ikilisi ve Rusya ile birlikte Türk halkına karşı yıllardır devam eden bir ekonomik soykırım uygulamaktadırlar.

Ekolojik soykırım, bir grubun en zorunlu yaşam koşullarını oluşturan doğal kaynaklarını, tarımını, verimli topraklarını başka bir grup veya devlet tarafından ekonomik faydacılık güdülerek, ekolojik dengeyi bozar şekilde talan edilmesidir. Kıbrıs’ta Rumların Türklerin otlaklarına zehir koymaları, işlenebilecek tarım alanlarını kara mayınlarıyla döşemeleri, su olanaklarını daraltan önlemler almaları ve uygulamaları ekolojik soykırıma örnek olabilecek niteliktedir.

Soykırımcı tehcir, egemen grup ve yönetimlerin, başka bir milli, etnik, dini, kültürel veya ırki bir grubu yaşadıkları coğrafi yerlerden ve yarattıkları ekonomik olanaklardan bilinçli bir şekilde, silahlı saldırılar, katliamlar yoluyla zorunlu olarak göç etmelerini sağlamaktır.

Rum-Yunan ikilisini Kanlı Noel’de uygulamaya koydukları Akritas Planı kapsamında yaptıkları katliamlar ve silahlı saldırılar sonucunda 103 köyden Türklerin göç etmeleri ve 1963-1974 yıllarında Ada’nın % 3’lük bölümüne hapsedilmeleri, topraklarının ve diğer bütün ekonomik değerlerinin Rumlar tarafından gasp edilmesi soykırımcı tehcirdir.

Soykırımcı Asimiliasyon, bir grubun diğer bir grup veya devlet tarafından hukuki veya siyasi dayatmalar yoluyla ellerindeki ekonomik, sosyal ve kültürel olanakların alınması, kullanımlarının önlenmesi ve bu olanakların egemen grup veya yönetim tarafından kullanılmasının sağlanmasıdır. Rum Yönetiminin, Türklerin Rumlardan mal-mülk alımını yasalarla yasaklaması, Türklere ve Türklerin Vakıflarına ait malların kamulaştırmalar yoluyla ellerinde alınması, tarlalarının silahlı saldırılar ve tehditler yoluyla kullanımının önlenmesi ve bunların Rumlar tarafından kullanılmasının sağlanması Türk halkının maruz kaldığı soykırımcı asimilasyondur.

Etnik temizlik, bir etnik veya ulusal grubun, diğer bir grup, güç odağı veya devlet-yönetim tarafından yapılan, siyasi, askeri, ekonomik, sosyal, kültürel, yasa dayatmaları ve siyasi önlemlerle, ayırımcılıkla, terörize edilerek birden veya kronik olarak yüzyıllardır yaşadıkları yerlerden göç ettirilmesidir. Rum-Yunan işbirliği ve planları ile Kıbrıs Türk halkına karşı yapılan sistemli psikolojik terör ve katliam saldırıları sonucunda Türklerin bulundukları bölgelerden (Türkler bugüne kadar asgari üç kez toplu iç göç yaşamıştır) ve Kıbrıs’tan göç etmek zorunda bırakılmış olmaları maruz kaldıkları etnik temizliğin boyutunu göstermektedir.

II. SOYKIRIM HEDEFİ İÇİN GEREKÇE

Soykırım araştırmacıları arasında yer alan “tarihçi Chalk ve sosyolog Jonassohn, yaptıkları analizde, soykırımın hedefine ulaşması için dört tip gerekçenin” bulunduğunu ileri sürmüşler ve bu gerekçeleri, potansiyel ve gerçek tehdidin yok edilmesi; gerçek ve potansiyel düşmanların arasını açmak amacıyla terörü yaymak; ekonomik refah düzeyini yükseltmek; bir inanç, bir teori ve bir ideolojinin yayılması amacıyla yaratılan fiili durumların oluşması şeklinde sıralamışlardır.[9]

Kıbrıs’ta Türklere karşı işlenen insanlık suçlarının soykırım olduğu hususu ilgili bölümde incelenecektir. Ancak burada konu ile bağlantılı olduğu için sözü edilen gerekçeler ışığında Rum-Yunan ikilisinin Türklere karşı gerçekleştirdikler eylemlerin tamamen soykırım olduğunu net olarak belirtebiliriz. Rumlar Türkleri ENOSİS hedefi önünde potansiyel ve gerçek bir tehdit olarak görmüşler ve bu tehdidi ortadan kaldırmak için Türk halkını planlı yok etme eylemlerini uygulamışlardır. Gerek İngiliz Sömürge yönetimi döneminde gerekse makarios ve diğer Rum siyasiler potansiye düşmanlar olarak Türk halkı ile Rum halkının arasını açmak için siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve etnik açılardan çeşitli girişimler yapmışlar; Rumlar, saldırılarda öldüremedikleri ve karma köylerde, azınlıkta kalan savunmasız Türkleri tehdit ve kuvvet kullanarak boyun eğdirme taktiklerini en acımasız biçimde uygulamışlardır. Türk halkının ekonomik yönden çökertilmesi, buna karşılık Rum halkının ekonomik gelişmesi ve refah düzeyinin yükseltilmesi için her türlü ambargo, kısıtlama, baskı yapılmış, serbest dolaşımları ve özgürce faaliyetleri sürdürmeleri öldürme olayları da dahil olmak üzere uygulanabilecek yöntemleri uygulamışlardır. Rum-Yunan ikilisi ENOSİS hedefi ve Megalo İdea amaçlarını gerçekleştirmek, Kıbrıs devletini bir Helen devleti haline dönüştürmek, Türkleri azınlık statüsüne düşürmek amacıyla silahlı eylemler başta olmak üzere ekonomik, siyasi ve sosyal alanlarda fiili durumlar yaratmışlardır. Dolayısıyla bir eylemin soykırım hedefine ulaşabilmesi için gereken gerekçeleri yaratmışlardır.

Yale Üniversitesi’nden Prof. Gregory H. Stanton, ABD Dışişleri Bakanlığı için 1996-1998 yıllarında hazırladığı soykırım araştırmasında bir soykırım için; toplumun, biz, ve onlar, ırk, din, milliyet olarak ayıklayıcı bir şekilde sınıflandırılması, bir grubun diğer gruba mensup insanları hayvanlarla eş tutup insan olarak görmemesi, örgütlenme, gruplara mensup insanları birbirinden ayırtmak için etkili propaganda yapılması, saldırı hedeflerinin belirlenmesi, planlı bir kırımın çok hızlı ve seri bir şekilde hayata geçirilmesi ve soykırım yapıldığının her halükarda kabul edilmemesi gibi aşamalarının olduğunu belirtmiştir.[10]Bütün bu aşamaların Rumların Kıbrıs Türk halkına karşı uyguladığı yok etme eylemlerinde açıkça gerçekleştiği görülmüştür.


III. KIBRIS’TA TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR

Kıbrıs Türk halkı, Rum-Yunan ikilisinin Megalo İdea hedefinin önemli bir halkası olan Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak (ENOSİS) edilebilmesinin önündeki en büyük engel olarak görülmüştür. Rum-Yunan ikilisine göre ENOSİS yolunun açılması, Kıbrıs’ta Türk varlığına son verilmesiyle mümkün olabilecekti. Onun içinKıbrıs Türk halkı daha 1800’lerin başından itibaren başlatılan ENOSİS mücadelesinin başlıca hedefi olmuştur. Kıbrıs’ta Türk varlığına son vermedikçe ENOSİS hedefine ulaşamayacaklarının bilincinde olan Kıbrıslı Rumlar, Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayarak her fırsatta Türklere saldırmışlar, katliam yapmışlardır. Rum-Yunan ikilisi süreç içinde Türklere saldırılarını hazırladıkları planlar çerçevesinde sistematik olarak gerçekleştirmişlerdir.

Kıbrıs adasını bir Yunan adası haline getirebilmek içinYunanistan’ın öncülüğünde ve desteğinde Rum halkının sürdürdüğü ENOSİS mücadelesinde öncelikli hedef Kıbrıs’ı Türkler’den arındırmak olmuştur. Bu amaçla 1804 yılında Türklerin ilk katledilmelerinden 1974 barış Harekatı’na kadar yüzlerce Kıbrıslı Türk katledilmiştir.Yüz yetmiş yılı aşkınbir süre Kıbrıs Türk halkına uygulanan katliam eylemlerinde masum ve savunmasız insanlar yollardan toplanarak öldürülmüşler, yaşlı, kadın-erkek, çocuk-bebek demeden kurşuna dizilmişler, toplu mezarlara gömülmüşle, ekonomik, kültürel bütün soykırım türlerine tabi tutulmuşlardır.


1. Osmanlı İmparatorluğu Dönemindeki Rum Katliamları

Kıbrıs’ta Rum mezaliminin başlama tarihi 1804 yılına, Osmanlı imparatorluğu dönemine, kadar uzanmaktadır. Osmanlı Yönetimi’nin Kıbrıs’ta 1804 yılında uygulamaya koyduğu ağır vergi artışlarını protesto eden büyük toprak sahibi Türklerin başkaldırısının bastırılmasında yardımcı olmak ve Padişaha “sadakatlerini” kanıtlamak amacıyla Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Padişah’a bir mesaj göndermiştir. Başpiskopos mesajında “Takviye Osmanlı askerininAda’ya süratle gönderilmesihalinde, büyük toprak sahibi Türklerden talep edilen vergilerin silah zoru ile toplanabileceğini ve başkaldırının bastırılması için gelecek bu birliklere Rum halkının Padişah’a gönülden bağlılıklarının gereği olarak fiilen yardımcı olacaklarını” bildirmiştir.[11] Mısır’dan Kıbrıs’a gönderilen Osmanlı askerlerine, Rum Ortodoks Kilisesi’nin önderliğindeki Rum milisler fiili destek vermişler ve birçok ileri gelen Türk’ü katletmişlerdi. Bu katliam sırasında geniş arazileri olan üç Kıbrıslı Türk Rumlar tarafından kazığa oturtulmuştur. Bu arada ileri gelen çok sayıdaki Türk de öldürülmüştür.

Bu katliamlarla ilgili olarak o dönemde Kıbrıs’ta görev yapan Fransız Konsolos’u Regnault, Kıbrıs Rum milislerinin, Osmanlı Padişahı’nında büyük bir saflıkla yarattığı uygun ortamdan yararlanarak, Kıbrıs Türklerine karşı Ada’da giriştiği katliamın esas nedeninin “Türk halkını Kıbrıs adasından atmak” olduğunu açıkça belirtmiştir.[12]

Rumlar ilk katliam olayından sonra ikinci katliam eylemini 1820-1821 yıllarında, Evretu, Paşaköy, Tuzla gibi Türk köylerine yapılan saldırılarda gerçekleştirmişlerdi.

2. İngiliz Egemenliği Döneminde Rumların Gerçekleştirdiği Terör ve Katliamlar

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve güç kaybetme döneminde 77-78 Türk-Rus Harbi nedeniyle 4 Haziran 1878 yılında İngiltere ile imzalanan “Savunma Anlaşması” gereğince egemenliği Osmanlığı İmparatorluğu’nda kalması koşuluyla Kıbrıs adasının yönetiminin İngiltere’ye kira ile devredilmesinden sonra Rumlar adada ön plana çıkmaya başlamıştır. Rum Ortodoks Kilisesi’nin öncülüğünde, Yunanistan’ın yönlendirmesiyle Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı, (ENOSİS), mücadelesi açıkça başlatılmıştır. İlk İngiliz Valisi Sir Garnet Wolseley’nin 22 Temmuz 1878 tarihinde Kıbrıs’ta göreve başlaması münasebetiyle, Rum Ortodoks kilisesinin Kitium Piskoposu Kyprianos yaptığı ziyarette Vali’yi, Büyük Britanya Krallığı’nın Batı Ege Adalarında Yunanistan’ın bağımsızlığını sağladığı gibi “Kıbrıs Adası’nın, doğal bağlarla bağlı bulunduğu Yunanistan’a ilhakı için, Kıbrıs Rumlarına mutlaka yardım edeceğine, bütün samimiyetimizle inanıyoruz” sözleriyle selamlamıştır.[13]

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yakaladıkları ilk fırsatı bir katliam için kullanan Rumlar, İngiliz döneminde daha çok katliam yapmışlar ve bu katliamları en ağır şekliyle soykırıma kadar vardırmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1878 yılında Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngiltere’ye devretmesinden sonra Rum katliamları için ortam daha uygun hale gelmiştir. Bu ortamı değerlendirmeye başlayan Kıbrıs Rum halkı, İngiliz döneminde ilk katliamını 1912 yılında gerçekleştirmiştir.

İtalya ile savaşın yaralarını sarmadan Balkan ülkelerinin saldırısına uğrayan Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'la ilgilenecek durumda değildi. Bunu fırsat bilen ve Balkan ordularının ilerlemelerinin ENOSİS'in gerçekleşmesine olanak yaratacağını uman Kıbrıs Rum halkı, Türk halkına karşı Mayıs l912'de yeni tahriklere başvurmuştur. Rumlar bir yandan Osmanlı ordularının gerilemesini sevinç gösterileri ile kutlayıp, Türkleri rencide ve tahrik edeci hareketler yaparken, bir yandan da ENOSİS eylemlerini yoğunlaştırmışlardı. Türk halkının Kıbrıs’taki ekonomik, siyasal ve kültürel varlığını sona erdirmek ve ENOSİS’i gerçekleştirmek için Rum halkı, 12 Mayıs 1912 tarihinde Türk halkına karşı propaganda, tahrik, fiili ve psikolojik bir saldırı başlattı.[14] Mayıs ayının sonlarına doğru "ENOSİS ve Yaşasın Yunanistan" sloganları atarak Hamit Mandraları'nda (bugünkü Hamitköy) oturan Türklere saldırdılar.[15] Sir George Hill ve Söz gazetesi olayların, Trablusgarp savaşındaki yenilgi nedeniyle Rumların Türkleri alaya almaları üzerine başladığını yazmıştır.

Yunan provokatörlerinin kışkırtması ile Rumların Limasol Panayırı’nda taş, şişe ve her çeşit silahla saldırıya geçtiğini belirten 3 Haziran 1912 tarihli ve 35 sayılı Vatan gazetesi; 5-6 bin kişilik kalabalığın, "Yaşasın Yunanistan, Yaşasın İlhak naraları” ile Türk mahallelerini yağmaladığı, ev, dükkan ve dini yerleri tahrip ettiği haberini yayınlamıştır. Haberde ayrıca; çeşitli bölgelerde de Türklerin dövüldüğü, taciz edildiği, küfre uğradığı belirtiliyordu.

Bu gelişmeleri izleyen günlerde, “3 Temmuz 1912 tarihinde, Rumlardan oluşan 5000-6000 kişilik bir grubun, Rum Ortodoks Kilisesi’nin de desteğiyle ENOSİS’i gerçekleştirmek için harekete geçerek, Türklere karşı, Kıbrıs’ın otuz beş yerinde terörü hedefleyen olaylar çıkardılar. Rumlar yaptıkları bu saldırılarda, Türklere ait iş yerlerini, camileri ve evleri yakıp yıktılar, 4 Türkü katlettiler, 100’ün üzerinde Türk’ü de ağır şekilde yaraladılar. ENOSİS planı çerçevesinde, eylemlerini ve örgütlenmelerini geliştiren Rumlar, Türkleri ekonomik alandan silmek için, Türklere ait iş yerlerinden alış veriş yapmayı boykot ettiler. Bu boykotun Rumlar arasında yaygın bir biçimde geliştirilmesi, Türklerin ekonomisinin zor dönemler geçirmesine, önemli bir kısmının iflasına ve bu anlamda adadaki Türk ekonomisinin kırımına (economicide) yol açtı.”[16] Rumların Türklere karşı gerçekleştirdiği sözü edilen saldırılar, görüldüğü gibi fiziki soykırım ve ekonomik soykırımın Kıbrıs’taki önemli ilk örneklerindendir.

İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde önemli sayıda kişinin kitlesel katılımıyla ve Ada sathında yaygın bir şekilde gerçekleştirilen Rum saldırılarında dört Türk’ün öldürüldüğü, 100'den fazla kişinin de yaralandığı 1912 olayları, Rumların Türklere yönelik bu boyuttaki ilk kanlı saldırılardır. Ölümle sonuçlanan ilk kitlesel çatışmalar olması nedeniyle, 1912 olaylarının Kıbrıs siyasi tarihinde ayrı bir önemi vardır. Bu saldırıların ardından yaygın bir şekilde başlatılan "Rum'dan Rum'a" kampanyası sonucunda; Türk dükkan ve malları boykot edilmiş, Türklerin ekonomik bakımdan çökertilmesi için Türk halkı üzerinde dayanılmaz baskılar uygulanmıştır.

Aynı günlerde Rum kilisesi önderliğinde oluşturulan ENOSİS heyetleri, başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesine Kıbrıs’ın Yunanistan’a "ilhak"ı gezileri düzenlerken, Kıbrıs'tan da yüzlerce ENOSİS telgrafı İngiltere'ye gönderilmiştir.

"Rumların can düşmanı olduğu ve adanın Yunanistan'a birleşmesine karşı mücadele verdiği için Hacı Halil isimli bir Türkü öldürdüğünü söyleyen Anteni Petri Jambo isimli Kıbrıslı Rum, 1927 yılında Yunanistan’a sığınmıştır. Konuyu incelemek ve suçluyu Kıbrıs’a geri götürmek için görevlendirilen Kıbrıslı bir İngiliz polisinin hazırladığı rapor ibret vericidir. Söz konusu raporda, Yunanistan’daki hükümet üyeleri, milletvekilleri, ileri gelen kişiler ve dernekler tarafından hükümete verilen muhtıralarda Jambo’nun “siyasi suçlu” ve Kıbrıs'ın kahramanı ilan edildiği; Yunanistan’da oluşan kamuoyunun, Türk öldürmenin suç olmadığı; Türk öldürenin bir kahraman olduğu ve bir Türkü öldürdüğü için bir Rum'un İngiliz Yönetimine teslim edilemeyeceği kesin tavrının ortaya konduğunu ifade etmiştir. Bu olay, Türk öldürmenin suç olmadığı, aksine bir kahramanlık olduğu anlayışının Rum-Yunan halklarında nasıl egemen olduğunu, Rum ve Yunanlıların Türklerle ilgili yargı ve düşüncelerinin ve ruh haletinin ne olduğunu ortaya koyan ve Türklere karşı işlenen soykırım suçunun dayandığı temeli gösteren tipik örneklerden biridir.

Yunan isyanının 100. yıldönümü olan 25 Mart 192l'de 500 kilisede toplanan Rumlar ilk ENOSİS Plebisitini yaparak ilhak yönünde bir karar onaylamışlar ve İngiliz Yönetimine başvurarak ENOSİS istemişler, on yıl sonra 17 Ekim 1931'de de ENOSİS için ayaklanmışlardır.

Milli Kongre ile İngiliz Sömürge Yönetimine karşı mücadeleye başlayan Kıbrıs Türkleri, karşılarında yeni ENOSİS istekleri ve propagandalarıyla Kıbrıs Rumlarını ve Yunanistan'ı bulmuşlardır. 1800'lü yıllardan beri süren yoğun ENOSİS propagandası, nihayet 1931 yılında fiili bir ayaklanmaya dönüşmüştür.

Milli Kongre'nin toplanmasından 6 ay sonra, 17 Ekim 1931'de Ada’daki Yunanistan temsilcisi (Konsolos olarak anılan) Kiru (Kyrou) tarafından da kışkırtılan Kavanin Meclisi Üyesi ENOSİSCİ Papaz Nikodimos'un öncülüğünü yaptığı Rumlar bir vergi konusunu bahane ederek ENOSİS çağrısı yapmış ve İngiliz Sömürge Yönetimine son vermek üzere ayaklanmıştır. Yapılan çağrı üzerine Kıbrıslı Rumlar silahlı bir ayaklanma başlatmış ve İngiliz Sömürge Valiliğini basarak binayı yakmıştır. Dikkat edilmesi gereken nokta, Rum İsyanı’nın, Kıbrıs'ın sömürge idaresinden kurtulup bağımsızlığını kazanması amacıyla değil; Megalo İdea peşinde koşan yayılmacı Yunanistan'a ilhak edilmesi için yapılmış olmasıdır

Yunan Konsolosu Kyrou'nun kışkırtmalarıyla "Milli Kurtuluşumuz Yunanistan'la birleşmektir" diyen Papaz Nikodimos'un peşine takılan Rumlar, "ilhak" sloganları atarak hükümet binalarını ve Vali konağını yakmaları yanında 7 kişiyi de öldürdüler ve 67 kişiyi deyaraladılar.

Aldığı sert önlemlerle isyanı bastıran, 400 kişiyi tutuklayan, isyanın ele başlarını ve kışkırtıcı rol oynayan Yunan Konsolosu Kyrou'yu da adadan süren İngiliz yönetimi; milli tarihlerin okutulmasını yasaklamış, basına sansür uygulamış, siyasi faaliyetleri ve milli bayrakların çekilmesini yasaklamış, yasama meclisi niteliğindeki Kavanin Meclisi'ni de kapatmıştır.

İsyana katılmayan Kıbrıs Türkleri de sömürge yönetimi tarafından cezalandırılmış, temsilcileri Kavanin Meclisi'nden uzaklaştırılmış, konan tüm yasaklamalara Türkler de muhatap olmuştur. Böylece Türk halkı, sömürge yönetiminin haksız baskısına bir daha maruz kalmıştır.

Rumların yaptığı isyanın en önemli sonucu; Türk halkının başlattığı sömürge karşıtı mücadelenin ve sömürge yönetimi tarafından gasp edilen toplumsal haklarını elde ekmek için başlattığı toplumsal direnişin engellenmesi olmuştur. Nitekim 1942 yılında Dr. Küçük tarafından çıkarılmaya başlanan Halkın Sesi gazetesinin yayın yaşamına girmesine kadar, Türk halkı sömürge yönetimine karşı etkili bir mücadele verme olanağını kaybetmişti.

Kıbrıs'taki Türk halkını yok edip, Adayı Yunanistan'a bağlamak için kurulmuş bir terör örgütü olan EOKA için ilk gizli görüşmeler 2 Temmuz 1952'de Atina'da Makarios'un başkanlığında yapılmıştır. Bu toplantıların ardından 7 Mart 1953'de bir "İhtilal Konseyi" kurulmuş ve bu Konseyin kurucuları, "ENOSİS davası hakkında bildiklerimi ve bundan böyle bileceklerimi işkence altında ve canım pahasına bile olsa bir sır olarak gizli tutmaya Tanrı huzurunda yemin ederim. Bana verilen bütün emirlere sorusuz olarak itaat edeceğim" şeklindeki EOKA andını yapmışlardır.

Yunanistan hükümetinin bilgisi dahilinde 1954 yılının ilk aylarında, Kıbrıs'a gizli silah sevkıyatı başlatılmış, Yunan ordusu kökenli terörist Grivas 9 Kasım 1954 tarihinde gizlice Adaya çıkmıştır. Grivas Makarios ile birlikte Türklere karşı seri ve planlı terör eylemlerini uygulayacak paramiliter bir örgütlenmeyi gerçekleştirmiştir. Grivas bu amaçla, Yunanistan ile yakın temasta olan, Rum halkının ruhani lideri ve EOKA’nın gerçek siyasi lideri Makarios’un onayı ile EOKA’nın askeri gençlik örgütü olan PEON adlı terör örgütünü kurmak suretiyle örgütlenmeyi gençlik düzeyine kadar yaymıştır.[17] Grivas, hatıralarında, 22 Kasım 1954'de Makarios'un, kurduğu PEON adlı gençlik örgütünü eğitip silahlandırması için karar aldığını yazmıştır. Grivas’ın hatıraları, gerçekte EOKA'nın gerisinde Makarios'un olduğunu ortaya koymaktadır. Makarios'un, Atina'ya yaptığı çeşitli ziyaretlerde konuyu Yunan yetkilileriyle kararlaştırdığını belgeler göstermektedir.

Türkleri Ada’dan yok etmek ve ENOSİS’i gerçekleştirme çabalarına ve örgütlenmesine Yunan Hükümeti zamanın Dışişleri Bakanı Stefanoplus düzeyinde destek vermiş ve örgütlenme hareketleriyle yakın ilişki içinde olmuş, aktif destek vermiştir. ENOSİS örgütlenmesini tamamlayan Rum-Yunan ikilsi ENOSİS startejisini uygulamaya koymuş ve bizzat Yunan Dışişleri Bakanı Stefanoplus'un direktifiyle EOKA; 1 Nisan 1951'de ilk bombalarını patlatarak resmen eyleme başlamıştır.

EOKA'nın amacı, önce İngilizleri adadan atmak, ardından da kitlesel bir imha hareketiyle Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a bağlamaktı. Ancak, İngilizlerin adadan ayrılması beklenmeden, ENOSİS stratejilerine uygun olarak 21 Haziran 1955'den itibaren Türklere yönelik saldırılar başlatılmıştır.

Grivas4 Haziran 1959 tarihli mektubunda, Makarios'un kendisini EOKA'yı yönetmek üzere Kıbrıs'a çağırdığını belirtmekte, terör örgütüne silah alınması için Kilise'nin para yardımında bulunduğunu açıklamaktadır.

Makarios'un, EOKA'nın siyasi lideri olduğunu öğrenen İngilizler, 9 Mart 1956'te onu tutuklayıp Seyşel adalarına sürgüne göndermiştir.

Eylem yaptığı dönemde yüzlerce Türkün yanı sıra, 100 İngiliz ve yüzlerce Rum'u katleden EOKA militanları, 30 Türk köyünü yakıp yıkarak burada yaşayan Türklerin göç etmesine neden olmuşlardır.

Kıbrıs’ta Rum-Yunan ikilisinin ENOSİS’i gerçekleştirmek amacıyla Türklere karşı uyguladıkları soykırım, şiddet ve terör eylemleri yanında, İngiliz döneminde İngilizlerin de gerçekleştirdiği katliam nitelikli uygulamalar vardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale savaşında ve Süveyş Kanalı harekatı sırasında müttefik kuvvetlere esir düşen ve sayıları 2000 civarında olan Türk esirleri, Eylül 1916 tarihinde iki ayrı kafile halinde savaş gemilerinin refakatinde Gazimağusa limanına getirilerek daha önceden hazırlanmış olan “Türk Esirleri Kampı”na yerleştirildiler. Türk esirlerden bazıları özgürlüklerine kavuşmak için firar ederken İngiliz askerleri tarafından vurularak öldürüldüler; bazıları ise kötü yaşam koşullarının etkisi altında ölmüştür. Gazimağusa’da Çanakkale Şehitliği’ne, bu dönemde ölen toplam 217 Türk esir gömülmüştür. Bu ölen ve öldürülen esirlerin 33’ü ayrı mezarlarda, 184’ü de toplu bir mezarda gömülüdür. Birinci Dünya Savaşı sonunda esirlerden sağ kalanların bazıları Kıbrıs’a yerleşmiş ve büyük bir bölümü de 20 Şubat 1920’den sonra kafileler halinde İstanbul’a gitmek üzere Kıbrıs’tan ayrılmıştır.

3. 1955-1959 Dönemi Katliamları

Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla Rum-Yunan ikilisinin kurduğu tedhiş (terör) örgütü EOKA kısa zamanda örgütlenmesini ve militanlarının eğitimini tamamlamıştır. EOKA ENOSİS hedefini gerçekleştirmek üzere öncelikle 1 Nisan 1955 tarihinde İngiliz Sömürge yönetimine karşı ilkeylemini gerçekleştirmiştir. Ancak EOKA terör örgütü, Rum-Yunan ikilisinin ENOSİS’in önünde gerçek engel olarak gördükleri Türklere karşı çok kısa bir süre sonra, terör eylemlerini başlatmıştır. Vasilya, Litrangomi, İnönü ve Aytotro köylerine yapılan planlanmış ve önceden programlanmış saldırılar sonunda çok sayıda Kıbrıslı Türk katledilmiştir.

Türlerle Rumların yaşadığı karma köylerden biri olan Vasilya köyünden diğer bir köye gelin götüren Türk geçleri 14 Mart 1956 tarihinde Kilise çanlarının çalmaya başlamasıylabirlikte Rumların saldırısına uğramıştır.ENOSİS hedefi karşısında en büyük engel görünen Kıbrıslı Türklere, çocuk, genç, yaşlı, kadın-erkek gözetilmeden her fırsatta saldırılmış, katliam yapılmıştır. Mustafa Ahmet Beyaz ve eşi, 9 Kasım 1957 tarihinde köylerine giderken yolda öldürülmüştür. Mevleviler’e ait Kırklar Tekkesi Şeyhi 6 Temmuz 1958 günü Rum teröristlerce öldürülmüştür.

Vasilya köyü katliamından sonra Grivas’ın emri ile 11 Temmuz 1958 tarihindeLitrangomi köyündeki Türlere silahlı saldırı yapılmıştır. İnönü (Sinde) köy otobüsü, EOKA teröristlerinin 1958 yılında kurdukları pusuda otomatik silahlarla taranmış ve yedi Türk yolcu katledilmiştir. Rumlar 1 Haziran 1958-14 Temmuz 1958 tarihleri arasında 24 Türkü katlettiler. Rumların yaptığı katliamlarda çok sayıda Türk öldürülmüştür. EOKA’nın fiilen faaliyete geçtiği 1 Nisan 1955- 1958 tarihleri arasında yüzlerce Türk öldürüldü, 28 köyden 1334 Türk, göç etmek zorunda kalmıştır. Rumların Türklere karşı işledikleri insanlık suçlarının ağırlığını gösteren örneklerden biri de, Aytotro katliamından sonra camiinin bahçesinde kurulan çadırlarda yaşayan Türklere 21 Kasım 1960 tarihinde yapılan bombalı saldırıdır.

Rumların yaptığı katliamların amacı ENOSİS önünde engel gördükleri Türkleri imha etmekti. Bu gerçek 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından önce olduğu gibi 1960 yılından sonra da varlığını korumuş ve bugünlere kadar sürmüştür.Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra 8 Ekim 1960 tarihinde Herald Tribuna gazetesine verdiği demeçte ENOSİS davası ölmemiştir. ENOSİS unutulmuştur diyemem demiş; EOKA militanlarını övmüş; Türklere verilen haklar nedeniyle devletin yönetilemediğini, devlet sisteminin fonksiyonel hale getirilebilmesi için Anayasa’da Türklere verilen hakların kaldırılmasını, Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın feshedilmesini istemiştir. Bugün GKRY Başkanı Papadopulos da Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın feshedilmesini, Annan Planı’nda devletin daha fonksiyonel hale getirilebilmesi için Türklere öngörülen hakları azaltacak değişiklikler yapılmasını istemektedir.


4. 1963-1974 Dönemi Katliamları

a) Akritas Planı


Türkleri imha ederek Kıbrıs’ı Yunanistan ilhak etme girişimi Akritas Planı ile uygulamaya konmuştur. Rum yayın organı Patris gazetesinde 21 Nisan 1966 tarihinde yayınlanan çok gizli kodlu Akritas Planı’na göre Kıbrıs Türk halkı ani bir saldırı ile tamamıyla yok edilecek ve Ada Yunanistan’a bağlanacaktı. Akritas Planı’nı, Cumhurbaşkanı Makarios, AKRİTAS kod adlı İçişleri Bakanı Yorgacis, Temsilciler Meclisi Başkanı Klerides ve GKRY’nin bugünkü Başakanı, o günkü Çalışma Bakanı Papadopulos hazırladılar, fiilen yönettiler ve yönlendirdiler.

Patris gazetesi Akritas Planı’nı hayata geçirip uygulamak amacıyla gizli bir örgüt kurulduğunu, bu örgütün yönetim ve denetiminin Rum yöneticilerle yerine getirildiğini açıklamıştır. Makarios tarafından kurulan Rum Gizli Örgütün’nün en üst kadrosunda, Başkan olarak İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis, Başkan Yardımcısı Çalışma Bakanı Thassos Papadopulos (GKRY’nin bugünkü Başkanı), Kurmay Başkanı milletvekili Nikos Koçiş, Kurmay Daireleri Sorumlusu Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klerides, görev ve sorumluluk almışlardı.

Akritas Planı’na göre ENOSİS hareketinin ilk adımı Türklerin direnmesi halinde süratle imha edilmeleri ve Antlaşmaların tadil edilmesi olacaktı. Akritas Planı ENOSİS’in, dört aşamada gerçekleştirilmesini öngörmektedir. Buna göre birinci aşamada Anayasanın işlemediği kanıtlanacak, ikinci aşamada Anayasa değiştirilecek ve Garanti ve İttifak Antlaşmaları feshedilecek, üçüncü aşamada self-determinasyon hakkı ve devlet gücü kullanılacak ve dördüncü aşamada çatışma halinde ENOSİS derhal ilan edilecekti.

Akritas Planı ENOSİS’i gerçekleştirme aşamalarını en ince detayına göre düzenlerken ve her aşamada hangi eylemlerin yapılacağını programlarken, en büyük tehlike olarak görülen Türkiye’nin müdahalesini önlemek ve etkisiz hale getirebilmek için müdahale sürecinde Türkleri yok edecek şekilde süratle hareket edilmesini de öngörmüştür. Bunun için de İçişleri Bakanı Yorgacis’in Başkanlığında silahlı bir teşkilat kurulmuştu. Bu Teşkilat, Başkent Lefkoşa esas alınarak kurulmuş ve vuruş kabiliyeti buna göre ayarlanmıştı. Patris gazetesinin 27 Ocak 1967 tarihli sayısında Plan ile ilgili evrakın klişesini de vererek “Genel Harekat Planı”nı da açıklamıştır. Plan Türk bölgelerinin kontrol altına alınmasını, Türk liderlerinin kaçırılmasını ve öldürülmesini, karşı koyacak Türklerin derhal yok edilmesini öngörmekte idi. Plan’da öngörülenlerin gerçekleştirilmesi için Lefkoşa ve çevresinin Harekat Planı’nda bölge beş kesime ayrılmış, bu kesimlerde görevlendirilecek silahlı sayısı, silah türleri, saldırı yönleri ve hedefleri ev ev, sokak sokak, kontrol noktaları belirlenerek bölge komutanları görevlendirilmiştir. Harekat Planı kapsamında savunma grupları, savunma gruplarını takviye edecek yedek gruplar, sabotaj grupları ve emniyet grupları oluşturulmuştur. Ayrıca Türk yerleşim yerlerinde gerçekleştirilecek sabotaj hareketleri için genel bir plan hazırlanmış ve bu plana göre sabotaj grupları faaliyete geçirilmiştir. Harekat Planı kapsamında silahsız sivil halkın teşkilatlandırılarak silahlandırılması ve bunların Türklere karşı harekete geçirilmesi de programlanmıştır. Halkın silahlandırılması için oluşturulacak grupların kadrosunun fabrikalarda çalışan işçilerden oluşturulması ve silahlarının fabrika ve iş yerleri sahipleri tarafından alınması, silahların eyleme geçilmeden önce fabrikalara getirilerek saklanması öngörülmüştür.

Böylesine detaylı, çok yönlü ve askeri kurmay özeniyle ve teknik bilgisiyle hazırlanmış olan Akritas Planı’nı Kıbrıs Rumları 21 Aralık 1963 tarihinde uygulamaya koymak suretiyle bir katliam programını icra etmişlerdir. Plana göre başlatılan Rum saldırıları, “eski bir EOKA tedhişçisi (teröristi) olan Kıbrıs Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’in özel ofisinden yönetilmekteydi.”[18] Belirtildiği gibi Akritas Planı’nın amacı ENOSİS’i gerçekleştirebilmek için Kıbrıs’ı Türkler’den arındırmaktı.

GKRY Başkanı Papadopulos’un Akritas Örgütü’nün Başkan yardımcısı olarak üst düzeyde sorumluluk yüklendiği Akritas Planı uygulaması, sonuçları itibarıyla 20. yüzyılın önde gelen soykırım ve ağır insanlık suçlarından biridir. Bu Planı’nın 21 Aralık 1963 gecesi uygulamaya konmasıyla Türkler 103 köyden göç ederek Ada’nın % 3’lük bölümüne sığınmışlar on bir yıl ağır bir kuşatma ve ambargo altında yaşamışlardır. Türklerin terk ettiği köyler ve evler yakılıp yıkılmış, 500’ü aşkın Türk katledilmiştir. Aralık 1963-Temmuz 1974 döneminde Türkler yollardan toplanarak, köyler basılarak, kadın, erkek, genç-yaşlı, çocuk-bebek ayırımı yapılmadan kurşuna dizilmişler, toplu mezarlara canlı canlı gömülmüşler, hastanelerdeki Türk hastaların kanları çekilerek öldürülmüşlerdir.

Türkleri imha planı olarak üç yıllık bir dönemde hazırlanan Akritaş Planı’nda esas darbenin Lefkoşa’daki Türklere indirilmesi ve altı saat içinde korkunç bir katliam yapılmak suretiyle diğer bölgelerdeki Türklerin teslim olması öngörülmüştür.

Akritas Planı 21 Aralık 1963 tarihinde uygulamaya konmadan kısa bir süre önce, 1960 Anayasası’na aykırı olarak çok sayıda EOKA’cı Rum “Özel Polis” statüsü ile polis gücüne dahil edilmiş ve bu yolla silahlandırılmışlardır. Bu gelişmeler ışığında Türkiye 16 Aralık 1963 tarihinde Makarios’u bir nota ile uyarmış, ancak Makarios bildiğini yapmıştır. Özel Polis olarak alınan Rumlar Akritas Planı’nın uygulanmasında aktif rol oynamışlardır.

Kıbrıs siyasal tarihine Kanlı Noel olarak geçen 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların başlattığı Türkleri katliam harekatının acımasızlık boyutları her türlü vicdani değerlendirmeyi aşmaktadır. Kanlı Noel’de hapishanelerde bulunan Türk tutuklular çok ağır işkencelere tabi tutulmuşlar ve bir kısmı katledilmiştir. Rum-Yunan askerleri Aralık 1963-1964 tarihleri arasında kadın ve çocukların da dahil olduğu yüzlerce Türkü tutuklamışlar ve hapishanelerdeki Türk mahkumlar yanında bu Türklere de işkence yapmışlar, bir kısmını öldürmüşler, işkencelerde bazı Türkleri engelli hale getirmişler (sakatlamışlar), Rum mahkumları silahlandırmışlar, Türk mahkumları koğuşlardan alarak hücrelerde kapalı tutmuşlardır.

Rum katliamlarını yaşayan ve anılarını kitaplaştıran Gibbons, Ayvasıl (Ayios Vasilios) köyü katliamı hakkındaki gözlemlerini şöyle ifade etmektedir:

"Silah sesleri duyuldu; tüfek dipçikleri ile kilitli kapıları kırdılar; insanlar sokaklara sürüklendi; 70 yaşında bir Türk, kırılan ön kapısının sesiyle uyandı. Sendeleyerek yatak odasından çıktığında, bir sürü silahlı gençle karşılaştı. "Çocuğun var mı?" diye sordular. Şaşkın bir biçimde "Evet" dedi. "Dışarı gönder" diye emrettiler. 19 ve 17 yaşlarındaki iki oğlu ve 10 yaşındaki kız torunu aceleyle giyinip, silahlı adamların peşinden dışarı çıktılar. Çiftlik duvarının dibine dizildikten sonra, silahlı adamlar tarafından makineli tüfek ateşiyle öldürüldüler. Başka bir evde, 13 yaşında bir erkek çocuk elleri dizlerinin arkasına bağlanıp yere yıkıldı. Ev talan edildi ve talancılar çocuğu tekmeleyip ırzına geçip, sonra da bir tabancayla başının arkasından vurdular.

O gece Ayios Vasilios'ta toplam olarak 12 Türk katledildi. Diğerleri toplandı, itilip kakılarak oradaki Türklerin yanına sığınmak üzere Skylloura yoluna çıkarıldı. Gecelikleri, pijamaları ve çıplak ayaklarıyla soğukta sendeleyerek ilerlemeye başladılar. Rumlar karanlıkta arkalarından ateş ediyorlardı.

Silahlı adamların dikkati Türk evlerine çevrildi. Evleri yağmalayıp tahrip ettiler, yorulduklarında da ateşe verdiler. Aynı yörede, tek kalmış çiftlik evlerinde dokuz Türk daha öldürüldü."[19]

Gibbons’un anılarında belirttiği diğer bir katliam olayı 208 Türk'ün yaşadığı Lefkoşa'nın Mathiati Köyü'nde gerçekleştirildi: "(...) İlk dakikalarda üç Türk ciddi olarak yaralandı. Türkler beyaz, küçük evlerinden sokağa fırladıklarında, küfreden ve çığlıklarla gülen kalabalık, bunları yol boyunca iteklemeye ve tekmelemeye başladı. Dipçik darbeleriyle yerlere yıkılan dehşete kapılmış Türkler, sokaklarda sürüklenirken kalabalık, evlere doluşup, ocaklardan yanan kütükleri çekip perde ve yatakları yakmaya başladı. Yıllar boyunca güneşte kurumuş ahşap çatı kirişlerini önce dumanlar, sonra da ateş sardı. Gürültüyle uyanıp ağlamaya başlayan emzikli bebeleri sıkıca tutmuş, çoğu gecelikli ve ayakları çıplak olan kadınlar, yürüyebilen ve pantolon veya mavi çizgili pijamalarının paçalarını tutmuş çocuklarıyla birlikte, yaralılarını sürükleyen Türkler alevler içindeki sokaklarda itilip kakılıyorlardı.

Rum gençler histerik bir biçimde evlere ateş ediyor, kısılmış sesleriyle çılgıncasına bağırıyorlardı. Ateşler evlerin bir kısmını bütünüyle kaplamadan gruplar halinde içlerine doluşup eşya ve tabak-çanağı kırmağa, değerli eşyaları kapıp ceplerine doldurmaya başladılar. Evlerin gerisinden gelen çılgınca sesler saldırganların dikkatini Türklerin hayvanlarına çekti. Ahırlara doluşup sağlam inekleri, keçi ve koyunları makineli tüfekle taradılar. Tavukları havaya atıp, gıdaklar ve çırpınırlarken ateş ediyorlardı; gövdeleri bir tüy bulutu halinde parçalanıyordu.

Kalabalık kana susamış bir çılgınlık içinde bağrışıyordu. Türkler, donmuş, açık yol boyunca sürüklenip köyden çıkarıldılar. Azap içinde, tamamıyla Türklerin oturduğu bir sonraki köyün, Kochatis'in yakınlarında bırakıldılar. Kochatis köyünün Türkleri komşularına yardım etmek için evlerinden fırlarken kalabalık ateş etme, yakma ve yağmalama çılgınlığına devam etmek üzere Mathiati'ye geri döndü."[20]

Kanlı Noel saldırılarında önemli ilk kitle katliamlarından biri de bir Türk yerleşim birimi olan ve 800 kadar Türk’ün yaşadığı Küçük Kaymaklı’da yapılmıştır. Bu katliam sırasında öldürülen çok sayıdaki Türklerin arasında eli ayağı tutmayan (engelli) bir Türk genci ile başından vurularak öldürülen 70 yaşındaki bir imam da bulunuyordu. Lefkoşa’da Küçük Kaymaklı ve yüzün üstünde Türk ailesinin yaşadığı Çağlayan bölgelerine yapılan katliam saldırıları sırasında binlerce Türk evi boşaltılmıştır. Küçükkaymaklı köyü tamamen yakılıp yılmıştır. Köy bugün halen yakılmış ve tahrip edilmiş hali ile bir ibret abidesi halinde durmaktadır.

Küçük Kaymaklı’dan göç etmek zorunda kalan Türkler hemen yakındaki Hamit Köye sığınmışlar ve orada Türkiye’den Kızılay’ın gönderdiği çadırlarla oluşturulan “çadır mahallesinde” yıllarca yaşamışlardır. Çağlayan bölgesinden göç eden Türkler Lefkoşa’nın Türk kesimindeki surlar içine sığınmışlardır.

Kanlı Noel soykırımının bir simgesi haline gelen ve dünya kamuoyunda büyük infial yaratan Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda görevli Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın çocukları ve eşi barbar Rum saldırılarında canlarını kurtarmak için saklandıkları banyo küveti içinde kurşunlanarak öldürülmüşlerdir.

Gibbons, kitabında Kumsal katliamı hakkındaki gözlemlerini şöyle ifade etmektedir: "Silahlı adamlar kapıları kırdılar; dipçikleyerek, döverek, yumruklayarak ve küfrederek Türk evlerine doluştular. Kumsal'dan geri çekiliş başladı. Bir kere daha, Naziler'in saldırısı altında bozguna uğrayan Avrupa'da olduğu gibi aileler, şaşırmış, dehşete düşmüş bir halde kulaklarında tüfeklerin gürültüsü ve makinelilerin takırtısının yankısıyla evlerinden soğuk sokaklara döküldüler. Kayıp düşerek, birbirlerine tutunarak koşmaya başladılar. Sokakta bir kadının "Allah rızası için birisi yardım etmeyecek mi?" diyen çığlığı yankılandı.

Kumsal'ın Türk sakinlerinin 159'u o gece kaçamadı. Banyodaki dört kişi ve ev sahibesinden başka dört kişi daha o gece öldürüldü; 150'si rehin alındı. Rehinelerden bir kısmını bir daha gören olmadı."[21]

Rum barbarlığının, vahşetinin ve işledikleri insanlık suçlarının çarpıcı örneklerinden biri de Rum bölgesinde bulunan devlet hastanesinde tedavi gören hastaların kanlarının alınması ve katliam harekatında yaralanarak hastanelere kaldırılan Türklerin kan yerine su verilmesi suretiyle öldürülmeleridir. Bu arada hastanede çalışan bir hastabakıcı ve tedavi gören genç bir Türk öğretmen de hastaneye gelen silahlı Rumlar tarafından, Türk Başhemşire’nin odasında vurularak öldürülmüştür.[22]

İtalyan gazetecinin 1964'de yapılan Rum katliamlarına ilişkin gözlemleri de çarpıcıdır: "Şu anda Türklerin köylerinden göçlerine şahit oluyoruz. Rum terörü acımasız; binlerce kişi evlerini, topraklarını, sürülerini terk ediyor. Bu sefer Helenlik laflarının ve Plato'nun bütününü bu barbarca ve kudurmuş davranışları gizlemesi imkansız. Türk köylerinde akşam üstü saat dörtte sokağa çıkma yasağı yürürlüğe giriyor. Tehditler, silah sesleri ve kundakçılık girişimleri karanlık basar basmaz başlıyor. Ne kadın, ne de çocuğun gözetilmediği Noel katliamından sonra, herhangi bir mukavemet imkansız gözüküyor."[23]

Lefkoşa'nın Ayios Sozomenos köyündeki olaylar hakkında, Time muhabiri Robert Ball ise gözlemlerini şöyle dile getirmektedir: "En şiddetli çarpışma, Rumların yumru yumru zeytin ağaçlarının örtüsünden yararlanarak taarruz ettikleri köyün batı kıyısında olmaktaydı. Dokuz Türk'ün sığındığı kerpiç evin bir penceresi bir roketatar mermisiyle uçurulmuş, ikinci katı da kurşun delikleriyle tam anlamıyla kevgire dönmüştü.

Umutsuzluk içinde dere yatağına doğru, kaçmaya çalışan bir Türk çoban, kapıdan birkaç adım ötede vuruldu. Bir diğeri ise eline geçirdiği bir yabayla Yunan mevzilerine tek başına, nafile bir taarruza kalktı, hemen öldürüldü."[24]

Akritas Planı ile Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta başlattığı soykırım harekatı, soykırım tanımları bağlamında bütün türleri içeren bir niteliktedir. Kıbrıs Türk halkının 21 Aralık 1963-20 Temmuz 1974 tarihleri arasında geçen on bir yıl içerisinde yaşam koşulları ağırlaşarak bir varoluş ve direniş mücadelesi vermiştir. Bu dönemde Ada’daki Türk nüfusun yarısı Türk Kızılayı’nın yardım kayıtlarında kalmıştır. Bu sayının yarısı göçmen olarak sınıflandırılmıştı. Silah zoruyla göç ettikleri köylerine ve terk ettikleri evlerine dönmeleri imkansız olan on binlerce Türk, on bir yıl boyunca insanlık dışı koşullarda ve Rum ablukası ile ambargosu altında göçmen kamplarında, çadır kentlerde yaşamıştır. Rum saldırıları sonucunda boşaltılan 103 köyün ve terk edilen binlerce evin büyük bir çoğunlu bombalanmış veya kundaklanma sonucunda tamamıyla veya kısmen tahrip edilmiş, yağmaya uğramış ve içinde yaşanamayacak bir duruma getirilmiştir.[25]

Ada’nın %3’lük kısmına sıkıştırılmış olan Türk halkının gidebileceği hiçbir yer yoktu, iskan edilebilecekleri ev yoktu. Kıbrıslı Türkler 1963’ten 1968’e kadar üzerlerindeki çok ağır baskılarla yaşamlarını sürdürebildiler. Türk memurların tamamı işlerinden atılmış ve Rumların yanında çalışanlar kovulmuş, tarımla uğraşanlar topraklarından koparılmıştı. Türkiye, Kızılay vasıtasıyla, Türklere temel gıda maddeleri yardımında bulunarak, her aileye belirli miktarda un, pirinç, kuru fasulye, şeker, yağ ve diğer elzem maddeleri yardım olarak, bu on bir yıl boyunca gönderdi. Türkiye’nin gönderdiği yardımları BM görevlileri Rumların denetiminde Türk bölgelerine ulaştırdı. Rumlar Türkiye’den gelen yardımları silah arama bahanesi ile kasaları kırarak açıyor, gıda malzemelerini yerlere boşaltıyor ve bundan sonra kamyonlara yüklenmesine izin veriyorlardı. Bu arada gelen yardımların yarısı tahrip oluyor ya da çalınıyordu.

Türk bölgelerinden çıkıp başka yerleşim yerlerine seyahat eden Türkler yollara kurulmuş barikatlarda ve yerleşim yerlerine giriş çıkış noktalarında saatlerce bekletilerek, insanlık dışı tahkir edici aramalara tabi tutuluyorlardı. Bu aramalarda Türklerin üzerlerindeki paralar ve değerli eşyaları alınıyor, yüzlercesi çıktıkları bölgelere bir daha geri dönmüyor ya da gidecekleri yerlere hiç varamıyorlardı. Bu şekilde 700’ü aşkın Türk yollardan alınarak öldürülmüş ve kayıplar listesindeki yerlerini almıştır.

Kuşatma altındaki büyük Türk bölgelerine köylerden getirilen sebze ve meyveleri taşıyan kamyonlar yerleşim yerlerinin giriş noktalarında (barikat ve kapılarda) duruluyor, silahlı Eokacılar tarafından yere atılarak tahrip ediliyor, Kıbrıs Rum polisi ve Rum Milli Muhafuz Ordusu (RMMO)’nun adamları sebze ve meyveleri ayaklarıyla eziyor, silah arama bahanesi ile karpuzları kesiyorlardı. Rum köylerine yakın ve sınır olan Türk köylerinin otlaklarına Rum çobanlar sürekli zehir atıyorlar ve hayvanların ölmesini sağlıyorlardı. Ayrıca tarlalarında çalışan Türk köylüleri kadın çocuk demeden öldürüyorlardı. Türk bölgelerine giren araçların akaryakıt depoları Rumlarca kontrol edilerek dört litreden fazla olan depoları boşaltılarak el konuyordu. Rum polisinin hazırladığı uydurma “arananlar” listesinde isimleri olduğu gerekçesiyle çok sayıda Türk yolardan alınarak sorgusuz sualsiz tutuklanıyor ve infaza maruz kalıyordu. Kıbrıslı Rumlara göre “Türkler insan değil köpek idi”.[26]

Rumlar belirtilen soykırım uygulamalarıyla Türkleri işsiz, gelirsiz, yavaş fakat kesin bir sefalete doğru sürükleyen bir strateji uygulayarak Kıbrıs’ta Türk varlığını eritmeyi hedeflemişlerdi. Bu uygulamalar yanında Grivas ve emrindeki EOKA teröristleri küçük ve savunması daha zor olan Türk bölgelerini yok etmek amacıyla sistemli ve programlı bir şekilde kanlı saldırılar düzenliyordu.

Bütün bu uygulamalara karşın 1963 yılından günümüze kadar hiçbir Rum sorgulanmadı, yargılanmadı. Aksine Papadopulos basına son zamanlarda yaptığı açıklamalarda Kıbrıs’ta bir tek Türkün bile öldürülmediğini söyleyebilmiştir. Bununla da yetinmeyen GKRY, 2005 yılını “EOKA Yılı” ilan ederek Papadopulos’un da dahil olduğu 21 bin EOKACI’ya madalya verilmesini kararlaştırmıştır. Bütün bu olgular Kıbrıs’ta Türklere karşı uygulanan soykırımın devlet eliyle ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirildiğini göstermektedir.

Rumların soykırım harekatına Yunanistan da tam anlamıyla ortak olmuştur. Nitekim RMMO’da 650 Yunanlı subay fiilen ve açıkça görev yapmış ve komuta etmiştir. Türklere yapılan saldırılarda Rum silahlı gücüne Yunanlı subaylar komuta etmiştir. “Kıbrıslı Türk sivillere Lefkoşa ve Erenköy’de EOKA tarafından yapılan saldırılara katılmış RMMO bünyesindeki Yunanlı subaylar da, Ada’daki masum, savunmasız Türk köylerine yapılan saldırıları yönetmişti.”[27]

b) İphestos Planı-1974

İphestos Planı, RMMO’nun Türkleri 1974 yılında yok etme planıdır. Rumlardan 1974 Barış Harekatı’nda ele geçirilen “RMMO belgeleri, Ada’nın Türk nüfusunu bütünüyle yok etmeyi amaçlayan, tüyleri diken diken edecek planların ortaya çıkmasını sağladı. Bu belgeler ‘temizlenecek’ Türk bölgelerini ve köylerini detaylı olarak gösteriyor. Bütün detaylar, içinde yaşayanlarla birlikte imha edilecek köyler, özel bölgelere ve görevlere tahsis edilen birlikler, hatta Türk cesetlerinin nereye gömüleceği, hepsi hepsi planlarda var. Okumak korku vericiydi ve belki de hepsinden korkunç olanı da, Kıbrıslı Rum sivillerin katliamlara katılmaları amacıyla organize edileceklerinin ve bu yönde beyinlerinin yıkanacağının ortaya çıkmasıydı. BUNLAR SOYKIRIM DOSYALARIYDI. Çevirisini yaptığım Soykırım Dosyaları, Yunanistan’ın Kıbrıs’ta yaptığı hükümet darbesine kadar geçen aylar içerisinde gönderilen yığınlarca emirden sadece küçük bir parça idi. Fakat bu özel belgeler, Girne’den, Lefkoşa’nın kuzeyinden, Ada’nın kuzeybatısındaki Güzelyurt Koyu’na kadar olan bölgelerle ilgiliydi. Gerçekler ışığında bu dosyalar, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs Türklerini Ada’dan silme niyetinde olduklarını açıkça gösteriyordu.”[28]

RMMO Komutanı Haralombos’un yöneteceği İfestos Planı,“İFESTOS(Volkan)197 4” kod adını taşıyordu ve İç Güvenlik (SEA) operasyonu olarak tarif edilmiştir. “Bu, Türkiye’nin yapacağı bir saldırıdan korunma kılıfı içerisinde yapılmıyordu. Gerçekte, Türkiye adı bile geçmiyordu. Bu, dışarıdan kimsenin müdahil olmayacağı, sadece içe yönelik bir mesele olacaktı. Sadece Kıbrıslılar arasında bir şey olacaktı. Kıbrıslı Rumlar öldürecek, Kıbrıslı Türkler ölecekti. İşte bu kadar basitti”[29]

Rum-Yunan ikilisinin 1974 Cunta Darbesi ile gerçekleştirilecek olan ENOSİS için böylesine bir soykırım planı hazırlamışlardı ve bu Planı uygulamaya koyduklarında Türkiye’nin müdahale edemeyeceği, ederse de kurtaracak Türk bulamayacağı inancındaydılar; çünkü kendilerince gerekli bütün önlemler en ayrıntılı bir şekilde belirlenmiş ve her şey mükemmel bir biçimde programlanmıştır. Nitekim en son açıklanan Kıbrıs’la ilgili ABD Milli Arşiv belgelerine dayanarak Makarios Durusiotis, “İlk Bölünme – İProti Dihotomisi” adlı kitabında, Tassos Papadopulos’un Amerikalılara, Türklerin işgal etmesi halinde, Kıbrıslı Rumların 'iç durumu düzeltmek' için planları olduğu mesajını gönderdiğini ve bu mesajda, 'Eğer Türk donanması, 12 mil sınırları içine girerse, bunu işgalin başlangıcı olarak sayacaklarını, hesaplarına göre bu zamanın kendilerine, kendi savunmaları amacıyla Kıbrıslı Türkleri temizlemek için 75 dakika sunduğunu ve bunu yapacak plan ve yollara sahip olduğunu ifade ettiğini açıklamaktadır.

Bütün veriler ve bilgiler Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta Türk varlığına son vermek için kapsamlı bir soykırım planını hazırladığını ve uyguladığını açık ve tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır.

1974 Barış Harekatı sürecinde Rumların gerçekleştirdikleri Muratağa, Atlılar, Sandallar, Dohni katliamları ve yabancı gazetecilerin gözlemledikleri olaylar, Rum-Yunan soykırımının en güçlü kanıtlarıdır.

İngiliz gazeteci 1974 yılına ait gözlemlerini aktardığı yazısında, "Kıbrıs'ın istilasından sonra yüzlerce Kıbrıslı Türk, Milli Muhafızlarca rehin alınmış, Türk kadınlarının ırzına geçilmiş, çocuklar cadde ortasında öldürülmüş ve Limasol'daki Türk mahalleri tamamen yakılmıştı."[30]

Bir Alman turistin gözlemleri ise son derece çarpıcıdır: "Yunanlılar'ın kasaplığını insan zekası kavrayamaz... Magosa etrafındaki köylerde Rum Milli Muhafızları, vahşetin eşsiz örneklerini gösterdiler. Türk evlerine girdiler; acımasızca kadın ve çocuklara mermi sıktılar; birçok Türk'ü, gırtlağından kestiler; Türk kadınlarını toplayarak ırzlarına geçtiler..."[31]

"Kıbrıs Rumları, XX. yüzyılda, çağdışı davranışlar sergileyerek giriştikleri katliamlarda masum Kıbrıs Türklerini hunharca öldürmekle kalmayıp kazdıkları çukurlara yarı canlı insanları da doldurmuşlardır. İşte gün ışığında mezardaki pek çok insan cesedi Yunan vahşetini dünya kamuoyuna tanıtıyor. Toplu mezarlardan çıkarılan Kıbrıslı masum Türklerin cesetleri, yıllardan beri adada derebeylik yasalarını uygulayan Rumların, ne derece sefil bir yaratık olduklarını kanıtlıyordu..."[32]

İphestos Planı’nın uygulama sonuçları 1974 Barış Harekatı’ndan sonra ortaya çıkarılan toplu katliam mezarlarıdır. Muratağa, Atlılar ve Sandallar Katliamları bunun en korkunç örnekleridir. Bir Türk çobanın 1 Eylül 1974 tarihinde toprak üzerinde fark ettiği bir el, Muratağa ve Sandallar köylerinin sakinlerinin akıbetlerinin ne olduğunu acı bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Yirminci yüzyılın en kanlı soykırımcıları Rum-Yunan ikilisi 15 Ağustos 1974 günü, 88 Türk'ü vahşice öldürerek topluca bu vahşet çukuruna gömmüşlerdi.

Atlılar Köyü, Magosa'nın 15 km uzağında, tamamen Türklerle meskun bir köydü. Rumlar köyde yaşayan 27 Türk'ü katlederek toplu mezara gömdüler. Atlılar toplu mezarı 21 Ağustos 1974 tarihinde ortaya çıkarıldı. Rumlar 15 Ağustos 1974 günü kurşuna dizdikleri kadın-erkek, çoluk-çocuk toplam 57 Türkü çukura üst üste atmışlar ve üzerlerini buldozerlerle kapatmışlardı.

5. Türklerin Göçleri

Kıbrıs’ta İngiliz yönetimi 1878 yılında başladığı zaman Türkler ada nüfusunun % 44’ünü oluşturmakta ve toprak mülkiyetinin % 50’sine sahipti.[33] Türk Barış Harekatı’nın gerçekleştirildiği 1974 yılında Türk nüfusu 120 bin civarında ve toplam Ada nüfusunun % 18-20’si oranında, tapulu Türk toprakları da %35 oranında idi. Bir diğer anlatımla 1878-1974 döneminde Türklerin Ada nüfusundaki payı % 50’den % 20’ye düşerken Rumlar büyük bir çoğunluğa ulaşmış ve başta kamulaştırmalar olmak üzere Türk halkının ve Türk Vakıflarının toplam tapulu malları, biliçli şekilde yapılan çeşitli uygulamalarla azaltılmıştır. Bu sonuç doğal olarak ortaya çıkmamış, Kıbrıs’ın Türk yönetiminden çıkmasıyla birlikte Türklere karşı başlatılan sistemli ve planlı yok ediş eylemleri sonucunda meydana gelmiştir.

Kıbrıs’ta Türk nüfusunun toplam nüfustaki payının azalmasında en önemli etken Kıbrıs dışına verilen göçlerdir. Türklerin yurtdışına göç etmesinin önemli nedenlerden biri 1923 Lozan Barış Anlaşması ile Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılması, daha sonraları gerek İngiliz Sömürge döneminde Türklere yapılan ikinci sınıf vatandaş uygulamaları ve gerekse Rum-Yunan soykırımıdır.


SONUÇ

Rumların Türklere karşı giriştiği katliam eylemlerinin bir soykırım olduğu açık bir gerçektir. Bir hukukçu olan Steven Katz’ın, soykırımın delillerinin kabul edilmesi için onun planlı bir şekilde yapıldığının somut olarak belirlenmesi gerektiği görüşünü[34] dikkate aldığımızda Akritas Planı bunun en somut delilidir.

Soykırım araştırmacılarının, yaptıkları incelemeler sonucunda elde ettikleri bulgular ve ortaya koydukları tezler soykırımın sadece, doğrudan doğruya bir ulusu, ırkı, etnik ve dini grubu fiziki olarak yok etmek olmadığını, aynı zamanda, grupların sosyal ve siyasi kurumsallaşmalarını, kültürel, dini, dil ve ulusal duygularını ve ekonomik yaşamını, kısmen ya da tamamen yok etmek, çökertmek olduğunu ifade etmektedirler. Rumların Türk halkına karşı uyguladığı eylemler, soykırımın bu anlamıyla tamamen örtüşmektedir.

Rumlar, Kıbrıs’ta Türk halkının gelişme koşullarını ambargolar, toprağını işgal etmek, köyünden-yurdundan göç ettirmek, üretimini ve diğer ekonomik faaliyetlerini engellemek yoluyla soykırımı en geniş şekliyle uygulamıştır.

Bugün de sürdürdüğü ambargolar ve uluslar arası alanda BM üyeliğini ve AB üyeliğini kullanarak gerçekleştirdiği tecrit girişimleri ile KKTC’nin ve Türk halkının kalkınmasını, gelişmesini ve refah düzeyinin yükselmesini önlemekte, dolayısıyla soykırım sürecini devam ettirmektedir.


DİPNOTLAR
[1] Sefa M. Yürükel,  Batı Tarihinde İnsanlık Suçları, 2. Baskı, Marmara Grubu Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayını, İstanbul, 2004, s. 6. Daha geniş bilgi için Bkz. Rudolph J. Rumell, Statistics of Democide: Genocide and Mass Murder Since 1900, Piscatawy, Transaction Publishers, 1998.
[2] Gündüz Aktan, “Türkler Büyük Kayıplarının Yaslarını Tutmamıştır”Tarihte Türklere Yapılan Katliamlar - Panel, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayını, Ankara, Şubat 2005, s. 8.
[3] Yürükel, 2004, s. 9. Ayrıca daha geniş bilgi için Bkz. R. Lemkin, in Hinton, Genocide: an Anthropological Reader (ed.) Alexander Laban Hinton, Blackwell Publishers, 2002.
[4] David Kader, Progress and Limitation in Basic Genocide Law, in Genocide, (ed) Israel W. Charny, Mansell publisihg, London, 1991, ss.140-146.
[5] Pieter N. Drost, United Nations legislation on International Criminal Law, leyden, A.W. Sythoff, 1959, s.124.
[6] Yürükel, 2004, s.15.
[7] Israel W. Charny, Genocide: Conceptual and Historical Dimensions (ed.), George Andreopoulos, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 1994.
[8] Yürükel, 2004, s. 157. Soykırım türleri hakkında daha geniş bilgi için Bkz. Sefa M. Yürükel , Batı Tarihinde İnsanlık Suçları, 2’nci Baskı, Marmara Grubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayını, İstanbul 2004, ss. 154-170.
[9] Yürükel, 2004, s.22.
[10] Yürükel, ss. 23-24.
[11] Oktay Öksüzoğlu, Dünüyle Bugünüyle Kıbrıs Türkleri, Hamle Yayın, İstanbul, Mart 2003, ss. 43-44.
[12] Öksüzoğlu, s. 44.
[13] Rauf R. Denktaş, 12’ye 5 Kala Kıbrıs, Ankara, Ekim 1966, s.13.
[14] Yürükel, 2004, s. 119.
[15] Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey, 27 Mayıs 1912 tarihli Vatan Gazetesi’nde Rumların saldırılarını anlatan yazısında, saldırıların Kıbrıs’taki Yunan müsevvikleri (provakatörleri) tarafından kışkırtıldığını ifade etmiştir.
[16] Yürükel, 2004, s. 119.
[17] Yürükel, 2004, s. 120.
[18] Harry Scott Gibbons, The Genocide Files, Charles Bravos Publishers, Aralık 1997, s. 66. Kitabın Alparslan Yılmaz tarafından Türkçeye uyarlanmış baskısı ve yeni belgelere göre genişletilmiş yeni baskısı, Kıbrıs’ta Soykırım adıyla Near East Publishing tarafından Nisan 2003 tarihinde yayınlanmıştır.
[19] Harry Scott Gibbons, Peace Without Honour, Ankara 1969, s. 73
[20] Gibbons, Ankara 1969, s. 31.
[21] Gibbons, 1968, s. 76.
[22] Gibbons, 1997, ss. 66-68.
[23] Giorgio Bocca, İl Giorno, 14 Ocak 1964.
[24] Robert Ball, Time Gazetesi, 14 Şubat 1964.
[25] Harry Scott Gibbons, Kıbrıs’ta Soykırım, Near East Publishing, Çev. Alparslan Yılmaz, Erol Fehim (Ed.), Ankara, Nisan 2003, s. 293.
[26] Gibbons, 2003, ss.294-300.
[27] Gibbons, 2003, s. 311.
[28] Gibbons, ss.314-315.
[29] Gibbons, s.316.
[30] David Leigh, The Times, Londra, 23 Temmuz 1974.
[31] Almanya'nın Sesi, 30 Temmuz 1974
[32] James Rayner, Ezilmiş Çiçekler, Lefkoşe 1982, s. 25.
[33] Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 15.
[34] Steven T. Katz, The Holocaust in Historical Perspectives, Vol.1, 1994.

Kaynak:Heddam.com