11. Ankara Film Festivali
Bu yılki Ankara film festivali de bitti. Artık bu yılki filmlerle ilgili değerlendirmelerin zamanı geldi. Öncelikle bu yılki festivalle ilgili iki değerlendirme. İlgi geçmiş senelere göre çok düşük. Örneğin, geçmişte beyaz geceler tıklım tıklım olurken, bu yıl Ankapol sinemasının balkonunu bile dolduramadı. Bunun bir nedeni programın çok sağlam olmaması olabilir ama bence önemli bir nedeni de festivalin alışılmış sinemaları olan Kavaklıdere ve Kızılırmak'da değil de Ankapol, Metrapol ve Megapol sinemalarında düzenlenmiş olması. Bu yılki diğer bir önemli konu da festival programının çok fazla değişmesi. Her sene ufak tefek değişimler olurdu ama bu yıl gerçekten abartıldı, hiç hoş bir durum değil. Şimdi bölümlere göre izlediğim filmler: Ulusal Uzun Film Yarışması: Gemide: Çok sevdiğim bir film. Hemen hemen tüm yönleri ile dört dörtlük olduğunu düşünüyorum. Özellikle Erkan Can'ın oyunu çok iyi. İstanbul'dan dört gemicinin öyküsü. Ama bu gemiciler tam da hayatın içinden çıkıp gelmişler, esrarlı sigara içip karı-kız muhabbeti yapıyorlar, yakası açılmadık küfürler edip porno filmler seyrediyorlar. Sakın kaçırmayın ve Gemide ile birlikte Azize'yi de izleyin. Kaçıklık Diploması: Tunç Başaran'a yakışmayacak kadar kötü bir film. Tek artı yönü iki baş oyuncunun performansları ama onlar da filmi seyre değer bir seviyeye çıkartamıyor. Hoşçakal Yarın: Hakkında çok söz edilen bir film. Deniz Gezmiş'in idamını anlattığını herkes biliyordur herhalde. Karakterlerin derinlerine inmekte ciddi sorunları olsa da yakın tarihe tanık olmak açısından izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Laleli'de Bir Azize: Gemide'nin kardeşi sayılan bu film de gayet iyi. Ancak özellikle görüntü yönetiminde aksaklıklar göze çarpıyor. Çok merak ettiğim bir filmdi, Ankara'da ticari gösterime girmemişti neyse ki festivalde izleyebildi. Yönetmen Kudret Sabancı'nın bundan sonraki işlerini merakla bekliyorum ve bu filmden çok daha iyi işler çıkartacağını düşünüyorum. Karışık Pizza: Klip yönetmenliğinden gelen Umur Turagay son dönem bazı Amerikan filmlerine özenilerek yapıldığı izlenimi veren bu filmde hiç başarılı olamamış bence. Hele ki bir festival içinde izlemeye hiç değmez. Güneşe Yolculuk: İşte büyük ödülü bileğinin hakkıyla alan film. Mutlaka izlenmeli, zaten festivalin de en çok ilgi gören filmi oldu sanırım. Yeşim Ustaoğlu'nun ilk filmi İz'i seyrettiğimde Türk sinemasının en iyi örneklerinden biri saymıştım, bu film için de aynı şeyi düşünüyorum ve Yeşim Ustaoğlu'nun, (belki biraz iddiali olacak ama) şu an Türk sinemasında aktif olarak film yapmakta olan en yetenekli yönetmen oldugunu düşünüyorum (ya da en yeteneklilerinden biri diyelim, ki bu kategoriye Kutluğ Ataman ve Zeki Demirkubuz'u da katabiliriz). En önemlisi çok kuvetli bir atmosfer yaratma duygusu var, filmi sizi bir kez kavradı mı bir daha bırakmiyor. İz'i seyrettigim günden itibaren Ustaoğlu'nun 2. filmini merak etmeye başlamıştım, Cuma saat 14:15'ten itibaren de (Guneşe Yolculuk'u seyrettiğim salondan ayrılış vaktim) 3. filmini merak ediyorum. Filmden sonra kendisi ile yapılan söyleşide de belirttiği gibi anlatacaklarını filmlerinde anlatan bu sessiz sakin kadın eminim daha pek çok nitelikli filme imzasını atacak. Türkiye'nin batısından ve doğusundan iki gencin arkadaşlığını anlatırken ülke gerçeklerine de parmak basan bu film vizyona girdiğinde de kendinden çok sözettirecek. Umarım Ustaoğlu'nun kısa filmlerini de toplu olarak izleme fırsatını buluruz önümüzdeki festivallerde. Leoparın Kuyruğu: İşte 68 kuşağına eleştiriel yaklaşımı ile tartışma yaratmış bir film. Ama yarattığı tartışmanın kadar büyük bir film değil. Özellikle bazı anlarda karakterler resmen kitap sayfalarından çıkmış gibiler. Schlöndorff Retrospektifi: Ruth Halbfass'ın Namusu: Her ikisi de birbirini aldatan evli bir çiftin hikayesini anlatıyor bu film. Çok önemli olduğu söylenemese de toplumun erkekten yana olan iki yüzlü ahlak anlayışını sergilemesi açısından izlenebilecek bir film. Teneke Trampet: Büyümeyi reddeden Oskar'ın hikayesini anlatan bu film belki de festivalin en iyisi. Faşizm ve vahşeti üzerine yapılmış iyi filmlerden, büyüklerin dünyasına da önemli eleştiriler var. Amerika'da bir mahkeme tarafından çocuk pornosu suçlaması ile karşı karşıya bırakılmasına hiç aldırmayın, izlemediyeniz mutlaka görün. Swann'ın Aşkı: Jeremy Irons'un her zamanki oyun gücü ile değerlenen bir dönem filmi örneği. Çok beğendiğimi söyleyemem ama izlemek isteyenleri de engellemem. Nedense filmin uyarlandığı kitabın çok daha iyi olduğu izlenimini uyandırdı bende. Hizmetçinin Öyküsü: Kadınların çoğunun kısır olduğu, yakın bir gelecekte geçen bir bilim-kurgu. Özellikle toplumun iki yüzlü ahlak anlayışını ve faşizme varan bir toplumsal baskıyı eleştiren önemli bir film. İzlediğim iyi bilim-kurgular arasında yerini aldı. Tekno-İnsan: Bir yolculuk sırasında aşık olduğunuz ve aranızda hem duygusal hem de fiziksel bir şeyler gelişen bayanın belki de sizin öz kızınız olabileceğini öğrendiğinizde neler hissedersiniz? İşte bu film böyle ilginç bir konudan yola çıkmakta. Özellikle Sam Shepard'ın oyunu çok iyi. İran Sineması - Son Yıllar: Tozun Dansı: Bir konusu ve diyalogları olmayan, sadece filmin çekildiği bölgenin halkının günlük yaşamını gösteren yer yer sıkıcı olsa da yaşamın ayrıntılarına verdiği önemle önemsenmesi gerekli bir film. Büyük ihtimalle oyuncularının hiçbiri profesyonel değil. Ayna: Benim izlediğim seansta film bittiği için sevinip alkışlayanlar oldu ama benim hoşuma giden bir film (küçük kızın kulak tırmalayıcı ses tonu hariç). Annesi onu almaya gelmeyince eve tek başına dönmek zorunda kalan küçük bir kızın öyküsü, ama filmin ortasında artık bu filmde oynamak istemediğine karar veriyor bu arkadaşımız ve film ekibini terkedip yine tek başına evine dönmeye çalışıyor. Bu kızın çerçevesinde İran'daki günlük koşturmacayı ve üstü kapalı da olsa (sansürle başetmek için olsa gerek) kadının durumunu anlatan iyi bir film. Yakın Plan: Festival programına son anda giren, İran sinemasının büyük ustası Abbas Kiarostami'nin önemli bir filmi. Neredeyse belgesel tadında, çok sade çekilmiş, tipik ve güzel bir Kiarostami filmi. Yunanistan Sineması - Son Yıllar: Şeytana Anlayış Yok: Gayet umut verici bir şekilde açılmsına rağmen giderek soğuduğum fantastik denebilecek bir film. İzlemeyen çok şey kaçırmaz. Kentin Dışından: Yunanistan'ın gece hayatını anlatan iyi bir film. Perdede, pezeveklerden Sovyetlet Birliği'nin dağılması ile ortaya çıkmış fahişelere, uyuşturucu satıcılarından jigalolara bir çok karakter gözüküyor. Atıf Yılmaz'ın "Gece, Melek ve Bizim Çocuklar"da yapmaya çalıştığını başarmış bir film. Dharma Mavi Serseriler: Bu filmi seyrettim ama beyaz gecelerde son film olarak, gözlerimden uyku akarken. Belki de bu yüzden olsa gerek filmin içine giremedim pek, fazla yorum yapmayı uygun bulmuyorum. Sinemanın Genç Yıldızları: Kirli Oyun: Ticari gösterime de rahatlıkla girebilecek bir Fransız filmi. Hayatta bir türlü istediği yere gelememiş olan iki amatör oyuncunun biraz da raslantı ile Fransız sinemasının önde gelen bir takım isimlerini rehin almalarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan öfke ve şiddeti anlatan vasatın üzerinde bir film. Uzun Alacakaranlık: Yaşlı, arkeolog bir bayanın bir otobüse binmesinin ardından başına gelenlerin anlatıldığı iyi bir fantastik film. İç içe bir sürü düş sahnesi kullanılmış, zevkle izleniyor ama aynı konu David Lynch gibi bir yönetmenin elinde bir başyapıta dönüşürdü diye düşünmeden de edemiyor insan. Ayakkabıcı: Geçen sezon izlediğimiz Heavy'i andıran, ancak onun kadar başarılı olamayan gayet sıcak, hoş, keyifli bir film. İzlenebilir. Witman Kardeşler: Bir kaç yıl önce yine festivalde Woyzeck filmini izleyip de hayran kaldığım yönetmen Janos Szasz yeni filmi. En az Woyzeck kadar başarılı ve sarsıcı olan bu filmde Szasz küçük yaşta babalarını kaybeden, annelerinden de istedikleri ilgiyi alamayıp bir fahişeye aşık olan iki kardeşin öyküsünü ustalıkla anlatıyor. Mutlaka ama mutlaka izlenmeli, filmin sonunda koltuğunuzdan zıplayacağınıza da garanti veririm. Düğmeciler: İşte iyi bir film daha. Sizce, Hiroşima'ya atom bombası atan pilot, Prag'lı bir taksici, kendini beğenmiş bir psikolog, trenlere tükürmekten başka marifeti olmayan bir aptal ve kanepelerin düğmelerini sökmeye meraklı bir adam (hem de hiç alışılmadık bir yöntemle) arasında ne gibi bir bağlantı olabilir? Eğer tahmin edemediyseniz bu filmi izleyin. Yönetmen 6 ayrı bölümden oluşturmuş filmini ama bu bölümler öyle ayrıntılarla birbirine bağlanmış ki ortaya çok güzel bir öykü çıkmış. Dünya Sinemasından: Dünyanın Başlangıcına Yolculuk: Açıkçası gayet sıkıcı bulduğum, yoğun diyaloglara dayalı bir film. Ama çok sevenleri olduğunu da biliyorum, artık size kalmış. Mutlu Birliktelik: Arjantin'e giden Hong-Kong'lu eşcinsel bir çiftin öyküsü mükemmel bir şekilde perdeye aktarılmış. Tümüyle çok iyi bir film ve türü ne olursa olsun insanın içine işleyen bir aşk öyküsü. Kurt Dişi Kolye: Yetişkin bir adamın, çocukluk ve ilk gençlik çağlarını hatırladığı türden filmlere Litvanya'dan gelen yeni bir örnek. Kendine özgü hoş noktaları olduğunu gözardı edemem ama çok iyi bir film de diyemiyorum. Sue: Sinemalarda izlediğimiz Amerikan filmlerinde çoğunlukla fırsatlar ülkesi Amerika ile ilgili tanımlar buluruz. Sue'yu izlediğinizde insanların iş bulamadığı ve iletişimsizlik çektiği bir başka Amerika göreceksiniz. Locarno Yarı-Yüzyıl: Gelecek Üstüne Yansımalar: Sinemanın geleceği üzerine 6 yönetmenden 6 kısa film. Kısa filmlere ilgi duyanlar kaçırmamıştır diyeceğim ama ben gittiğimde salonda taş çatlasa 20 kişi vardı. Her ne kadar her birini sevmesem de filmlerin tadının damağımda kaldığını söyleyebilirim, keşke 15 yönetmen falan olsaydı. |