8. KONU

 

Günah

 

I. Bağışlama ve günah

 

1846 İncil günahkârlar için Mesih İsa’da açınlanan Tanrı’nın bağışlamasıdır.1 Melek Yusuf’a şöyle dedi: “Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından kurtaracak Odur” (Mt 1, 21). Bir Kilise Kurtuluş sırrı olan Efkaristiya konusunda da İsa şöyle diyor: “Bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır” (Mt 26, 28).

 

1847 “Tanrı bizleri bizsiz yarattı, ama bizleri bizsiz kurtarmak istemedi.”2 Bağışlayıcılığını elde etmek için günahlarımızın itirafı gerekir. “Günahımız yoktur dersek kendimizi kandırmış oluruz, gerçek de içimizde olmaz. Ama günahlarımızı itiraf edersek güvenilir ve adil olan Tanrı, günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır” (1 Yu 1, 8-9).

 

1848 Paulus şöyle diyor: “Günahın çoğaldığı yerde Tanrı’nın lütfu daha da çoğaldı.” Tanrı’nın nurunun işini yapabilmesi için Rabbimiz Mesih İsa aracılığıyla bize sonsuz yaşam vermek ve yüreğimizi değiştirmek amacıyla önce günahı bulup ortaya çıkarması gerekir (Rom 5, 20, 21). Yarayı pansuman yapmadan önce deşen doktor gibi, Tanrı da Sözüyle ve Ruhuyla günahın üzerine canlı bir ışık yansıtır:

 

Tanrı’ya dönüş günahın aydınlığa kavuşmasını gerektirir, ayrıca bir iç vicdan muhasebesini de kendinde içerir. Bu, gerçek Ruhunun insanın derinliklerine nüfuz ettiğini aynı zamanda da sevgi ve nurun yeni bir lütfun başlangıcı olduğunu gösterir: “Kutsal Ruh’u alın.” Böylece, günahın bu aydınlığa çıkarılışında bir çift lütuf keşfediyoruz: Vicdan gerçeğinin armağanı ile Kurtuluş güvencesi armağanı. Gerçek Ruhu Teselli verendir.3

 

II. Günahın tanımı

 

1849 Günah akla, gerçeğe, dürüst vicdana karşı yapılan bir saldırıdır; günah bazı nimetlere duyulan sapkın bağlılık nedeniyle Tanrı’ya ve insana duyulması gereken gerçek sevginin bir eksikliğidir. Günah insan doğasını yaralar ve insan dayanışmasına darbe vurur. Günah “ebedi yasaya ters düşen bir söz, bir eylem ya da bir arzudur”1.

 

1850 Günah Tanrı’ya yapılmış bir hakarettir: “Sana karşı, yalnız Sana karşı günah işledim. Sana göre kötü olan şeyi yaptım” (Mzm 51, 6). Günah bizde Tanrı sevgisine karşı koyar ve yüreklerimizi ondan uzaklaştırır. İlk günah gibi, günah, “tanrılar gibi” olma isteğiyle iyi ve kötüyü bilerek ve saptayarak yapılan bir itaatsizliktir, Tanrı’ya karşı bir isyandır (Yar 3, 5). Günah insanın “Tanrı’dan nefret edecek kadar kendisini sevmesidir”2. Kendini bencilce yükseltmesiyle günah, esenliği gerçekleştirmiş olan İsa’nın itaatine taban tabana zıttır.3

 

1851 Mesih İsa’nın bağışlayıcılığının yeneceği günah bütün şiddetini ve yoğunluğunu özellikle İsa’nın çektiği acılarda gösterecektir: İnançsızlık, öldürücü nefret, halk ve liderleri tarafından dışlanma ve alaylara maruz kalma, Pilatus’un alçaklığı, askerlerin zalimliği, İsa’ya ağır gelen Yahuda’nın ihaneti, Petrus’un inkârı ve havarilerin terk edişi. Bununla birlikte, bu dünyanın prensinin ve karanlıkların egemen olduğu saatte bile4 Mesih İsa’nın kurbanı gizlice günahlarımızın bitmez tükenmez bağış kaynağı olur.

 

III. Günahların çeşitliliği

 

1852 Çok çeşitli günah vardır. Kutsal Kitap bunun birçok listesini veriyor. Galatyalılara Mektup’ta nefsin işleri ile Ruh’un meyvelerini birbirinin karşısına getiriyor: “Nefsin işleri açıktır. Bunlar cinsel ahlâksızlık, pislik, sefahat, putperestlik, büyücülük, düşmanlık, çekişme, kıskançlık, öfke, bencil tutkular, ayrılıklar, bölünmeler, çekemezlik, sarhoşluk, çılgınca eğlenceler ve benzeri şeylerdir. Sizi daha önce uyardığım gibi yine uyarıyorum, böyle davrananlar Tanrı’nın Egemenliğini miras alamayacaklar”5 (5, 19-21).

 

1853 Bütün insan davranışları gibi günahları da nesnelerine göre, ya da aşırılığıyla veya isyanıyla erdemlere karşı olmasına göre, ya da ters düştükleri buyruklara göre ayırt etmek mümkündür. Günahları Tanrı’ya, insanlara ya da kendi kendisine karşı işlenmiş olmalarına göre de sıralamak mümkündür; günahları tensel ve tinsel olarak da ayırmak mümkün olduğu gibi, düşüncede, sözle, eylemle ya da ihmal yüzünden işlenmiş olarak da ayrılabilir. Günahın kökleri Rab’bin öğretisine göre insan yüreğindedir, özgür iradesindedir: “Nitekim kötü düşünceler, cinayet, zina, ahlâksızlık, hırsızlık, yalan tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten işte bunlardır” (Mt 15, 19-20). Günahı yaralayan iyi ve temiz işlerin kaynağı olan sevgi de yürekte bulunur.

 

IV. Günahın tehlikeliliği: Ölümcül günah ile hafif günah

 

1854 Günahları tehlike derecelerine göre değerlendirmek gerekir. Kutsal Kitapta şöyle bir değinilen ölümcül günah ile hafif günah kavramı1 Kilise geleneğine yerleşmiştir. İnsanların deneyimi bunu doğrulamaktadır.

 

1855 Ölümcül günah Tanrı Yasasının ciddi bir şekilde çiğnenmesini sağladığından insanın yüreğindeki sevgiyi yok eder; insanı daha aşağı bir nimeti Tanrı’ya tercih ettiğinden kendi nihai sonu ve mutluluğu olan Tanrı’dan uzaklaştırır.

Hafif günah ise sevgiyi incitmesine ve yaralamasına rağmen sevgi var olmaya devam eder.

 

1856 Ölümcül günah bizdeki sevgi denen hayati kaynağa saldırdığından yüreğin değişmesini ve Tanrı’nın merhametini gerekli kılacak yeni bir girişime gerek vardır. Bu girişim de doğal olarak Kilisenin Tövbe sırrı ile gerçekleşir:

 

İrade kendiliğinden insanın nihai sona göre düzenlendiği sevgiye ters düşen bir nesneye yöneldiğinde, günah gerek küfürle, yalan yere yemin ederek vb. Tanrı sevgisine gerekse cinayetle, zinayla, vb. hemcinsine olan sevgiye karşı olduğunu göstererek doğası gereği ölümcüldür. Buna karşılık, günahkârın iradesi bazen temelinde bir düzensizlik içermesine rağmen Tanrı ve insan sevgisine karşı olmayan bir şeye yönelmek, örneğin boş bir söz söylemek, aşırı gülmek ya da buna benzer şeyler hafif günahlar sınıfına girer.2

 

1857 Bir günahın ölümcül günah olması için üç koşulun yerine gelmesi gerekir: “Tam bilinçli bir şekilde ve isteyerek ciddi bir konuda işlenmiş günaha öldürücü günah denir.”3

 

1858 Ciddi konu İsa’nın zengin genç adama verdiği cevapta on emirle belirlenmiştir: “Adam öldürme, zina etme, hırsızlık yapma, yalan yere tanıklık etme, kimsenin hakkını yeme, anne ve babana saygı göster” (Mk 10, 19). Günahların tehlikeliliği büyük ya da küçük olabilir: Bir cinayet bir hırsızlıktan daha büyük bir suçtur. Zarara uğrayan insanların niteliği de burada söz konusudur; Anne ve babaya uygulanan şiddet bir yabancıya uygulanandan daha büyük bir suçtur.

 

1859 Bir günahın ölümcül günah olabilmesi için tam bir bilinçle isteyerek işlenmesi gerekir. Yapılan eylemin suç oluşturduğunun, tanrı Yasasına karşı olduğunun bilincinde olmak gerekir. Ayrıca insanın bunu şahsen karar vererek isteyerek yapması gerekir. Bilmiyor gibi görünmek ve yüreğin katılaşması1 günahın isteyerek yapılma niteliğini azaltmaz, ancak artırır.

 

1860 İstemeden bilgisiz kalmak ciddi bir suçun sorumluluğunu kaldırabilir ya da en azından azaltabilir. Ama hiç kimse insanın vicdanına kazınmış olan ahlâk yasasının ilkelerini bilmiyor kabul edilemez. Hevesin itkileri, tutkular, dış baskılar ya da patolojik rahatsızlıklar özgürce ve isteyerek yapılan bir suçu azaltabilir. Kötülükle yapılan, isteyerek seçilen bir kötülük en kötüsüdür.

 

1861 Ölümcül günah, sevginin kendisi gibi insan özgürlüğünün radikal bir olasılığıdır. Sevginin yitirilmesini ve kutsallaştırıcı nurdan, yani nurlu olma durumundan yoksun kalmayı getirir. Bunlar pişmanlık duyularak ve Tanrı’nın bağışı ile yeniden elde edilmezse Mesih’in krallığından atılma ve cehennemin ebedi ölümüne gitmeye neden olur. İstediğimiz seçimi her zaman özgürce yapabiliriz. Bununla birlikte bir eylemin kendiliğinden büyük bir hata olduğuna karar versek de, hükmü insanların adaletine ve Tanrı’nın merhametine bırakmalıyız.

 

1862 Önemsiz bir konuda ahlâk yasasının belirttiği koşullara uyulmadığında, ya da ciddi bir konuda ahlâk yasasına tam bilinçli olmadan ya da tam rıza göstermeden karşı gelindiğinde hafif günah işlenmiş olunur.

 

1863 Hafif günah sevgiyi azaltır; dünya nimetlerine karşı bozuk bir eğilim duyulmasına neden olur; erdemlerin kullanımında ve ahlâki açıdan iyi olan şeylerin uygulanmasında ruhun aşama yapmasını engeller; dünyevi cezaları üzerine çeker. İsteyerek yapılan ve pişmanlık duyulmayan hafif günahlar bizleri yavaş yavaş ölümcül günahları işlemeye götürür. Buna rağmen hafif günahlar bizleri Tanrı iradesine ve dostluğuna karşı kılmaz; Tanrı ile yapılan antlaşmayı bozmaz. Tanrı lütfu ve insanın gayretiyle düzeltilebilir. “İnsanı kutsallaştırıcı ya da tanrılaştırıcı nurdan ve sevgiden bunun sonucu olarak da ebedi mutluluktan yoksun bırakmaz.”1

 

İnsan bir bedene sahip olduğu sürece en azından hafif günahları işlemeden edemez. Hafif dediğimiz bu günahlar zararsız değildir: Onları tarttığında zararsız buluyorsan, saydığında korkmalısın. Birçok hafif nesne büyük bir kütle oluşturur; birçok damla bir nehri oluşturur; birçok tohum tanesi bir yığın oluşturur. O zaman hangi umuda bel bağlayabiliriz? Her şeyden önce itirafa...2

 

1864 “Kutsal Ruh’a küfreden asla bağışlanmayacaktır. Öyle biri, asla silinmeyecek bir günah işlemiş olur”3 (Mk 3, 29). Tanrı’nın mağfiretine sınır konamaz, ancak tövbe etmeyerek Tanrı’nın mağfiretini kabul etmeyen kişi doğal olarak Kutsal Ruh tarafından sunulan esenliği ve günahların bağışını reddetmiş olur.4 Böylesi bir katılaşma insanı ölene dek tövbe etmemeye ve ebedi yok oluşa götürebilir.

 

V. Günahın hızla çoğalması

 

1865 Günah, günah işleme alışkanlığını getirir; aynı davranışların yinelenmesiyle de

kötülüğü doğurur. Kötü eğilimler insanın vicdanını karartır ve insanı iyi ile kötünün somut değerlendirmesini yapamadığı bir duruma sokar. Günah tekrar edilmeye ve bu şekilde güçlenmeye meyilli olmasına karşın ahlâk duygusunu kökünden yok edemez.

 

1866 Kötülükler ters düştükleri erdemlere göre, ya da Hıristiyanlığın A. Yuhanna Cassian ile A. Büyük Gregorios’tan 5 sonra kabul ettiği ana günahlara bağlı olarak sıralanabilir. Bunlara ana günahlar denilmesinin nedeni başka günahların, başka kötülüklerin üreteci olduklarındandır. Bu günahlar şunlardır: Gurur, cimrilik, çekemezlik, öfke, iffetsizlik, oburluk, tembellik ya da bezginlik (acedia).

 

1867 Hıristiyan din geleneğinin anımsattığına göre “göğe seslenen günahlar” da vardır. Göğe seslenen günahlar: Kain’in kanı;1 Sodomitlerin günahı;2 Mısır’da baskı altındaki halkın çığlığı;3 yabancının, dul ve yetimin sesi;4 ücretliye yapılan haksızlık.5

 

1868 Günah kişisel bir davranıştır. Üstelik başkaları tarafından işlenen günahlara iştirak edersek onlardan da sorumlu oluruz:

- onlara doğrudan ve isteyerek katılarak;

- onları önererek, buyurarak, överek ya da onaylayarak;

- elimizde olduğu halde onların üstünü örterek ya da onlara engel olmayarak;

- kötülük yapanları koruyarak.

 

1869 Böylece günah insanları birbirinin suç ortağı yapar, içlerinde haksızlığın, şiddetin ve şehvetin egemen olmasını sağlar. Günahlar Tanrısal İyiliğe ters düşen kurumların ve toplumsal durumların ortaya çıkmasını sağlar. “Günah yapıları” kişisel günahların ifadesi ve etkisidir. Kurbanlarının da günah işlemesini sağlar. Analojik anlamda bir “toplumsal günah”6 oluşturur.

 

ÖZET

 

1870 “Tanrı merhametini bütün insanlara göstermek için hepsini söz dinlemezliğin tutsağı kıldı” (Rom 11, 32).

 

1871 Günah “ebedi yasaya ters düşen bir söz, bir eylem ya da bir arzudur”7. Tanrı’ya yapılan bir hakarettir. Mesih’in itaatinin tersine Tanrı’ya yapılan bir itaatsizliktir.

 

1872 Günah akla aykırı bir davranıştır. İnsanın doğasını yaralar ve insan dayanışmasını zedeler.

 

1873 Bütün günahların kökü insan yüreğinde bulunur. Günahın çeşitleri ve ciddiyeti özellikle nesnelerine göre ölçülür.

 

1874 Kasten, yani bilerek ve isteyerek Tanrı yasasına ve insanın nihai sonuna ciddi şekilde aykırı bir şeyi yapmak ölümcül günah işlemek demektir. Ölümcül günah bizdeki sevgiyi öldürür; sevgi olmadan da ebedi mutluluğa sahip olmak mümkün değildir. Pişman olunmazsa ölümcül günah ebedi ölümü getirir.

 

1875 Hafif günah, bizde kalan sevgiyle düzeltilebilir bir bozukluk getirir.

 

1876 Günahların tekrarı, hafif günahlar da olsa, aralarında ana günahlar dediğimiz günahların bulunduğu günahların doğmasına neden olur.

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

İnsan topluluğu

 

1877 İnsanlığın görevi Tanrı’nın suretini açığa vurmak ve Babanın biricik Oğlunun suretine dönüşmektir. Bu görev kişiselmiş gibi görünür, ama herkes Tanrı mutluluğuna girmeye çağrıldığından bütün bir insan topluluğunu ilgilendirir.

 

1. KONU

 

Birey ve toplum

 

I. İnsanın görevinin toplumsal karakteri

 

1878 Bütün insanlar Tanrı’nın kendisi olan aynı sona çağrılmışlardır. Tanrısal kişilerin birliği ile insanların kendi aralarında gerçek ve sevgi içinde1 kurmak zorunda oldukları dostluk arasında belirli bir benzerlik vardır. Hemcins sevgisi ile Tanrı sevgisi birbirinden ayrılmaz.

 

1879 İnsanın toplumsal bir yaşama gereksinimi vardır. Bu insanın sonradan edindiği bir şey değil, doğasının gerektirdiği bir zorunluluktur. Başkalarıyla ilişkide bulunması, kardeşleriyle karşılıklı diyalog ve hizmet içinde olması insanın yeteneklerini geliştirir; böylece görevini yerine getirmiş olur.2

 

1880 Bir toplum her birini tek tek aşan bir birlik ilkesiyle organik bir biçimde birbirine bağlı bireylerin bir bütünüdür. Hem gözle görülür hem de tinsel bir birlik, bir toplum zamanda sürekli ilerlemeye devam eder: Geçmişi biriktirir, geleceği hazırlar. Onun sayesinde insan “mirasçı” olur, ondan kendi kimliğini zenginleştirecek ve meyvelerini geliştirecek yetenekler alır.3 Haklı olarak herkes, içinde bulunduğu topluma sadakat ve kamu yararının sorumluluğunu taşıyan otoriteye saygı borçludur.

 

1881 Her topluluk kendi amacını belirler ve kendine özgü kurallara uyar, ancak insan her türlü toplumsal örgütlenmenin kaynağı, konusu ve amacı olmalıdır.1

 

1882 Aile ve devlet gibi bazı topluluklar insan doğasına daha uygundur. İnsan için bunlar gereklidir. Daha çok kişinin toplum yaşamına katılmasını desteklemek amacıyla “ekonomik, kültürel, sosyal, sportif, eğlendirici, profesyonel, politik amaçlı kurum ve kuruluşların ulusal alanda olduğu kadar dünyada da yaratılmasını cesaretlendirmek gerekir”2. Bu “toplumsallaşma” bireysel güçleri aşan hedeflere ulaşmak amacıyla insanı ortak çalışmaya iten doğal eğilimin de bir ifadesidir. Toplumsallaşma insanın yeteneklerini geliştirir, özellikle de insanın girişim ve sorumluluk duygusunu. Ayrıca insanın haklarını güvence altına alır.3

 

1883 Toplumsallaşmanın tehlikeleri de vardır. Devletin aşırı derecede müdahale etmesi kişisel inisiyatifi ve özgürlüğü tehdit edebilir. Kilise doktrini sübsidiarite ilkesi denilen bir ilke geliştirdi. Bu ilkeye göre, “Topluluğun üst seviyesindekiler daha aşağı seviyedekilere onun işlevini ortadan kaldıracak şekilde müdahale etmemeli, aksine, ihtiyaç durumunda ona destek olmalı ve kamu yararını gözeterek toplumu oluşturan öteki öğelerle uyum içinde hareket etmesine yardımcı olmalıdır”4.

1884 Tanrı tek başına bütün sorumlulukları yüklenmek istemedi. Her yaratığa doğasına özgü yeteneklerine göre yapabileceği işleri yükledi. Bu idari tarz toplumsal yaşamda da uygulanmalıdır. Dünyanın idaresi altındaki insanın özgürlüğüne bu kadar saygılı Tanrı’nın tutumu, insan topluluklarını yönetenlere ders olmalıdır. İlahi Takdirin hizmetkârları olarak davranmalıdırlar.

 

1885 Sübsidiarite ilkesi her türlü kolektivizm biçimine karşıdır. Devletin müdahale sınırlarını çizer. Amacı bireyle toplum arasındaki ilişkileri uyumlu hale sokmaktır. Gerçek bir uluslararası düzen kurmaya çalışır.

 

II. Dine dönüş ve toplum

 

1886 İnsanın görevini gerçekleştirmesi için toplum şarttır. Bu amaca ulaşmak için “fiziksel ve içgüdüsel boyutların içsel ve tinsel boyutların buyruğu altına girdiği”1 değerlerin hakkaniyetle hiyerarşisine saygı göstermek gerekir.

 

Toplum yaşamı her şeyden önce tinsel düzende bir gerçek olarak kabul edilmeli. Nitekim toplum yaşamı gerçeğin ışığı altında bilgilerin değiş tokuş edildiği, hakların gözetildiği ve görevlerin yerine getirildiği ahlâki iyiliği aramada rekabeti, güzelin meşru ifadelerinden soylu biçimde yararlanmayı, kendi kültürel birikimini başkalarına sürekli olarak iletmeyi ve tinsel bakımdan zenginleşmeye duyulan değişmez eğilimi getirir. Toplum yaşamının kendi sürekli evrimi içinde kültürel faaliyeti, ekonomik yaşamı, toplum düzenini, politik hareket ve rejimleri, hukuku ve toplumun bütün öteki ifadelerini canlandıracak ve yönlendirecek değerler bunlardır.2

 

1887 Araçlarla amaçların yer değiştirmesi,3 araçtan başka bir şey olmayan bir şeye nihai amaç gibi değer verme ya da bir amaç uğruna kişileri sırf araç olarak görme sonucunu doğurur. Bu, “Tanrısal Yasakoyucu’nun buyruklarına uygun bir Hıristiyanca davranışı pratikte imkânsız ve zor kılan”4 haksız yapılanmaları doğurur.

 

1888 İnsanın gerçekten hizmetinde olacak toplumsal değişimleri elde etmek için, kişinin ahlâki ve ruhsal yeteneklerine çağrıda bulunmak ve insanın sürekli olarak içsel olarak yenilenmesi gerektiğini unutmamak gerekir. Öncelikle insan yüreğinin değişmesi gerektiği gerçeği, hiçbir şekilde hayat şartlarını ve kurumları bertaraf etmez, tersine onlar günahı teşvik ettiklerinde onlara mani olmaktan ziyade adalet normlarına uygun düzenlemeleri yapmaları ve iyiliğe geliştirmeleri konusunda onlara destek olur.5

 

1889 Nurun yardımı olmadan, insanlar “çoğu zaman kötülüğe boyun eğen alçaklıkla kötülüğü yendiğini sanan ama aslında onu daha da azdıran şiddet arasındaki” dar patika yolu bulamazlar.6 Bu yol sevgi yoludur, kısacası Tanrı ve insan sevgisidir. Sevgi en büyük toplumsal buyruktur. Başkalarına ve onların hakkına saygı gösterir. Adaletin uygulanmasını zorunlu kılar, bunu yapabilmemizi de tek o sağlar. Kendinden vermeyi esinler: “Canını esirgemek isteyen onu yitirecek. Canını yitiren ise onu yaşatacaktır” (Lk 17, 33).

 

ÖZET

 

1890 Tanrısal kişilerin birliği ile insanların kendi aralarında gerçek ve sevgi içinde kurmak zorunda oldukları dostluk arasında belirli bir benzerlik vardır.

 

1891 İnsanın kendi doğasına uygun şekilde gelişebilmesi için toplum yaşamına ihtiyacı vardır. Bazı toplumlar, aile ve devlet gibi, insan doğasına daha uygundur.

 

1892 “İnsan bütün toplumsal örgütlenmelerin kaynağı, konusu ve amacı olmalıdır.”1

 

1893 Seçim kurum ve kuruluşlarına büyük oranda katılımı desteklemek gerekir.

 

1894 Sübsidiarite ilkesine göre ne Devlet ne daha geniş bir toplum kişilerin ve ara kurumların sorumluluklarına ve inisiyatif alanlarına müdahale etmemelidir.

 

1895 Toplum erdemlere köstek olmak yerine onları desteklemeli. Değerler doğru bir hiyerarşiyle canlandırılmalı.

 

1896 Günahın toplumsal havayı kirlettiği yerde Tanrı’nın lütfunu ve yüreklerin değişmesini istemek gerekir. Sevgi doğru reformların yapılmasını sağlar. Toplumsal sorunlar için İncil’in dışında bir çözüm yoktur.2

 

 

2. KONU

 

Toplum yaşamına katılma

 

I. Otorite

 

1897 İnsanlar “kamu yararını gerekli özeni göstererek gözeten ve kurumlarını koruyan meşru otoriteyle kuşatılmamış olsaydı toplumda ne düzen ne verimlilik olurdu.”3

 

İnsanlar için yasalar ve emirler sunarak onlardan bunlara itaat etmelerini bekleyen kişi ya da kurumların vasfına “otorite” denir.

 

1898 Her insan topluluğunun kendisini idare edecek bir otoriteye ihtiyacı vardır.4 Otorite temelini insan doğasından alır. Devletin bütünlüğü için gereklidir. Görevi toplumun ortak yararını mümkün olduğunca güvence altına almaktır.

 

1899 Ahlâki düzenin zorunlu kıldığı otorite Tanrı’dan gelir: “Herkes, iktidarı elinde bulunduran otoritelere boyun eğsin. Çünkü Tanrı’dan olmayan otorite yoktur. Var olanlar da Tanrı tarafından kurulmuştur. Bu nedenle, otoriteye karşı direnen Tanrı’nın düzenlediğine karşı gelmiş olur. Karşı gelenler de yargılanır”1 (Rom 13, 1-2).

 

1900 Herkesin görevi otoriteye gereken saygıyı ve otoriteyi uygulayanlara, layık oldukları biçimde minnettarlık ve tevecühü göstermektir.

 

Romalı Papa A. Clemens’in kaleminden çıkmış politik otoriteler konusundaki en eski yazı şöyle diyor:2

“Rabbim, onlara sağlık, huzur, uyum, istikrar bağışla ki, onlara vermiş olduğun egemenliği sürçmeden kullanabilsinler. Çağların yüce Kralı, Efendisi olan Sen insan oğullarına yeryüzü meseleleri üzerinde şan, şeref ve iktidar veriyorsun. Rab, onların iradelerinin senin gözünde hoş ve iyi olan şeye doğru yöneltmesini sağla ki, onlara verdiğin iktidarı barış ve hoşgörü ile kullansınlar, böylece teveccühüne layık olsunlar.”3

 

1901 Otorite Tanrı tarafından kurulmuş bir düzene havale ediliyorsa, “hükümet biçimlerinin belirlenmesi ve hükümetlerin seçimi yurttaşların özgür iradesine bırakılmalıdır”4.

Değişik hükümet biçimleri ahlâki açıdan kabul edilebilir, yeter ki bu hükümetler onları kabul eden toplumların yararına hizmet etsinler. Doğal ahlâk yasasına, kamu düzeni ve insanın temel haklarına ters düşen hükümetler yönettikleri ulusların ortak iyiliğini gerçekleştiremezler.

 

1902 Otorite ahlâki meşruluğa kendiliğinden sahip değildir. Zorbaca davranmaması, ama “özgürlük ve sorumluluk ruhuna dayanan ahlâki bir güçle”5 kamu yararına çalışması gerekir:

İnsan yasaları akla yatkın olduğu ve geçerliliğini ebedi Yasa’dan aldığı sürece gerçek yasa niteliğini kazanır. Akıldan uzaklaştıkları oranda onları haksız yasalar olarak kabul etmek gerekir, çünkü onlar yasa kavramına uymaz; bu yasalar daha çok şiddetin bir türüdür.6

 

1903 Otorite söz konusu topluluğun ortak yararını arıyorsa, bu amaca ulaşmak için de ahlâki yasal yöntemlere başvuruyorsa meşrudur. Ahlâki düzene ters düşen tedbirler alıyor ya da yöneticilerine haksız yasalar uygulatıyorsa, böylesi emirler vicdanları bağlayıcı olamaz. “Bu durumda, otorite kendiliğinden fes edilmiş olur; onun yerini tüyler ürpertici baskı alır.”1

 

1904 “Her iktidarın başka güçler ve başka yetkililer tarafından doğru sınırlar içinde tutulması en iyisi olurdu. Egemenliğin insanların keyfine değil de yasaya ait olduğu ‘Hukuk Devleti’nin özü budur.”2

 

II. Kamu yararı

 

1905 İnsanın toplumsal doğasına göre, herkesin iyiliği kaçınılmaz olarak kamu yararına bağlıdır. Bu ancak insan kişiliği referans alınarak tanımlanabilir:

 

Sanki şimdiden aklanmışsınız gibi kendi içinize çekilerek ayrı yaşamayın, kamu yararını aramak için bir araya gelin.3

 

1906 Kamu yararı dendiğinde, “her grubun olduğu kadar o gruba mensup her bir kişinin kolaylıkla ve tam olarak yetkinliğe ulaşmasını sağlayacak toplumsal koşulların bütününü”4 anlamak gerekir. Kamu yararı herkesin yaşamını ilgilendirir. Herkesten özellikle de otoriteyi uygulayanlardan basiretli olmalarını bekler. Üç temel öğeden oluşur:

 

1907 Birincisi, kamu yararı insana saygıyı gerektirir. İktidarlar kamu yararı adına insanın kazanılmış haklarına saygı göstermek zorundadır. Toplum her bireyinin kendi görevini gerçekleştirmesini sağlamalıdır. Kamu yararı özellikle insanın kendi görevinin gelişimi için gereken doğal özgürlük koşullarında bulunur: “Vicdanının haklı normlarına göre davranma hakkı, özel yaşantıyı koruma hakkı ve haklı özgürlük hakkı, dini konularda dahil.”5

 

1908 İkincisi, kamu yararı toplumsal refah ve topluluğun gelişmesini ister. Gelişim bütün toplumsal görevlerin özetidir. Kuşkusuz, kamu yararı adına çeşitli özel çıkarlar söz konusu olduğunda bunlara hakemlik yapmak otoriteye düşer. Gerçekten herkese insanca bir yaşam sürmek için ihtiyaç duyduğu şeye erişebilmeyi sağlayabilmelidir Yiyecek, giysi, sağlık, iş, eğitim ve kültür, doğru bilgilendirme ve aile kurma hakkı,6 vb.

 

1909 Kamu yararı en son olarak da barışı, kısacası adil bir düzenin güvenliğini ve sürekliliğini kapsar. Kamu yararı otoritenin namuslu yollarla toplumun ve toplum bireylerinin güvencesini garanti altına almasını gerektirir. Kişisel ve kolektif meşru müdafaa hukukunu kurar.

 

1910 Her insan topluluğunun benimseyip tanıdığı bir ortak varsa, bunun gerçekleşmesini de tam olarak politik toplulukta görüyoruz. Sivil toplumun, yurttaşların ve ara kurumların yararını gözetmek ve savunmak Devlete düşer.

 

1911 İnsanların birbirlerine bağlılıkları gittikçe artmaktadır. Yavaş yavaş bütün dünyaya yayılmaktadır. Aynı doğal onurun bir araya getirdiği insanlık aile birliği bir evrensel kamu yararını gerektirir. Bu “insanın çeşitli ihtiyaçlarına cevap verebilecek, toplumsal yaşam alanında olduğu kadar (beslenme, sağlık, eğitim…) orada ya da burada ortaya çıkabilecek sayısız özel duruma göğüs gerebilecek (örneğin, mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak, göçmenlere ve ailelerine yardım etmek…) uluslararası kuruluşların bir organizasyonunu gerektirmektedir”.1

 

1912 Kamu yararı her zaman insanların ilerlemesine göre yönlendirilmiştir: “Nesnelerin düzeni insanların düzenine bağlı olmalıdır, tersi değil.”2 Bu düzenin temeli gerçektir; adalet üzerine kurulur ve sevgiyle hayat bulur.

 

III. Sorumluluk ve işbirliği

 

1913 İşbirliği toplumsal mübadele ilişkisinde kişinin gönüllü olarak cömertçe yaptığı taahhüdüdür. Kamu yararı için herkesin oynadığı ve işgal ettiği role göre buna katılması gereklidir. Bu görev insan onurunun ayrılmaz bir parçasıdır.

 

1914 İşbirliği öncelikle kişisel sorumluluğunu yüklendiği kendi çevresinde gerçekleşir: Ailesinin eğitimine gösterdiği özenle, çalışmasının bilincinde olmasıyla kişi toplumun ve başkasının yararına işbirliği yapmış olur.3

 

1915 Yurttaşlar mümkün olduğunca kamu yaşamında yer almalıdır. Bu işbirliğinin özel koşulları ülkeden ülkeye, kültürden kültüre değişebilir. “Kamu işlerine çok sayıda yurttaşın özgürce katıldığı ülkelerin hareket tarzı övgüye değerdir.”4

 

1916 Kamu yararı için herkesin işbirliği içinde olması, her etik görev gibi toplumsal ortakların sürekli olarak yenilenip değiştirilmesini gerektirir. Hile ve kurnazlıkla bazılarının yasalardan ve toplumsal görevlerden kaçması adaletle bağdaşmadığından kesinlikle cezalandırılmalıdır. İnsan ilişkilerini daha iyiye götüren kurumlar desteklenmelidir.1

 

1917 Otoriteyi elinde bulunduranların üzerine düşen, grubun üyelerinin güvenini sağlayacak ve onları benzerlerinin hizmetine koşmaya isteklendirecek değerleri sağlamlaştırmaktır. İşbirliği eğitim ve kültürle başlar. “Haklı bir şekilde şöyle düşünebiliriz; gelecek, yarının kuşaklarına yaşamın anlamını ve umut etme nedenlerini verebilenlerin olacaktır.”2

 

ÖZET

 

1918 “Tanrı’dan olmayan otorite yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur” (Rom 13, 1).

 

1919 Her toplumun ayakta durabilmek ve gelişebilmek için bir otoriteye ihtiyacı vardır.

 

1920 “Politik toplum ve resmi otoritenin temeli insan doğasıdır, bu nedenle Tanrı tarafından kurulmuş bir düzendir.”3

 

1921 Otorite kamu yararına uygun bir şekilde uygulanıyorsa meşrudur. Bunun için de ahlâki açıdan kabul edilebilir yöntemler kullanması gerekir.

 

1922 Resmi otorite ahlâk düzeni sınırları içinde olmalı ve özgürlük koşullarını garanti altına almalı.

 

1923 Kamu yararı, “grupların ve insanların kolaylıkla ve tam olarak yetkinliğe ulaşmasını sağlayacak toplumsal koşulların bütününü içerir.”4

 

1924 Kamu yararı üç temel öğeden oluşmuştur: İnsanın temel haklarına saygı ve onların yükseltilmesi; toplumun dünyevi ve tinsel iyiliklerinin geliştirilmesi ya da refahı; grubun ve o grubun üyelerinin güven ve barış için olması.

 

1925 İnsan onuru kamu yararını aramayı gerektirir. Herkes insanın yaşam koşullarını iyileştiren kurumları yaratmalı ve desteklemelidir.

 

1926 Sivil toplumun yararını gözetmek ve bunun gerçekleşmesini sağlamak Devlete düşer. İnsan ailesinin ortak yararı uluslararası bir toplum organizasyonunu gerektirir.

 

1927 Sivil Toplumun kamu çıkarını savunmak ve gözetmek devlete düşer. Tüm insan ailesinin kamu yararı, uluslararası bir cemiyet örgütünü gerekli kılar.

 

 

3. KONU

 

Sosyal adalet

 

1928 Toplum birliklere ve bireylere doğaları ve görevlerinin gerektirdiğini elde etmeye yarayan koşulları verirse sosyal adaleti gerçekleştirmiş sayılır. Sosyal adalet kamu yararı ile otoritenin uygulanmasına bağlıdır.

 

I. İnsana saygı

 

1929 Ancak insanın aşkın onuruna saygı gösterildiği zaman sosyal adalet elde edilir. Kişi toplumun nihai amacıdır; toplum insana göre düzenlenmiştir.

 

İnsan onurunu koruma ve kollama bize Yaratıcı tarafından verilmiştir. Tarihin her devresinde bütün erkek ve kadınlar bundan sorumlu tutulmuşlar ve bu onların boyunlarının borcu olmuştur.1

 

1930 İnsana saygı yaratık olma onurundan gelen hakları gerektirir. Bu haklar toplumdan önce vardır ve onun tarafından benimsenir. Bu haklar her otoritenin ahlâki meşruluğunun temelini oluşturur. Kendi pozitif yasamasında bu hakları hiçe sayan ya da onları tanımayan bir toplum kendi temeline dinamit koyuyor demektir.2 Haklara saygı gösterilmezse bir otorite kendi tebaasını itaate zorlamak için ancak güce ya da şiddete güvenebilir. İyi niyetli insanlara bu hakları hatırlatmak ve onları haksız ya da yanlış uygulamalardan ayırmak da Kilise’ye düşer.

 

1931 İnsana saygı şu ilkeye uymakla mümkündür: “Herkes hemcinsini farklılık gözetmeden, bir başka kendisi olarak görmelidir. Her şeyden önce onurlu bir şekilde yaşaması için gerekli imkânları göz önünde bulundurmalıdır.”3 Hiçbir yasama gerçekten kardeşlik üzerine kurulu toplumların oluşmasına engel olan bencilce ve kendini beğenmiş tutumları, korkuları, önyargıları kendi kendine yok edemez. Bu tür davranışlar ancak her insanı bir yakının bir kardeşin olarak gören sevgiyle ortadan kalkar.

 

1932 Başkasını yakını olarak görmek ve ona aktif bir şekilde hizmet etmek bu başkası hangi alanda olursa olsun sıkıntı içindeyse daha bir önem kazanır. “En basit kardeşlerimden biri için her ne yaparsanız, bunu benim için yapmış olursunuz” (Mt 25, 40).

 

1933 Bizden farklı düşünen ve davranan kişileri de aynı şekilde görmeliyiz. Mesih İsa’nın öğretisi yapılan kötülükleri bağışlamayı ister. Yeni Yasanın sevgi buyruğu bütün düşmanları kapsar.1 İncil ruhunun sağladığı kurtuluş insanları düşman olarak görmekle bağdaşmaz, ama düşman olarak gördüğü kötülükten nefret ile bağdaşır.

 

II. İnsanlar arası eşitlik ve farklılık

 

1934 Biricik Tanrı’nın suretinde yaratılmış, akıllı bir ruhla donatılmış bütün insanlar aynı tabiata ve aynı kaynağa sahiptir. Mesih İsa’nın kurbanı ile kurtarılan bütün insanlar aynı Tanrısal mutluluğu tatmaya çağrılmışlardır: Şu halde hepsi aynı onura sahiptir.

 

1935 İnsanlar arası eşitlik özellikle kişinin onuruna ve bu onurdan gelen haklara dayanır:

 

Kişinin cinsiyeti, ırkı, derisinin rengi, toplumdaki yeri, dili ya da dini ile ilgili temel haklarında her çeşit ayrım gözetme Tanrı’nın tasarısına ters düştüğü kabul edilip aşılmalıdır.2

 

1936 İnsan dünyaya yaşamının gelişmesi için gerekli maddi ve ruhsal imkânların tümüne sahip olarak gelmez. İnsan başkalarına muhtaçtır. Aradaki farklılık yaşa, fiziksel yeterliliğe, akli ya da ahlâki yetenekliliğe, herkesin kazandığını başkalarıyla paylaşmasına, birbirleriyle ilişkili zenginliklerin dağıtımına bağlı olarak meydana çıkar.3 “Yetenekler” eşit dağıtılmamıştır.4

 

1937 Bu farklılıklar herkesin ihtiyacını başkalarından karşılamasını ve özel yeteneklere sahip olanların da iyiliklerini ihtiyacı olanlara dağıtmalarını isteyen Tanrı tasarısı gereğidir. Farklılıklar insanları yüreklendirir, hatta çoğu zaman paylaşmaya, teveccühe, bağışlayıcılığa zorlar; kültürlerin karşılıklı zenginleşmesini teşvik eder:

 

Herkese aynı anda bütün erdemleri vermiyorum. (…) Erdemleri farklı olarak kimine daha çok, kimine daha az olarak veriyorum. (…) Kimine sevgiyi; kimine adaleti; kimine alçak gönüllülüğü; kimine canlı bir iman veriyorum. (…) Dünya nimetlerine gelince, insan yaşamı için gerekli şeyleri çok büyük bir eşitsizlikle dağıttım, herkesin ihtiyacı olan her şeye sahip olmasını istemedim, bu sayede de insanların başkalarına sevgi gösterme fırsatı bulmalarını istedim. (…) İnsanların birbirlerine ihtiyaç duymalarını ve benim hizmetkârlarım olarak benden aldıkları lütuf ve armağanları başkalarına dağıtmalarını istedim.1

 

1938 Milyonlarca kadın ve erkeği etkileyen haksız eşitsizlikler de vardır. Bunlar açıkça İncil’e ters düşer:

 

İnsanların aynı onura sahip olmaları daha adil ve daha insanca yaşam koşullarına ulaşmayı zorunlu kılar. Tek bir insan ailesini oluşturan halklar ya da bireyler arasında mevcut aşırı ekonomik ve sosyal eşitsizlikler bir skandaldır. Bunlar sosyal adaleti, hakkaniyeti, insan onurunu engellediği gibi sosyal ve uluslararası barışa da engel oluşturur.2

 

III. İnsanlar arası dayanışma

 

1939 “Dostluk” ya da “sosyal sevgi” olarak da anılan dayanışma ilkesi insan ve Hıristiyan kardeşliğinin doğrudan bir gereğidir:3

 

“Günümüzdeki en büyük hata hangi halktan olursa olsun bütün insanların akıllı yaratıklar olması nedeniyle ve ortak özleriyle dikte ve empoze edilmiş bu insanlar arası sevgi ve dayanışma yasasının unutulmuş olmasıdır. Bu yasa Mesih İsa’nın Haç altarında göksel Babasına günahkâr insanlığın kurtuluşu için sunduğu kendi kurbanı sayesinde teminat altına alınmıştır.”4

 

1940 Dayanışma ilk önce iyiliklerin dağıtımında ve emeğin karşılığının verilmesinde ortaya çıkar. Dayanışma aynı zamanda gerilimlerin daha iyi bir şekilde giderileceği ve uyuşmazlıkların görüşmelerle daha kolaylıkla çözüme ulaşacağı daha adil bir sosyal düzenin yararına yapılacak çabayı gerektirir.

 

1941 Sosyo-ekonomik sorunlar ancak bütün dayanışma biçimlerinin ortaya konulmasıyla çözülebilir: Yoksulların kendi aralarındaki dayanışması, zenginlerle yoksulların, emekçilerin kendi aralarındaki dayanışması, teşebbüste işverenlerle işçilerin dayanışması, uluslar ve halklar arası dayanışma. Uluslararası dayanışma ahlâki düzenin bir gereğidir. Dünya barışı bir bakıma buna bağlıdır.

 

1942 Dayanışma erdemi maddi iyiliklerin ötesindedir. Kilise imanın ruhsal iyilikleri dağıtarak dünyevi iyiliklerini gelişmesine ön ayak olmuş ve çoğu zaman da yeni yolların açılmasına neden olmuştur. Böylece Rab’bin sözü yüzyıllar boyunca doğrulanmış oldu: “Siz önce Tanrı’nın Egemenliğini ve onun adaletini arayın, bütün bunlar size fazlasıyla verilecektir” (Mt 6, 33):

 

Bütün halklara ve bütün kuşaklara insana ve Hıristiyana yaraşır bir yaşam standardı vermek amacıyla insanları çiftçi rahiplerin, köle kurtarıcıların, şifacıların, imanı bildirenlerin sevgi kahramanlığına kadar götürmüş olan ve halen götürmekte olan bu duygu Kilise’nin ruhunda iki bin yıldır yaşamış ve daimileşmiştir.1

 

ÖZET

 

1943 Toplum kuruluşlara ve tek tek bireylere haklarını talep edecekleri koşulları gerçekleştirerek sosyal adaleti sağlar.

 

1944 İnsana saygı başkasını bir başka kendisi olarak görmeyi gerektirir. Kişinin özünde bulunan onurundan kaynaklanan temel haklara saygıyı gerektirir.

 

1945 İnsanlar arası eşitlik insanın onuru ve onurdan doğan hakları üzerinedir.

 

1946 İnsanlar arası farklılık bizlerin birbirimize ihtiyacımız olmasını isteyen Tanrı’nın tasarısı gereğidir. Farklılıklar sevgiyi özendirmelidir.

 

1947 İnsanların aynı onura sahip olmaları ekonomik ve toplumsal alandaki uçurumları ve sosyal eşitsizlikleri azaltmak için çaba gerektirir.

 

1948 Dayanışma mükemmel bir Hıristiyan erdemidir. Maddi, özellikle de ruhsal iyiliklerin paylaşılmasını öngörür.

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Tanrı esenliği: Yasa ve nur

 

1949 Mutluluk için yaratılan ama günahla yaralanan insanın Tanrı’nın kurtarışına ihtiyacı vardır. Tanrı yardımı insana, insanı yöneten yasayla Mesih’te ve insanı destekleyen nurda gelir:

 

Saygı ve korkuyla kurtuluşunuzu sonuca götürmek için daha çok çaba gösterin: Çünkü kendisini hoşnut eden şeyi hem istemeniz, hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı buradadır (Fil 2, 12-13).

 

1. KONU

 

Ahlâk Yasası

 

1950 Ahlâk yasası Tanrısal Bilgeliğin eseridir. Kutsal Kitabın anlamında tanımlayacak olursak bu Tanrı’nın bir pedagojisi, bir baba talimatıdır. İnsanı vadedilen mutluluğa götüren yollara, davranış kurallarına uyulmasını ister; Tanrı’dan ve onun sevgisinden döndüren kötü yolları yasaklar. Buyruklarında katı aynı zamanda vaatlerinde şefkatlidir.

 

1951 Yasa kamu yararı göz önünde bulundurularak uzman otorite tarafından konulan bir davranış kuralıdır. Ahlâk yasası Yaradan’ın gücü, bilgeliği ve iyiliği tarafından yaratıklar arasında onların yararına ve onların amaçlarına hizmet edecek şekilde kurulmuş akla yatkın bir düzeni gerektirir. Her yasa kendi ilk ve son gerçeğini ebedi yasada bulur. Yasa akıl tarafından herkesin Yaratıcısı ve Kurtarıcısı olan diri Tanrı’nın İlahi Takdirine katılma olarak ilan edilmiş ve kurulmuştur. “İşte aklın bu düzenlemesine yasa deniyor”1:

 

Canlı varlıklar arasında yalnız insan Tanrı’dan bir yasa almış olduğundan dolayı övünebilir: Akıllı bir hayvan olarak insan, anlayabilir, ayırt edebilir, ayrıca aklını ve özgürlüğünü kullanarak kendisine her şeyi veren Kişiye uyarak davranışını düzenleyecektir.2

 

1952 Ahlâk yasasının ifadeleri çeşitlidir ve kendi aralarında eşgüdümlüdür; bütün yasaların Tanrısal kaynağı olan Ebedi yasadır; doğal ahlâk yasası; eski Yasa ile yeni Yasayı ya da İncil yasasını içeren açınlanmış yasa; son olarak da sivil yasalar ve Kilise yasaları.

 

1953 Ahlâk yasası kendi birliğini ve bütünlüğünü Mesih’te bulur. Mesih İsa Kişi olarak mükemmelliğe giden yoldur. Mesih İsa yasanın sonudur, çünkü Tanrı’nın adaletini öğreten ve veren yalnız Odur: “Ne var ki, her iman edenin aklanması için Mesih, Kutsal Yasa’nın sonudur” (Rom 10, 4).

 

I. Doğal ahlâk yasası

 

1954 İnsan kendisine gerçek ve iyilik amacıyla davranışlarına hakim olma ve kendisini yönetme yeteneğini veren Yaratıcısının iyiliğine ve bilgeliğine katılır. Doğal yasa insanın aklı yardımıyla iyi ile kötüyü, gerçek ile yalanı ayırt etmesini sağlayan temel ahlâk bilgisini ifade eder:

 

Doğal ahlâk yasası her insanın ruhuna kazınmış ve yazılmıştır, çünkü o günahı yasaklayan ve iyilik yapmayı buyuran insan aklının kendisidir. Ne var ki insan aklının bu buyruğunun yasa gücünde olabilmesi, ancak ruhumuzun ve özgürlüğümüzün tabi olması gereken daha yüksek bir aklın sesi ve tercümanı olmasıyla mümkündür.1

 

1955 “Tanrısal ve doğal”2 ahlâk yasası insana iyilik yapması ve amacına ulaşması için gereken yolu gösterir. Doğal ahlâk yasası ahlâki yaşamı idare eden ilk ve temel ilkeleri belirler. Doğal ahlâk yasasının ekseninde her türlü iyiliğin kaynağı ve yargıcı olan Tanrı’ya büyük özlem duyma ve Ona tabi olma olduğu gibi başkasını kendisine eşit görme duygusu da vardır. Temel buyruklarıyla On emir’in içinde ifade edilmiştir. Bu yasaya doğal ahlâk yasası denmesinin nedeni, akıldan yoksun varlıkların doğası referans alındığından değil de, onları ilan eden aklın insan doğasına ait olmasındandır.

 

Bu kurallar nerede yazılıdır, Gerçek adı verilen ışık kitabından başka? Adil yasanın tümü burada yazılıdır, oradan adaleti yerine getiren insanın yüreğine, gelip geçici olarak değil de, ama bir yüzüğün mührü balmumuna yüzükten ayrılmaksızın nasıl geçiyorsa öyle geçer.3

 

Doğal ahlâk yasası Tanrı tarafından içimize konan aklın ışığından başka bir şey değildir; onun sayesinde ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini biliriz. Bu ışık ya da bu yasa Tanrı tarafından yaratılışta verilmiştir.1

 

1956 Akıl tarafından düzenlenmiş ve her insanın yüreğinde hazır bulunan doğal ahlâk yasası buyruklarıyla evrenseldir ve otoritesi her insana uzanır. Kişinin onurunu ifade eder, haklarının temelini ve temel görevlerini belirler:

 

Kuşkusuz bir gerçek yasa vardır: Doğru akıl; doğayla uyumludur, bütün insanlarda vardır; değişmez ve ebedidir; buyrukları göreve çağırır; yasakları hatayı önler. (…) Onun yerine buna ters düşen bir yasayı koymak hakarettir. Bir kısmı bile kaldırılmamalıdır; hepsini ortadan kaldırmak kimsenin harcı değildir.2

 

1957 Doğal ahlâk yasasının uygulanması çok değişir; yere, zamana ve durumlara göre çok çeşitli yaşam koşullarına adapte olmuş bir düşünceyi göz önünde bulundurabilir. Ama yine de, değişik kültürlerde, doğal ahlâk yasası insanlara kaçınılmaz farklılıkların ötesinde ortak ilkeleri kabul ettirerek onları birleştiren ortak nokta olarak kalır.

 

1958 Doğal ahlâk yasası bütün bir tarihin değişimi boyunca sürekli ve değişmez 3 olarak kalır; düşünce akımları, örf ve adetler arasında varlığını sürdürür ve ilerlemeyi destekler. İfade ettiği kurallar tözel olarak değerlerini korur. İlkelerine kadar doğal ahlâk yasası reddedilse bile, onu insan yüreğinden ne çıkarmak ne de yok etmek mümkündür. Bireylerin ve toplumların yaşamında daima yine ortaya çıkıverecektir:

Herkesin bildiği gibi, Ey Rab, hırsızlık senin yasan tarafından, insan yüreğine yazılmış, büyük haksızlığın bile silemeyeceği yasan tarafından yasaklanmıştır.4

 

1959 Yaratıcının çok iyi bir eseri olan doğal ahlâk yasası insana, seçimini belirleyecek ahlâki kuralların yapısını inşa edebileceği sağlam temelleri sağlar. Aynı zamanda insan topluluğunu yaratmak için gerekli ahlâki temeli sunar. Ona bağlı sivil yasa için gerekli temeli de gerek ilkelerinden çıkan sonuçlarla ilgili bir düşünceyle gerek pozitif ve hukuki eklemelerle sağlar.

 

1960 Doğal ahlâk yasasının buyrukları herkes tarafından aynı açıklıkla ve aynı hızla görülmez. Bugünkü durumda, günahkâr insan ahlâki ve dinsel gerçeklerin “herkes tarafından zorlanmaksızın, hataya mahal vermeksizin ve kesin bir doğrulukla”1 tanınması için nur ve vahye ihtiyaç duyar. Doğal ahlâk yasası açınlanmış yasaya ve nura Tanrı tarafından hazırlanmış ve Kutsal Ruh’un etkisine uygun bir temel oluşturur.

 

II. Eski Ahit’teki Yasa

 

1961 Yaratıcımız ve Kurtarıcımız Tanrı İsrail’i kendi halkı olarak seçti ve ona Yasasını açınladı, böylece Mesih’in gelişini hazırladı. Musa’nın Yasası akıl tarafından kabul edilebilir birçok gerçeği ifade eder. Bu gerçekler Esenlik antlaşmasının içerisinde ilan edilmiş ve resmileştirilmiştir.

 

1962 Eski Ahit’teki Yasa açınlanmış yasanın ilk halidir. Ahlâki buyrukları on emirle özetlenmiştir. On emir’in buyrukları Tanrı’nın suretinde yaratılmış insanın görevinin temellerini ortaya çıkarır. Tanrı ve insan sevgisine ters düşen şeyleri yasaklar, insan için önemli olanın yapılmasını ister. On emir Tanrı’nın yollarını ve çağrısını insana göstermek için ve onu kötülükten korumak için, her insanın vicdanına tutulan bir ışıktır:

 

Tanrı Yasanın taştan levhalarına insanların yüreklerinde okumadıklarını yazdı.2

 

1963 Hıristiyan geleneğine göre Yasa kutsal,3 ruhsal4 ve yararlıdır,5 ama mükemmel değildir. Bir pedagog6 gibi ne yapılmasını gösterir, ama bunu gerçekleştirmek için gerekli olan Ruh’un lütfunu ve gücünü vermez. Ortadan kaldıramadığı günah yüzünden kölelik yasası olarak kalır. Havari Paulus’a göre Yasa’nın insanın yüreğinde “tensel istek yasası”7 oluşturan günahı ortaya çıkarmak ve onun geçersizliğini ilan etmek gibi bir görevi vardır. Bununla birlikte Yasa Tanrı’nın Egemenliği yolunda ilk etaptır. Seçilmiş halkı ve her Hıristiyanı Kurtarıcı Tanrı’ya dönmeye ve ona inanmaya hazır duruma getirir. Tanrı’nın Sözü gibi hep kalıcı olan bir öğrenme sağlar.

 

1964 Eski Ahit’teki Yasa İncil’e bir hazırlıktır. “Yasa gelecekteki gerçeklerin pedagojisi ve kehanetidir.”8 Mesih’le gerçekleşecek günahtan kurtulma işini önceden kehanetle bildirir, İncil’e Kutsal Ruh’un yaşamını ifade edebilmesi için resimler, “tipler”, simgeler temin eder. Kendisini Yeni Antlaşma’ya ve göklerin Egemenliğine doğru yönlendiren peygamberlerin ve bilgelerin kitaplarıyla tamamlar.

 

Eski Antlaşma rejimi altında Kutsal Ruh’un sevgi ve lütfuna sahip insanlar vardı ve bu insanlar her şeyden önce kendilerini Yeni Yasa’ya bağlayan ruhsal ve ebedi vaatlerin gerçekleşmesini bekliyorlardı. Bunun tersine, Yeni Antlaşma altında da Yeni Yasa’nın mükemmelliğinden uzak hâlâ şehvani insanlar vardır: Onları Yeni Antlaşma’da bile ceza korkusu ve bazı dünyevi vaatlerle iyi işler yapmaya isteklendirmek zorunlu olmuştur. Her şeye rağmen, Eski Ahit’teki Yasa sevgiyi buyurmuş olsa bile “sevginin yüreklerimize yayılmasını”1 (Rom 5, 5) sağlayan Kutsal Ruh’u vermiyordu.

 

III. Yeni Yasa ya da İncil Yasası

 

1965 Yeni Yasa ya da İncil Yasası Tanrısal, doğal ve açınlanmış yasanın yeryüzündeki mükemmelleştirilmiş halidir. Bu Yasa Mesih İsa’nın eseridir ve özellikle de Dağdaki Vaaz’da ifade edilmiştir. Aynı zamanda da Kutsal Ruhun eseridir, onun sayesinde içsel sevgi yasası olmaktadır: “İsrail halkıyla yeni bir antlaşma yapacağım (…). Yasalarımı onların zihnine işleyeceğim, bunları yüreklerine kazıyacağım, ben onların Tanrısı olacağım, onlar da benim halkım olacaklar”2 (İbr 8, 8-10).

 

1966 Yeni Yasa Mesih İsa’ya olan inançlarından dolayı inanlılara verilen Kutsal Ruh’un nurudur. Yeni Yasa sevgiyle etkisini gösterir, ne yapmamız gerektiğini Rab’bin Dağdaki Vaaz’ıyla öğretir ve bu Yasayı uygulayacak gücü bize verecek Kilise sırlarını kullanır

 

Matta’ya göre İncil’de okuduğumuz Rabbimizin Dağdaki Vaaz’ını dindarca ve anlayarak derinliğine düşünmek isteyen kimse, orada Hıristiyan yaşamının kusursuz anayasasını bulacaktır. (…) Bu vaaz Hıristiyan yaşamına özgü bütün temel kuralları içermektedir.3

 

1967 İncil Yasası Eski Ahit’teki Yasayı “tamamlar”4, geliştirir ve onu kusursuz haline ulaştırır. Gerçek mutluluklar bölümünde Tanrısal vaatleri yücelterek ve onları “göklerin Egemenliğine” göre düzenleyerek gerçekleştirir. İncil Yasası bu yeni umudu inançla kabul etmeye hazır kimselere hitap etmektedir: Yoksullar, alçakgönüllüler, kederliler, temiz yürekliler, Mesih İsa yüzünden zulüm görenler. Böylece Egemenliğin şaşırtıcı yollarını çizer.

 

1968 İncil Yasası Kutsal Yasa’nın emirlerini tamamlar. Rab’ bin Dağdaki Vaaz’ı Eski Ahit’teki Yasa’nın ahlâki kurallarını değersiz kılmak ya da yok etmek bir yana, onlarda gizli olan potansiyeli ve yeni zorunlulukları ortaya çıkarır. Onlarda bulunan tüm Tanrısal ve insani gerçekleri açınlar. Yeni dış buyruklar getirmez, ama davranışların kökünü, yani insanın temiz ile kirli arasında seçim yaptığı,1 imanın, umudun ve sevginin oluştuğu, onlarla birlikte erdemlerin oluştuğu yüreği ıslah eder.2 İncil bu şekilde Kutsal Yasa’yı göksel Baba’yı örnek alarak düşmanları bağışlayarak ve zulmedenlere dua ederek, Tanrısal eliaçıklığı örnek alarak bütünlüğüne götürür.3

 

1969 Yeni Yasa dinsel vecibeleri sadaka, dua ve orucu, “başkaları tarafından görülme isteği”nin4 aksine “gizlide gören Baba”ya göre düzenleyerek, yerine getirir. Duası Göklerdeki Babamız 5 duasıdır.

 

1970 İncil Yasası “iki yol”6 arasındaki kesin seçimi ve Rab’ bin sözlerinin uygulamaya konulmasını 7 kapsar; İncil Yasası altın kuralla özetlenebilir: “İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Kutsal Yasa ve peygamberlerin söyledikleri budur”8 (Mt 7, 12).

 

Bütün İncil Yasası İsa’nın birbirimizi, kendisi bizi nasıl sevdiyse öyle sevmemizi isteyen (Yu 13, 34) “yeni buyruğuna”9 dayanır.

 

1971 Rabbin Vaazına, Rom 12-15; 1 Kor 12-13; Kol 3-4; Ef 4-5; vb. de yer alan havarisel öğretilerin ahlâki dersini de eklemek uygun olur. Bu doktrin Rab’bin öğretisini, özellikle Mesih’e olan inançtan gelen ve Kutsal Ruh’un başlıca armağanı olan sevgiyi canlandıran erdemlerin sergilenmesiyle havarilerin otoritesi sayesinde iletir. “Sevginiz ikiyüzlü olmasın. (...) Birbirinizi kardeşlik sevgisiyle, şefkatle sevin. Birbirinize saygı göstermekte yarışın. Gayretiniz eksilmesin. Ruhta ateşli olun. Rab’be kulluk edin. Umutla sevinin. Sıkıntıya dayanın. Kendinizi duaya verin. İhtiyaç içinde olan kutsallara yardım edin. Kendinizi konukseverliğe verin” (Rom 12, 9-13). Bu din eğitimi bize Mesih’le ve Kilise’yle olan ilişkimiz ışığında vicdanımızın keyfiyetini de öğretmiş olur.1

 

1972 Yeni Yasa’nın bir sevgi yasası olarak adlandırılmasının nedeni korkudan çok Kutsal Ruh tarafından insanın içine işlenmiş sevgiyle hareket edilmesini sağlamasındandır; bir nur yasası olmasının nedeni de iman ve Kilise sırları aracılığıyla bir şey yapmak için gereken gücü vermesidir; bir özgürlük yasası 2 olmasının nedeni ise Eski Yasa’nın ritüel ve hukuki kurallarından bizi bağışık tutması, bizi kendiliğinden sevgiyle davranmaya itmesi, son olarak da bizi “Efendi’sinin ne yaptığından haberi olmayan” kul durumundan “Babamdan öğrendiğim her şeyi size öğrettim” (Yu 15, 15) diyen Mesih’in arkadaşlığına, ya da mirasçı evlat durumuna getirmesidir.3

 

1973 Yeni Yasa bu buyruklardan başka İncil öğütlerini de içermektedir. Tanrı’nın buyrukları ile İncil öğütleri arasındaki geleneksel ayrım Hıristiyan yaşamının mükemmelliği olan sevgiye dayanarak yapılmaktadır. Buyruklar sevgiyle uyuşmayan şeyleri uzaklaştırırlar. Öğütlerin amacı ise kendisine ters düşmese bile sevginin gelişmesine engel oluşturacak şeyleri uzaklaştırmaktır.4

 

1974 İncil öğütleri daha fazla vermekten hiçbir zaman tatmin olmayan sevginin hayatta gerçekleşmesini gösterirler. Onun dinamiğini doğrular ve bizden ruhsal kavrayışlılık isterler. Yeni Yasa’nın mükemmelliği özellikle Tanrı’yı ve benzerini sevmeyi isteyen buyruklarda yatar. Öğütler daha doğrudan yollar, daha kolay çareler belirtirler, uygulaması herkesin kendi içinde duyduğu eğilime göredir:

 

Tanrı herkesin bütün öğütleri uygulamasını istemiyor, ama herkesin durumuna, kişiliğine, zamanına, gücüne göre sevginin gereğini yapmasını istiyor; çünkü sevgi bütün erdemlerin, bütün buyrukların, bütün öğütlerin netice itibarıyla bütün yasaların ve bütün Hıristiyan eylemlerinin kraliçesi olarak herkese ve her şeye düzen, sıra, zaman ve değer verir.5

 

ÖZET

 

1975 Kutsal Kitaba göre Yasa insanı vadedilen mutluluğa götüren yolları buyuran ve kötülüğe götüren yolları yasaklayan Tanrı’nın baba talimatıdır.

 

1976 “Yasa kamu yararı için toplumun sorumluluğunu yüklenen kişi tarafından resmen ilan edilen aklın bir talimatından başka bir şey değildir.”1

 

1977 Mesih yasanın sonudur,2 yalnız O Tanrı’nın adaletini öğretir ve yerine getirir.

 

1978 Doğal ahlâk yasası Yaradan’ın suretinde yaratılan insanın Tanrı’nın iyiliği ve bilgeliğine bir katılımıdır. İnsanın onurunu ifade eder ve insanın temel hak ve görevlerinin temelini oluşturur.

 

1979 Doğal ahlâk yasası değişmez, tarih boyunca da hep aynı kalır. İfade ettiği kurallar itibarıyla değerli kalır. Sivil yasanın ve ahlâki kuralların oluşturulması için gerekli temeli oluşturur.

 

1980 Eski Ahit’teki Yasa vahiy yoluyla indirilmiş yasanın ilk halidir. Bu yasanın ahlâki buyrukları On emir’le özetlenmiştir.

 

1981 Musa’nın Yasası doğal olarak akıl tarafından kabul edilebilir gerçekler içerir. Tanrı bu yasayı, insanlar yüreklerinde okumadıkları için açınladı.

 

1982 Eski Ahit’teki Yasa İncil’e hazırlıktır.

 

1983 Yeni Yasa Mesih’e iman ederek alınan ve sevgide etken olan Kutsal Ruh’un lütfudur. Özellikle de Rab’bin Dağdaki Vaaz’ ında ifade edilir ve Kilise sırlarını kullanarak bize nuru iletir.

 

1984 İncil Yasası Eski Ahit’teki Yasayı tamamlar, onu aşar ve onu mükemmelliğe götürür: Vaatleri göklerdeki Egemenlik mutluluklarıdır, buyrukları da davranışlarımızın menşeini, yüreğimizi ıslah eder.

 

1985 Yeni Yasa bir sevgi yasasıdır, bir nur yasasıdır, bir özgürlük yasasıdır.

 

1986 Buyruklarının dışında Yeni Yasa’nın İncil öğütleri vardır. “Kilise’nin kutsallığı özellikle Rab’bin İncil’de müritlerine uymalarını önerdiği birçok öğüt sayesinde sürdürülür.”3

 

 

2. KONU

 

Nur ve Aklanma

 

I. Aklanma

 

1987 Kutsal Ruh’un nurunun bizi aklama gücü vardır, kısacası bizi günahlarımızdan arındırır ve “Mesih İsa’ya olan imanla” (Rom 3, 22) ve vaftizle1 Tanrı’nın adaletini bize iletir:

 

Mesih’le birlikte ölmüşsek, Onunla birlikte yaşayacağımıza da inanıyoruz. Çünkü Mesih’in ölümden dirilmiş olup artık ölmeyeceğini, ölümün artık Onun üzerinde egemenlik süremeyeceğini biliriz. Onun ölümü, günaha karşılık ilk ve son ölüm olmuştur. Oysa sürdüğü yaşamı Tanrı için sürmektedir. Siz de böylece kendinizi günah karşısında ölü, Mesih İsa’da Tanrı karşısında diri sayın (Rom 6, 8-11).

 

1988 Kutsal Ruh’un gücü sayesinde, günaha ölerek Mesih’in çektiklerine, yeni bir yaşama doğarak da Dirilişine katılmış oluyoruz; bizler Kilise olan Vücudunun üyeleriyiz,2 kendisi Asma biz ise asma çubuklarıyız:3

 

Tanrı Kutsal Ruh sayesinde kendisini bize verir. Kutsal Ruh’un katılımıyla Tanrısal doğanın bir parçası oluruz (…). İşte bunun içindir ki içinde Kutsal Ruh bulunanlar tanrılaşmış kişilerdir.4

 

1989 Kutsal Ruh’un etkilerinden birincisi, İncil’in başında İsa’nın bildirdiğine göre, aklanmayı oluşturan tövbedir: “Tövbe edin! Göklerin Egemenliği çok yakındır” (Mt 4, 17). Nurun etkisiyle insan günahtan uzaklaşarak Tanrı’ya döner, böylece yukardan gelecek bağışı ve adaleti alır. “Şu halde aklanma günahların bağışlanmasını, insanın içten yenilenmesini ve kutlulaşmasını kapsar.”5

 

1990 Aklanma insanı Tanrı sevgisine karşı olan günahtan kurtarır ve yüreğini temizler. Aklanma bağışlamayı sunan Tanrı’nın merhamet girişiminden sonra gelir. Aklanma insanla Tanrı’yı barıştırır. Günahın köleliğinden kurtarır ve iyileştirir.

 

1991 Aklanma aynı zamanda Mesih İsa’ya olan inanç sayesinde Tanrı adaletini kabul etmektir. Burada adalet Tanrı sevgisinin doğruluğunu belirtir. Aklanma sayesinde iman, umut ve sevgi yüreklerimize akıtılmıştır, ayrıca bize Tanrısal iradeye itaat de bağışlanmıştır.

 

1992 İnsanların bütün günahları için Tanrı rızası için ve Tanrı’ya hoş ve kutsal gelen kanının dökülmesiyle, kendisini canlı sungu olarak Haç üzerinde feda etmesiyle aklanmamız sağlanmıştır. Aklanma Vaftizle, iman sırrıyla verilir. Aklanma bizi Tanrı’nın merhametinin gücüyle içten adil kılarak Tanrı’nın adaletine uygun hale getirir. Aklanmanın amacı Tanrı’nın ve Mesih’in yüceltilmesi ve ebedi yaşam armağanıdır:1

 

Şimdiyse Yasa’dan bağımsız olarak Tanrı’nın insanı nasıl aklayacağını açıkladı. Yasa ve Peygamberler buna tanıklık etti. Tanrı, insanları Mesih İsa’ya olan imanlarıyla aklar. Bunu iman eden herkes için yapar. Hiç ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı. İnsanlar, Mesih İsa’ da gerçekleşen kurtuluş sayesinde, Tanrı’nın lütfuyla aklandılar. Tanrı Mesih’i, kanına olan imanla günahların bağışlanması için kurban olarak sundu ve böylece adaletini gösterdi. Çünkü, müsamaha göstererek daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, şimdiki zamanda İsa’ya iman edeni aklamak ve kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı (Rom 3, 21-26).

 

1993 Aklanma Tanrı lütfu ile insan özgürlüğü arasındaki işbirliğini sağlar. İnsan açısından insanı tövbeye davet eden Tanrı Sözüne olan imana rıza göstermesinde, insanı önceden uyaran ve koruyan Kutsal Ruh’un itkisiyle doğan sevgide işbirliğinde kendisini ifade eder:

 

Tanrı Kutsal Ruh’un aydınlanması ile insan yüreğine dokunduğu zaman, bu esini alan insan atıl kalamaz, ama bunu reddedebilir de; bununla birlikte Tanrı’nın lütfu olmadan insan özgür iradesiyle Onun huzurunda adalete yönelemez.2

 

1994 Aklanma Mesih İsa’da açığa çıkan ve Kutsal Ruh tarafından verilen Tanrı sevgisinin en şahane eseridir. A. Augustinus’un düşüncesine göre “bir dinsizin aklanması yer ve göğün yaratılmasından daha büyük bir iştir”, çünkü “yer ve gök geçecek ama kutsalların aklanması ve esenliği kalacaktır”.3 Hatta Augustinus’a göre Tanrı’nın büyük merhametini gösterdiği adaletinde günahkârların aklanması meleklerin yaratılmasından da üstün bir olaydır.

 

1995 Kutsal Ruh içsel Efendidir. Aklanma “içsel insanı” (Rom 7, 22; Ef 3, 16) doğurarak her varlığın kutlulaşmasını sağlar:

 

Uzuvlarınızı ahlâksızlığa ve kötülük için kötülüğe nasıl köle olarak sundunuzsa, şimdi de aynı uzuvları kutsallık için doğruluğa köle olarak sunun (…) Bugün günahtan özgür kılınıp Tanrı’nın kulları olduğunuza göre kazancınız, kutsallaşma ve bunun sonucu olan ebedi yaşamdır (Rom 6, 19. 22).

 

II. Nur

 

1996 Aklanmamız Tanrı’nın nuru sayesindedir. Nur Tanrı’ nın çağrısı karşılığında bize verdiği (bedelsiz) ve hak edilmemiş yardımdır. Tanrı’nın çocukları olmak,1 manevi evlat almak,2 Tanrısal doğaya3 ve ebedi yaşama4 katılmak.

 

1997 Nur Tanrı yaşamına bir katılımdır, nur bizi üçlübirlik yaşamının mahremiyetine sokar: Hıristiyan Vaftizle Bedenin Başı olan Mesih’in nuruna katılır. “Manevi evlat” olarak bundan böyle Tanrı’nın biricik Oğluyla birlikte Tanrı’ya “Baba” diyebilir. Kendisine sevgi üfleyen ve Kilise’yi oluşturan Kutsal Ruh’tan yaşam alır.

 

1998 Ebedi hayat için yaratılmış olmamız doğaüstü bir olgudur. Bu tamamen Tanrı’nın karşılıksız inisiyatifine bağlı bir şeydir, çünkü yalnız O Kendisini açınlayabilir ve verebilir. Her yaratığın olduğu kadar insanın da bilgisinin ve iradesinin gücünü aşar.5

 

1999 Mesih’in nuru Tanrı’nın karşılıksız verdiği bir armağandır, Kutsal Ruh aracılığıyla ruhumuza, onu günahlarından kurtarmak ve kutlulaştırmak için akıttığı yaşamıdır: Bu, Vaftizle alınan kutsallaştırıcı ya da tanrılaştırıcı nurdur. O bizdeki kutlulaşma olayının kaynağıdır:6

 

Bir kimse Mesih’te ise, yeni bir yaratıktır; eski insan gitmiş yerine yenisi gelmiştir. Bunların hepsi de Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştıran Tanrı’dan gelir (1 Kor 5, 17-18).

 

2000 Kutsallaştırıcı nur, ruhu Tanrı’yla yaşayacak duruma getiren ve Onun sevgisiyle hareket etmesini sağlayan daimi bir armağandır, yerleşik ve doğaüstü bir durumdur. Değişmez biçimde Tanrı çağrısına uygun şekilde yaşama ve davranma durumu olan daimi nurla, gerek dine dönüşün başındaki gerek kutlulaşma işi sırasındaki Tanrısal girişimleri belirten güncel lütufları ayırt etmek gerekir.

 

2001 İnsanın nuru almaya hazırlanması da nurun bir işidir. Hazırlanma sevgiyle kutlulaşmaya, imanla aklanmaya katılmamıza neden olması ve bunu desteklemesi için gereklidir. Tanrı bizde başlamış olduğunu tamamlıyor, “çünkü Tanrı bu şekilde davranarak, işlemi ile istediğimizi başlatmış olur; tövbe etmiş isteklerimizle işbirliği yaparak da tamamlar”1:

 

Kuşkusuz biz de çalışırız, ama çalışan Tanrı’yla birlikte çalışırız. Çünkü merhameti iyileşmemiz için bizden önde gelir, bir kez iyileştikten sonra da bizi canlanabilmemiz için izler; çağrılmamız için bizden önde gelir, yücelelim diye bizi izler; dindarca yaşayalım diye bizden önde gelir, daima Tanrı’da yaşayalım diye de bizi izler, çünkü Onsuz hiçbir şey yapamayız.2

 

2002 Tanrı’nın özgür girişimi insanın özgür cevabını bekler, çünkü Tanrı insanı, ona özgürce Kendisini tanıma ve sevme gücünü vererek kendi suretinde yarattı. Ruh sevgi birliğine ancak özgürce girebilir. Tanrı insan yüreğini doğrudan aracısız dokunarak etkiler. Tanrı insan yüreğine yalnız Kendisinin tatmin edeceği iyiliğe ve gerçeğe duyacağı bir eğilim koydu. “Ebedi yaşam” vaatleri her türlü umudun ötesinde bu eğilime cevap veriyor:

 

Harika eserlerini yarattıktan sonra (…), yedinci günü dinlenerek geçirdiğinden söz eden Kutsal Kitabının bize bildirdiğine göre, harika işleri gerçekleştirme gücünü bize verdiğinden itibaren bunları gerçekleştirdikten sonra, ebedi yaşamın dinlenme gününde sende huzuru bulacağız.3

 

2003 Nur her şeyden önce ve özellikle de bizi aklayan ve kutlulaştıran Kutsal Ruh’un armağanıdır. Ancak nur aynı zamanda Kutsal Ruh’un eserine katılmamız için, başkalarının esenliği ve Mesih’in Bedeninin, Kilise’nin gelişmesi yönünde çalışabilecek duruma gelmemiz için bize bağışladığı armağanları da kapsar. Bunlar farklı Kilise sırlarına özgü armağanlar, kutsallaştırıcı lütuflardır. Bu özel lütuflara ayrıca Havari Paulus’un kullandığı Yunanca bir terim olan ve karşılıksız armağan, iyilik, nimet anlamına gelen karizmalar da denir.4 Nitelikleri her ne olursa olsun kimi zaman mucizeler yaratma ya da yabancı diller konuşma gibi bazen olağandışı karizmalar da vardır. Hepsi de kutsallaştırıcı nura göre düzenlenmiştir ve hepsinin amacı Kilise’nin kamu yararıdır. Kilise’yi tasarlayıp gerçekleştiren sevginin hizmetindedir.1

 

2004 Özel lütuflar arasında durum lütuflarını da belirtmekte yarar var, bunlar Hıristiyan yaşamının ve Kilise’nin bağrındaki görevlilerin sorumluluklarının uygulanmasına eşlik ederler:

 

Tanrı’nın bize bağışlamış olduğu nura göre farklı armağanlara sahibiz, birinin armağanı peygamberlikse, imanı ölçüsünde peygamberlik etsin. Hizmetse, hizmet etsin. Öğreten biriyse, öğretsin. Öğüt veren ise, öğütte bulunsun. Bağışta bulunan, bunu cömertçe yapsın. Yöneten, gayretle yönetsin. Merhamet eden, güler yüzle etsin (Rom 12, 6-8).

 

2005 Doğaüstü düzene ait olduğu için nuru tecrübeyle bilemeyiz onu ancak imanla tanıyabiliriz. Öyleyse duygularımıza ya da eserlerimize dayanarak aklanmış ve kurtulmuş olduğumuz sonucunu çıkaramayız.2 Bununla birlikte Rab’bin sözüne göre: “Onları meyvelerinden tanıyacaksınız” (Mt 7, 20). Tanrı’nın kendi yaşamımızda ve azizlerin yaşamlarında yapmış olduğu iyilikleri göz önüne alma, nurun bizde faaliyet gösterdiğinin bir güvencesini sunar ve bizi daha büyük bir imana sahip olmaya ve güven verici bir yoksulluk tutumuna iter.

 

Kilise yargıçlarının A. Jeanne d’Arc’ı tuzağa düşürmek için sordukları bir soruya o çok güzel bir şekilde cevap veriyor: “Tanrı’ nın nuru içinde olup olmadığı kendisine soruluyor, Jeanne d’Arc buna şu şekilde cevap veriyor: ‘İçinde değilsem, Tanrı beni bunun içine soksun; içindeysem, Tanrı beni bunun içinde tutsun.’”3

 

III. Sevap

 

Azizler topluluğunda yüceltildin: Onların sevaplarını taçlandırdığında, Sen kendi armağanlarını taçlandırıyorsun.4

 

2006 “Sevap” terimi genelde bir cemaat ya da topluluk üyelerinden birinin iyilik ya da kötülük olan bir davranışının ödüle ya da cezaya layık olduğunu belirten bir karşılık vermedir. Değer eşitlik ilkesine tamamen uygun şekilde çalışan adalet erdeminden çıkar.

 

2007 İnsan tarafından bakacak olursak Tanrı’ya karşı sözcüğün tam anlamıyla herhangi bir sevap söz konusu değildir. Onunla bizim aramızda eşitsizlik sınırsızdır, çünkü bizler her şeyi Ondan, Yaratıcı’dan aldık.

2008 İnsanın Hıristiyan yaşamında Tanrı’nın yanındaki sevabı, Tanrı’nın insanı özgürce nur işine katılmasını sağlamasından gelir. Tanrı’nın babaca davranışı itkisiyle ilk sırada insanın özgür davranışı da katılımıyla ikinci sıradadır, öyle ki iyi işler önce Tanrı’nın lütfuna sonra da inanlıya mal edilmelidir. İnsanın kazandığı sevap, zaten Tanrı’ya geri döner, çünkü insanın iyi eylemleri Kutsal Ruh’un lütufkâr yardımlarıyla Mesih’ten ileri gelir.

 

2009 Tanrı tarafından evlat edinilmemiz, bizim nur sayesinde Tanrısal doğaya katılmamızı sağlar. Bu bize Tanrı’nın karşılıksız adaleti gereğince gerçek bir sevap sağlar. Bu nurun sağladığı bir haktır, bizi Mesih’in “ortak mirasçısı” yapan ve “vadedilen ebedi yaşamı miras almaya” layık kılan tam sevgi hakkıdır.1 İyi işlerimizin değeri Tanrı iyiliğinin armağanlarıdır.2 “Nur önden gitti; şimdi ona borçlu olan iade ediliyor. (…) Kazanılan sevaplar Tanrı’nın armağanlarıdır.”3

 

2010 Madem ki nur düzeninde ilk girişim Tanrı’dan gelmektedir, hiç kimse dine dönüşün, tövbenin ve aklanmanın başlangıcında ilk lütfu hak edemez. Ancak daha sonra Kutsal Ruh’un ve sevginin teşvikiyle kutlulaşmamız için, nurun ve sevginin büyümesi için, ebedi yaşamın elde edilmesi için yararlı lütufları kendimiz ve başkaları için hak edebiliriz. Sağlık, dostluk gibi dünya nimetleri Tanrı bilgeliğine göre hak edilebilir. Bu lütuflar ve bu iyilikler Hıristiyan ibadetinin konusudur. Dua, sevap işlerimiz için gerekli lütfu sağlar.

 

2011 İçimizdeki Mesih’in sevgisi Tanrı önündeki bütün sevaplarımızın kaynağıdır. Aktif bir sevgiyle bizi Mesih’le birleştiren nur eylemlerimizin doğaüstü niteliğini garantiye alır, sonra da hem insanların hem de Tanrı’nın önünde onları değerlendirir. Azizler sevaplarının sırf Tanrı’nın lütfu olduğunun daima bilincindeydiler.

 

Yeryüzündeki gurbetten sonra Vatanda Seni görmeyi umut ediyorum, ama Cenneti hak etmek için sevaplar biriktirmek istemiyorum, yalnız Sevgin için çalışmak istiyorum. (…) Bu yaşamın akşamında, Senin huzuruna ellerim boş çıkacağım, çünkü Rab, yaptığım işleri saymanı istemiyorum. Çünkü bütün adil işlerimiz senin gözünde lekelidir. Senin öz Adaletini giyinmiş ve Sevginden almış olmakla Sana ebediyen sahip olmak istiyorum…1

 

IV. Hıristiyan Kutsallığı

 

2012 Biliyoruz ki, “Tanrı kendisini sevenlerle birlikte, her durumda onların iyilikleri için etkindir. (…) Tanrı, önceden bildiği kişileri, Oğlunun benzerine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeşler arasında ilk doğan olsun. Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdığı kişileri akladı ve akladığı kişileri yüceltti” (Rom 8, 28-30).

 

2013 “Mükemmel sevgi ve mükemmel Hıristiyan yaşamı çağrısı, durumları ve mevkileri ne olursa olsun Mesih İsa’ya innan herkese hitap eder.”2 Herkes aziz olmaya çağrılmıştır: “Göksel Babanız nasıl mükemmelse siz de öyle mükemmel olun” (Mt 5, 48).

 

İnanlılar her şeyde Baba’nın iradesi yerine gelsin diye Mesih’ten aldıkları armağanlara göre güçlerini bu mükemmelliği elde etmeye harcamalı, bütün ruhlarıyla kendilerini Tanrı’nın yüceliğine ve benzerinin hizmetine adamalılar. Tanrı Halkının kutsallığı Kilise tarihinin onca aziziyle görkemli bir şekilde tanıklık ettiği gibi ancak bu şekilde bol ürün vererek gelişir.3

 

2014 Ruhsal ilerleme Mesih’le daima daha yakın bir birleşmeyi gerektirir. Bu birleşmeye “mistik” birleşme denir, bunun nedeni Kilise sırları “kutsal gizler” aracılığıyla Mesih’in gizine ve Mesih’te de Kutsal Üçlü-Birlik gizine katılmasıdır. Her ne kadar bu mistik yaşama ait özel lütuflar ya da olağan üstü belirtiler, herkese verilen karşılıksız armağanları göstermek amacıyla bazılarına bağışlanmışsa da Tanrı herkesi, Onunla bu mahrem birleşmeyi yapmaya çağırır.

 

2015 Mükemmellik yolu Haçtan geçer. Dünya nimetlerine sırt çevirmeden ve ruhsal mücadeleye girmeden kutsallık elde edilemez.4 Ruhsal ilerleme adım adım gerçek mutluluk sevinci ve huzuru içinde yaşamaya götüren çileyi ve nefsini köreltmeyi gerektirir:

 

Yukarı çıkan, sonu olmayan başlangıçlar aracılığıyla başlangıçtan başlangıca gitmeyi durdurmaz. Yukarı çıkan, şimdiden tanıdığı şeyi arzulamayı hiç bırakmaz.1

 

2016 Kutsal Anamız Kilise’nin çocukları, Babaları Tanrı’dan, Onun lütfuyla İsa’nın birlikteliğinde gerçekleştirdikleri iyi işlerin ödülünü ve sonuna kadar sebat etme ruhunu umut ederler.2 İnanlılar, aynı yaşam tarzını koruyarak, “Kendi güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibi, gökten, Tanrı’nın yanından inen Kutsal Kentte, yeni Kudüs’te” (Ap 21, 2) Tanrısal merhametin bir araya topladığı kişilerin “mutlu umudunu” paylaşırlar.

 

ÖZET

 

2017 Kutsal Ruh’un nuru bize Tanrı adaletini verir. Ruh bizi imanla ve Vaftizle Mesih’in acıları ve Dirilişiyle birleştirerek kendi yaşamına katar.

 

2018 Aklanmanın, tövbe gibi iki yüzü vardır. Nurun devinimi altındaki insan günahtan uzaklaşarak Tanrı’ya döner, böylece yukarıdan af ve adalet alır.

 

2019 Aklanma günahların bağışlanmasını, insanın içten yenilenmesini ve kutlulaşmasını kapsar.

 

2020 Aklanmayı Mesih’in acıları sayesinde elde ettik. Aklanma bize Vaftiz aracılığıyla bağışlandı. Bizi adil kişiler yapan Tanrı’nın adaletine uygun kılar. Amacı Tanrı’nın ve Mesih’in yüceliği ve ebedi yaşam armağanıdır. Aklanma Tanrı merhametinin en şahane eseridir.

 

2021 Nur manevi evlat olma görevimizi yerine getirebilmemiz için Tanrı’nın bize ettiği yardımdır. Bizi üçlü yaşamın içine sokar.

 

2022 Nur işinde Tanrısal girişim insanın özgür cevabını uyarır, hazırlar ve buna neden olur. Nur insanın derin özgürlük özlemine cevap verir; birlikte çalışmaya çağırır ve onu mükemmelleştirir.

 

2023 Kutsallaştırıcı nuru Tanrı’nın karşılıksız verdiği bir armağandır, Kutsal Ruh aracılığıyla ruhumuza, onu günahlarından kurtarmak ve kutlulaştırmak için akıttığı yaşamıdır.

 

2024 Kutsallaştırıcı nur bizleri Tanrı’nın gözünde hoş kılar. Karizmalar, Kutsal Ruh’un özel lütuflarıdır, hepsi de kutsallaştırıcı nura göre düzenlenmişlerdir ve hepsinin amacı Kilise’nin ortak yararıdır. Tanrı içimizde sürekli bulunan normal lütufların dışında sayısız güncel lütuflarla da faaliyet gösterir.

 

2025 Tanrı’nın önünde sevap kazanmak demek Tanrı’nın özgür tasarısına göre insanın nur işine katılmasıdır. Kazanılan hak önce Tanrı lütfunun işidir, daha sonra da insanın işbirliği etmesinin sonucudur. İnsanın kazandığı hak Tanrı’ya geri döner.

 

2026 Manevi evlat olmamız sayesinde Kutsal Ruh’un nuru, bize Tanrı’nın adaletine uygun gerçek kazanımı verebilir. Tanrı önünde içimizdeki sevgi kazanımın temel kaynağıdır.

 

2027 Hiç kimse tövbenin başlangıcındaki ilk lütfu hak edemez. Kutsal Ruh’un devinimi altındayken kendimiz için ve başkaları için ebedi yaşamı elde etmek için gerekli bütün lütufları olduğu kadar gerekli dünyevi nimetleri de hak edebiliriz.

 

2028 “Mükemmel sevgi ve mükemmel Hıristiyan yaşamı çağrısı, durumları ve mevkileri ne olursa olsun Mesih İsa’ya inanan herkese hitap eder.”1 “Hıristiyan mükemmelliğinin bir tek sınırı vardır, o da hiçbir sınıra sahip olmamasıdır.”2

 

2029 “Ardımdan gelmek isteyen, kendini inkâr etsin, haçını yüklenip beni izlesin” (Mt 16, 24).