3. KONU

 

Kilise - ana ve eğitimci

 

2030 Hıristiyan görevini Kilise içinde bütün vaftiz olanlarla birlikte gerçekleştirir. Hıristiyan Kilise’den “Mesih İsa’nın Yasasının” (Gal 6, 2) öğretilerini içeren Tanrı Sözü’nü alır. Hıristiyan Kilise’den “yolunda” kendisini destekleyen Kilise sırlarını alır. Hıristiyan Kilise’den kutsallığın ne olduğunu öğrenir; bu kutsallığın kaynağı ve sureti olarak Çok Kutsal Bakire Meryem’i görür; bunu yaşayanların çağdaş tanıklığında bunu ayırt eder; bunu tinsel gelenek içinde ve ondan önce gelen ve onların günlerinde litürjide kutlanan azizlerin uzun tarihinde keşfeder.

 

2031 Ahlâki yaşam tinsel bir külttür. Bizler “Tanrı’ya vücutlarımızı diri, kutsal, Onu hoşnut eden kurbanlar olarak”3 oluşturduğumuz Mesih’in Bedeninin bağrında ve Efkaristiyasının sungusuyla birlikte sunuyoruz. Litürjide ve Kutsal sırların kutlanmasında, dua ve öğreti Hıristiyan davranışını aydınlatmak ve beslemek amacıyla Mesih’in lütfuyla birleşir. Hıristiyan yaşamının bütününde olduğu gibi ahlâki yaşam, kaynağını ve doruk noktasını efkaristiya kurbanında bulur.

 

I. Ahlâki yaşam ve Kilise’nin Öğretme Yetkisi

 

2032 Kilise “gerçeğin direği ve desteği”dir (1 Tim 3, 15). “Kilise Mesih’in esenlik gerçeğini vazetme yetkisini havarilerden aldı.”1 “Ahlâk ilkelerini, hatta toplumsal düzenle ilgili olanlarını her zaman ve her yerde bildirme görevi, aynı zamanda temel insan haklarının ve ruhların esenliğinin gerektirdiği ölçüde insan gerçeği ile ilgili yargılamada bulunma görevi Kilise’ye aittir.”2

 

2033 Ahlâk konusunda Kilise çobanlarının Öğretme Yetkisi tanrıbilimcilerin ve tinsel yazarların eserleri yardımıyla din eğitiminde ve vaazda kendini gösterir. Böylece Mesih İsa’ya olan inançtan doğan ve sevgi sayesinde yaşayan belirtici nitelikli erdemler, buyruklar ve kurallardan oluşan Hıristiyan ahlâkı “mirası” çobanların himayesinde ve özeni sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılmış oldu. Bu din ve ahlâk ilkelerinin temeli her insan için geçerli olan ahlâki yaşam ilkelerini ifade eden “Göklerdeki Babamız”, “İnanç İlkeleri” ve “On emir”e dayanır.

 

2034 Romalı Papa ve “çağdaş doktorlar olarak Mesih’in otoritesine sahip episkoposlar kendilerine emanet edilen halka, iman edilecek ve tatbik edilecek inancı vazederler”3. Papa ve kendisiyle birlik içindeki episkoposların olağan ve evrensel Öğretme Yetkisi inanlılara inanmaları gereken gerçeği, uygulamaları gereken sevgiyi ve umut edecekleri mutluluğu öğretir.

 

2035 Mesih’in otoritesinin en yüksek derecede benimsenmesi yanılmazlık karizması tarafından güvenceye alınmıştır. Bu, Tanrısal Vahiy mirasına kadar uzanır;4 ahlâk dahil doktrinin bütün öğelerine kadar uzanır, onlarsız imanın esenlikli gerçekleri korunamaz, sergilenemez ya da onlara uyulamaz.5

 

2036 Öğretme Yetkisinin otoritesi doğa yasalarının kendine özgü ilkelerine kadar iner, çünkü Yaradan tarafından uyulması istenilen bu ilkeler esenlik için gereklidir. Kilise’nin kesin yetkililiği doğa yasasının kurallarını anımsatarak bir yandan insanlara aslında ne olduklarını öte yandan da Tanrı’nın önünde ne olmaları gerektiğini anımsatarak asıl peygamberlik görevini yerine getirir.1

2037 Kilise’ye emanet edilen Tanrı Yasası inanlılara yaşam ve gerçek yolu olarak öğretilir. Şu halde inanlıların, düşünme yetisini arındıran ve nurun yardımıyla yaralanmış insan aklını iyileştiren esenlikli Tanrısal buyrukları öğrenme hakkı 2 vardır. İnanlıların Kilise’nin meşru otoritesi vasıtasıyla kural ve kurumlara uyma görevi vardır. Disipline olsalar da, bu kararlar sevgi içinde itaati gerektirmektedir.

 

2038 Hıristiyan ahlâkını öğretme ve uygulama işinde Kilise’ nin çobanların özverisine, tanrıbilimcilerin bilgisine, iyi niyetli bütün insanların ve bütün Hıristiyanların işbirliğine ihtiyacı vardır. İman ve İncil’in uygulamaya konulması herkese, insanı aydınlatan ve Tanrısal ve insani gerçekleri Tanrı’ nın Ruhuna3 göre değerlendirmesini sağlayan “Mesih’te” bir yaşam tecrübesi kazandırır. Kutsal Ruh bu şekilde en alçakgönüllü insanlardan yararlanarak bilginleri ve en yüksek onurlu kişileri aydınlatır.

 

2039 Kilise görevlileri Rab’bin adına Kilise’ye bağlılıkla ve kardeşlik ruhuyla görevlerini yapmalıdır.4 Kilise’nin hizmetinde bulunan kişiler aynı zamanda kendi davranışlarını ahlâki açıdan yargılarken kişisel görüşte ısrar etmemelidir. Ahlâki sorunlar üzerinde doğal ve açınlanmış ahlâki yasanın ifade ettiği gibi elinden geldiğince Kilise yasasının belirttiği ve Kilise Yetkili Kurulu’nun öngördüğü öğretiye, herkesin iyiliğine olan görüşe katılmalıdır. Ahlâki yasayla ya da Kilise’nin Öğretme Yetkisiyle aklı ve kişisel vicdanı karşı karşıya getirmek uygun düşmez.

 

2040 Hıristiyanlar arasında Kilise’ye karşı evlatlık ruhu ancak böyle davranılırsa gelişebilir. Evlatlık ruhu bizleri Kilise’ nin bağrına alan ve bizleri Mesih’in Bedeninin üyeleri yapan Vaftiz nurunun doğal bir gelişimidir. Analık kaygısıyla Kilise bize bütün günahlarımızın üstesinden gelen özellikle de Tövbe sırrı ile etkin olan Tanrı’nın merhametini verir. Önceden uyaran bir anne gibi, Kilise bize litürjisinde, hergün Rab’bin Sözünü ve Efkaristiyasını yiyecek olarak verir.

 

II. Kilise’nin buyrukları

 

2041 Kilise’nin buyrukları litürjik yaşama bağlı ve onunla beslenen bir ahlâki yaşam çizgisidir. Kilise otoriteleri tarafından buyurulan bu pozitif yasaların zorunlu özelliği inanlılara ahlâki çabalarında, dua ruhunda, Tanrı ve insan sevgisinin gelişmesinde gerekenin asgarisini garanti etmektir:

 

2042 Birinci buyruk (“Pazar günleri ve öteki dini bayramlarda Ayine katıl ve iş yapma”) inanlılardan Rab’bin Dirilişinin anıldığı günü, aynı zamanda Rab’bin, Meryem Ana’nın ve azizlerin gizlerine saygı gösterildiği başlıca dini bayramları kutlamalarını, her şeyden önce Hıristiyan Cemaatini bir araya getiren efkaristiya kurbanına katılarak ve bu günleri kutlamaya engel olacak bütün iş ve çalışmaları bırakmalarını ister.1

 

İkinci buyruk (“Yılda en az bir kez günah çıkartacaksın”) inanlıyı Vaftizin tövbe ve bağış işini devam ettiren Tövbe sırrını alarak Efkaristiya sırrına hazırlar.2

 

Üçüncü buyruk (“Bütün inanlılar Kutsal Komünyon’u en azından her yıl Paskalya’da almak zorundadırlar”) Rab’bin kanını ve Etini yılda en az bir kez almayı öngörür. Bu, Hıristiyan ayininin merkezini ve kaynağını oluşturan Paskalya bayramlarıyla ilişkilidir.3

 

2043 Dördüncü buyruk (“Kilise tarafından belirtilen günlerde inanlılar et yememek ve oruç tutmak zorundadırlar”) bizleri litürjik bayramlara hazırlayan, içgüdülerimize hakim olmayı öğreten ve yüreğimizi özgür kılan tövbe ve çileyi öngörmektedir.4

Beşinci buyruk (“İnanlılar Kilise’nin ihtiyaçlarını gidermek amacıyla yardımda bulunmak zorundadırlar”) inanlılardan Kilise’nin maddi ihtiyaçlarını gidermek konusunda herkesin imkânı ölçüsünde katkıda bulunmasını öngörür.5

 

III. Ahlâki yaşam ve misyoner tanıklığı

 

2044 Vaftiz olanların sadakati İncil’i bildirmek ve Kilise’nin dünyadaki misyonu için en başta gelen koşuldur. Esenlik mesajının parıltısının ve gerçeğinin gücünün insanlar önünde ortaya çıkarılması için Hıristiyanların yaşamının tanıklığıyla belgelenmesi gerekir. “Hıristiyan yaşamının tanıklığı ve doğaüstü bir ruhla gerçekleştirilmiş işler insanları imana ve Tanrı’ya çekecek güçtedir.”1

 

2045 Madem ki onlar Mesih’in Baş olduğu Bedenin üyeleridirler,2 Hıristiyanlar değişmez ahlâki davranışlarıyla ve inançlarıyla Kilise’nin kurulmasına katkıda bulunurlar. Kilise inanlılarının kutsallığı sayesinde inanlılar “imanda ve Tanrı’nın Oğlunu tanımada birliğe, yetkinliğe ve Mesih’in doluluğundaki olgunluk düzeyine erişene dek”3 (Ef 4, 13) büyür, yükselir ve gelişirler.

 

2046 Mesih’e uygun yaşamlarıyla Hıristiyanlar Tanrı’nın Egemenliğinin, “adalet, gerçek ve huzur Egemenliğinin”4 gelişini hızlandırırlar. Bu nedenle dünyadaki görevlerini bırakmazlar; Efendilerine sadık kalarak bu görevlerini dürüstçe, sevgi ve sabırla yerine getirirler.

 

ÖZET

 

2047 Ahlâki yaşam tinsel bir külttür. Hıristiyan davranışı gıdasını litürjiden ve Kutsal sırların kutlanmasından alır.

 

2048 Kilise buyrukları litürjiye bağlı ve onunla beslenen ahlâki ve Hıristiyan yaşamıyla ilgilidir.

 

2049 Kilise çobanlarının ahlâki konulardaki Öğretme Yetkisi her insan için geçerli olan ahlâki yaşam ilkelerini bildiren On emir’i temel alan özellikle din eğitiminde ve vaazda kendini gösterir.

 

2050 Romalı Papa ve episkoposlar çağdaş doktorlar olarak kendilerine emanet edilen halka iman edilecek ve tatbik edilecek inancı vazederler. Doğa yasaları ve akıldan çıkan ahlâki konularda da söz sahibidirler.

 

2051 Çobanların Öğretme Yetkisinin yanılmaz olması ahlâk dahil doktrinin bütün öğelerine kadar uzanır, onlarsız imanın esenlikli gerçekleri korunamaz, sergilenemez ya da onlara uyulamaz.

 

 

 

 

 

IV. On emir

 

(Çıkış 20, 2-17)

 

Seni Mısır ülkesinden, esirlik

evinden çıkaran Tanrın Rab benim.

 

Karşımda başka ilahların olmayacak.

Kendin için oyma put, yukarda,

göklerde olanın ya da yerin altında

sularda olanın asla suretini yapmayacaksın;

onlara eğilmeyecek, onlara ibadet etmeyeceksin,

çünkü ben, senin Tanrın Rab,

benden nefret edenlerden

babaların günahını çocuklar üzerinde,

üçüncü nesil üzerinde,

dördüncü nesil üzerinde arayan;

beni seven ve buyruklarımı tutanların binlercesine

lütufta bulunan, kıskanç bir Tanrı’yım.

 

Tanrın Rab’bin adını boş yere ağzına alma!

Çünkü Rab kendi adını boş yere ağza alanı

cezasız bırakmaz.

 

Sept gününü kutsamak için onu hatırında tut.

 

Altı gün çalışacak, bütün işini göreceksin,

ama yedinci gün dinleneceksin,

o günü Tanrın Rab’be ayıracaksın;

sen, oğlun, kızın, kölen, cariyen, öküzün, eşeğin

ve hiçbir hayvanın ve kapında yaşayan yabancı

hiç bir iş yapmayacaksınız.

 

Çünkü Rab gökleri, yeri, denizi

ve onlarda olan her şeyi altı günde yarattı,

yedinci gün dinlendi.

Bunun için Rab sept gününü mübarek kıldı.

 

Tanrın Rab’bin sana vereceği toprakta

ömrünün uzun olması için anana, babana saygı göster.

 

Öldürmeyeceksin!

 

Zina etmeyeceksin!

 

Çalmayacaksın!

 

Komşuna karşı yalan tanıklıkta bulunmayacaksın!

 

Komşunun evine göz dikmeyeceksin.

Komşunun ne karısına, ne kölesine, ne cariyesine,

ne öküzüne, ne eşeğine,

ne de herhangi bir şeyine göz dikeceksin!

 

(Tes 5, 6-21)

 

Seni Mısır ülkesinden, esirlik evinden çıkaran

Tanrın Rab benim.

 

Karşımda başka ilahların olmayacak.

Kendin için oyma put, yukarda, göklerde olanın

ya da yerin altında sularda olanın

asla suretini yapmayacaksın;

onlara eğilmeyecek, onlara ibadet etmeyeceksin,

çünkü ben, senin Tanrın Rab,

benden nefret edenlerden

babaların günahını çocuklar üzerinde,

üçüncü nesil üzerinde,

dördüncü nesil üzerinde arayan;

beni seven ve buyruklarımı tutanların

binlercesine lütufta bulunan, kıskanç bir Tanrı’yım.

 

Tanrın Rab’bin adını boş yere ağzına alma!

Çünkü Rab kendi adını boş yere ağza alanı

cezasız bırakmaz.

 

Sept gününü kutsamak için

Tanrın Rab sana buyurduğu gibi onu tut.

Altı gün çalışacak, bütün işini göreceksin,

ama yedinci gün dinleneceksin,

o günü Tanrın Rab’be ayıracaksın;

sen, oğlun, kızın, kölen, cariyen, öküzün, eşeğin

ve hiçbir hayvanın ve kapında yaşayan yabancı

hiç bir iş yapmayacaksınız.

Kölen ve cariyen senin gibi dinlenecek.

Mısır ülkesinde köle olduğunu

ve Tanrın Rab’bin seni oradan güçlü eli

ve uzun kollarıyla çıkardığını hatırla.

Bunun için Tanrın Rab

Sept gününü tutmayı sana buyurdu.

 

Tanrın Rab’bin sana vereceği toprakta

ömrünün uzun olması ve kendini iyi hissetmen için

anana, babana saygı göster.

 

Öldürmeyeceksin!

 

Zina etmeyeceksin!

 

Çalmayacaksın!

 

Komşuna karşı yalan tanıklıkta bulunmayacaksın!

 

Komşunun karısına göz dikmeyeceksin.

Komşunun ne evine, ne tarlasına, ne kölesine,

ne cariyesine, ne öküzüne, ne eşeğine,

ne de herhangi bir şeyine göz dikeceksin!

 

Hıristiyan formülü

 

Tek bir Tanrı’ya tapacak

ve kusursuzca seveceksin.

 

Tanrı’nın adını küfürden ve yalan yere

yemin etmekten kaçınarak sayacaksın.

 

Tanrı’ya dindarca hizmet ederek

Rab’bin gününü tutacaksın.

 

Anana babana, aynı şekilde üstlerine

saygı göstereceksin.

 

Cinayet işlemekten, skandal çıkarmaktan,

aynı zamanda nefret ve öfkeden kaçınacaksın.

 

Davranışlarında özenle temiz olmaya çalışacaksın.

 

Dedikodudan ve yalandan uzak duracaksın.

 

Düşüncelerinde bile arzularının temiz olmasına

dikkat edeceksin.

 

Başkalarının malına göz dikmeyecek,

namussuzca elde etmeye çalışmayacaksın.

 

 

 

İKİNCİ ANABÖLÜM

On emir

 

“Hocam, ne yapmalıyım…?”

 

2052 “Hocam, sonsuz yaşama kavuşmak için nasıl bir iyilik yapmalıyım?” Kendisine böyle bir soru soran genç adama İsa önce Tanrı’yı “tek İyi olan” ve her türlü iyiliğin kaynağı eşsiz İyilik olarak kabul etmenin zorunluluğundan söz ediyor. Sonra İsa ona, “Yaşama kavuşmak istiyorsan, Tanrı’nın buyruklarını yerine getir” diyor. Benzerini sevmekle ilgili buyrukları kendisine soru soran kişiye sıralıyor: “Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin.” İsa pozitif bir biçimde bu buyrukları özetliyor: “Benzerini kendin gibi seveceksin” (Mt 19, 16-19).

 

2053 Bu birinci cevaba bir ikincisi ekleniyor: “Mükemmel olmak istersen, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olacaktır. Sonra gel, beni izle” (Mt 19, 21). Bu cevap birincisini geçersiz kılmaz. Mesih İsa’yı izleme buyruklarının gerçekleştirilmesini içerir. Yasa geçersiz kılınmamıştır,1 ama insan Yasayı, onun mükemmel gerçekleşmesi olan Efendisinin Kişiliğinde yeniden bulmaya çağrılmıştır. Sinoptik üç İncil’de, İsa’nın zengin genç adama, mürit itaatkârlığı ile buyrukları yerine getirerek kendisini izlemesi için yaptığı çağrısı yoksul ve iffetli olma çağrısı ile bir benzerlik göstermektedir.2 İncil öğütleri buyruklarla ayrılmaz bir bütün oluşturur.

 

2054 İsa On emir’i yeniden ele aldı, onlara onların içinde etkili olan Ruhun gücünü verdi. İsa “din bilginleriyle Ferisilerinkini kat kat aşan” (Mt 5, 20), hatta putperestlerinkini aşan3 bir adalet vaaz etti. Buyrukların bütün gereklerini açtı. “Atalarınıza ne denildiğini duydunuz: Adam öldürmeyeceksin… Ama ben size diyorum ki, kardeşine karşı öfkelenen her kişi yargılanmayı hak edecek” (Mt 5, 21-22).

 

2055 Kendisine “Kutsal Yasanın en önemli buyruğu nedir?” (Mt 22, 36) diye sorduklarında İsa şu karşılığı verdi: “Tanrın olan Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin; işte ilk ve en önemli buyruk budur. İlkine benzeyen ikinci buyruk da şudur: Benzerini kendin gibi seveceksin. Bütün Kutsal Yasa ve peygamberlerin sözleri bu iki buyruğa dayanır”1 (Mt 22, 37-40). On Emrin Yasanın tamamlanması olan sevginin bu çift ve tek buyruğunun ışığı altında yorumlanması gerekir:

 

“Zina etmeyeceksin, adam öldürmeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın, başkasının malına göz dikmeyeceksin” buyrukları ve bundan başka ne buyruk varsa şu şekilde özetlenir: “Benzerini kendin gibi seveceksin”: Sevgi benzerine zarar vermez. Bu nedenle sevgi Kutsal Yasa’nın yerine getirilmesidir (Rom 13, 9-10).

 

Kutsal Kitap’ta On emir

 

2056 “On emir” sözcüğü harfi harfine “on söz” demektir (Çık 34, 28; Tes 4, 13; 10, 4). Bu “on sözü” Tanrı kutsal dağda halkına açınladı. Onları Musa2 tarafından yazılmış öteki buyruklardan farklı olarak “kendi Parmağıyla” yazdı (Çık 31, 18; Tes 5, 22). İşte bu nedenle bunlar çok özel anlamda Tanrı’nın sözleridir. Bu sözler bize Çıkış3 ve Tesniye4 kitabıyla gelmiştir. Eski Ahit’teki kutsal kitaplar bu “on söze”5 göndermede bulunuyorlardı, bu sözler ancak Yeni Antlaşma’da Mesih İsa’da tam anlamıyla açınlanacaklardır.

 

2057 On emir önce Eski Antlaşma’nın ortasında Tanrı’nın büyük kurtarıcı olayı olan Çıkış bağlamında anlaşılmalı. Negatif buyruklar, yasaklar ya da pozitif buyruklar (Babana anana saygı göster gibi) olarak formüle edilmiş olsalar da “on söz” günah köleliğinden kurtulmuş bir yaşamın koşullarını belirler. On emir bir yaşam yoludur:

 

“Tanrı’yı seversen, onun yolunda yürürsen, onun emirlerini ve kanunlarını ve hükümlerini tutarsan, yaşayacaksın ve çoğalacaksın” (Tes 30, 16).

 

On Emrin bu kurtarıcı gücü örneğin gerek yabancılar gerek köleleri de kapsayan sept günü dinlenmesiyle ilgili buyruğunda ortaya çıkıyor.

 

Yaban ellerde köle durumunda olduğunuzu ve Tanrın Rab’bin sizi oradan güçlü eliyle ve uzanmış koluyla çıkardığını unutmayın (Tes 5, 15).

 

2058 “On söz” Tanrı Yasasını özetler ve ilân eder: “Rab bu sözleri dağda toplandığınız zaman söyledi. Ateşin, bulutun ve koyu karanlığın içinden güçlü bir sesle konuştu. Buna başka bir şey eklemedi ve bunları iki taş levha üzerine yazdı ve onları bana verdi” (Tes 5, 22). İşte bu nedenledir ki, bu iki taş levhaya “Tanıklık” denir (Çık 25, 16). Bu taş levhalar Tanrı ile halkı arasında yapılmış antlaşmanın hükümlerini içerir. Bu “Tanıklık levhaları”nın (Çık 31, 18; 32, 15; 34, 29) sandukanın içine konulması gerekmektedir (Çık 25, 16; 40, 1-2).

 

2059 “On söz” bir teofaninin (“Dağda, ateşin ortasında Rab yüz yüze konuştu”: Tes 5, 4) bağrından Tanrı tarafından söylendi. On söz Tanrı’nın kendisini açınlaması ve yüceliğiyle ilgilidir. Tanrı verdiği emirlerde kendisini ve kutsal iradesini armağan etmektedir. Tanrı iradesini bildirerek halkına kendisini açınlamış oluyor.

 

2060 Buyrukların ve Yasanın armağan olarak verilmesi Tanrı’nın kendininkilerle yapmış olduğu antlaşmanın bir parçasıdır. Çıkış Kitabına göre “on sözün” açınlanması antlaşma teklifi1 ile sonucu2 arasında halkın Rab’bin söylediklerini yapmayı kabul etmesiyle gerçekleşti (Çık 24, 7). On emir ancak Antlaşma anımsatıldıktan sonra iletildi (“Rab Tanrımız bizimle Horeb’de antlaşma yaptı” (Tes 5, 2).

 

2061 Buyruklar tam anlamlarını antlaşmanın içinde bulurlar. Kutsal Kitaba göre, insanın ahlâki yaşamı gerçek anlamını antlaşma içinde ve antlaşma sayesinde bulur. “On sözün” birincisi Tanrı’nın halkına olan ilk sevgisini anımsatır:

 

Günahın cezası olarak, insanın cennet özgürlüğünden bu dünyanın köleliğine geçmiş olması nedeniyle, On emir’in ilk cümlesi, Tanrı’nın ilk sözü özgürlük üzerinedir: “Seni Mısır topraklarından, köle evinden çıkaran Tanrın Rab ben’im”3 (Çık 20, 2; Tes 5, 6).

 

2062 Asıl buyruklar ikinci etapta gelir; antlaşma tarafından hükme bağlanan Tanrı’ya ait olma zorunluluklarından söz ederler. Ahlâklı yaşantı Rab’bin sevecen girişimine cevaptır. Tanrı’ya minnettarlık, saygı ve şükran kültüdür. Tanrı’nın tarihte öngördüğü tasarısına katılmaktır.

 

2063 Tanrı ile insan arasındaki antlaşma ve diyalog gösteriyor ki, Tanrı buyruk verici birinci kişi olarak (Ben Rab…) daima ikinci kişiye hitap ediyor (“Sen…”). Tanrı’nın bütün buyruklarında kendisine bir şey gönderileni temsil eden, tekil kişi adılıdır. Bütün halka olduğu kadar Tanrı kendi iradesini özellikle herkese ayrı ayrı bildirmektedir:

 

Rab insandan İnsanın Tanrı gözünde haksız ve alçak duruma düşmemesi için Tanrı’ya karşı sevgi ve benzerine karşı adalet göstermesini istemektedir. Böylece Tanrı On emir’le insanı kendi dostu ve benzeriyle tek bir yürek olmaya hazırlıyordu. (…) On Emrin sözleri biz Hıristiyanlar arasında da aynen kalmaktadır. Ortadan kaldırılmaları bir yana Rab’bin beden alarak gelmesi ile daha da büyüdü ve geliştiler.1

 

Kilise Geleneğinde On emir

 

2064 Kilise Geleneği Kutsal Kitaba sadık kalarak ve İsa’yı örnek alarak On Emre gereken önemi ve değeri vermiştir.

 

2065 On emir A. Augustinus’tan beri inanlıların ve vaftiz olacakların dinsel eğitiminde ilk sırayı almıştır. XV. yüzyılda On Emrin kurallarını kolay akılda tutacak şekilde ve kafiyeli olarak formüle etmek bir alışkanlık olmuştur. Bugün bu formüller kısmen de olsa kullanılıyor. Kilise din eğitimi kitapları Hıristiyanlık ahlâkını “on emrin” sırasını izleyerek gözler önüne sermişlerdir.

 

2066 Buyrukların sıralanması ve bölümlere ayrılması tarih boyunca değişiklik göstermiştir. Elinizdeki din ve ahlâk kitabı Katolik Kilisesi’nde gelenekselleşmiş buyrukların A. Augustinus tarafından yapılan bölümlere ayrılmasını temel almıştır. Bu aynı zamanda Lütercihlerin kabul ettiği şekildir. Yunanlı Kilise Babaları Ortodoks Kiliselerinde ve reforma tabi tutulmuş cemaatlerde rastlanılan biraz değişik bir bölme tarzını kabul etmişlerdir.

 

2067 On emir Tanrı sevgisi ile insan sevgisi üzerinde yoğunlaşıyor. İlk üç emir daha çok Tanrı sevgisiyle ilgilidir, diğer yedi emir de benzerini sevmekle ilgilidir.

 

Sevgi, Rab’bin bütün Kutsal Yasa’yı ve Peygamberleri kapsadığını söylediği iki buyruktan ibaret olduğu gibi (…) on emir de iki levhadan oluşuyor. Üç buyruk bir levhaya diğer yedisi de diğer levhaya yazılmıştır.2

 

2068 Trento Konsili, On Emrin Hıristiyanlarca yerine getirilmesi zorunludur, hatta aklanmış insan da bunları yerine getirmek zorundadır diyor.3 II. Vatikan Konsili de bunu teyit ediyor: “Havarilerin halefleri olan episkoposlar Rab’den (…) bütün insanlar, imanla, Vaftizle ve buyrukları yerine getirmeyle esenliğe kavuşsunlar diye bütün ulusları eğitme ve her yaratığa İncil’i bildirme misyonunu almışlardır.”1

 

On Emrin bütünlüğü

 

2069 On emir ayrılmaz bir bütün oluşturur. Her “söz” diğer sözlerin her birine ve bütününe atıfta bulunur; birbirlerini karşılıklı olarak zorunlu kılmaktadırlar. İki levha da birbirini karşılıklı olarak aydınlatır; organik bir bütün oluşturur. Bir buyruğu ihlâl etmek bütün diğerlerini ihlâl etmek anlamına gelir.2 Yaradanı Tanrı’yı yüceltmeden başkasına saygı gösterilemez. Yarattığı bütün insanları sevmeden Tanrı’ya tapılamaz. On emir insanın toplum yaşamı ile dinsel yaşamını bütünleştirir.

 

On emir ve doğa yasası

 

2070 On emir Tanrı’nın vahyidir. On emir bize aynı zamanda insanın gerçek insanlığını öğretir. On emir insanın temel görevlerini yani, dolaysız olarak, insanın kişiliğinden ayrılmaz olan temel haklarını gün ışığına çıkartır. On emir “doğa yasasının” özel bir ifadesini içerir:

 

Tanrı başlangıçtan beri doğa yasasının kurallarını insan yüreğine kazıdı. Önceleri onları ona anımsatmakla yetindi. Bu On emir’ dir.3

 

2071 Her ne kadar akılla bulunabilir olsalar da, On Emrin kuralları vahyedildi. Doğa yasasının zorunluluklarının belirli ve tam bir bilgisine erişmek için günahkâr insanlığın bu vahye ihtiyacı vardı:

 

Günah durumunda aklın kararması ve iradenin sapması nedeniyle On Emrin tam bir açıklaması gerekli olmuştur.4

 

Bizler Kilise’de bize sunulan On Emri etik vicdanımızın sesiyle ve Tanrısal vahiyle biliyoruz.

 

On Emrin zorunluluğu

 

2072 Madem ki insanın Tanrı’ya ve insanlara olan temel görevlerini ifade ediyor, On emir

kendi üstün içerikleriyle ciddi zorunluluklar getirirler. Değişmezler, her yerde ve her zaman geçerlidirler. Hiç kimse bundan kaçınamaz. On emir Tanrı tarafından insan yüreğine kazınmıştır.

 

2073 Buyruklara itaat, kendiliğinden daha hafif zorunlulukları da beraberinde getirir. Sözle hakaret etmek beşinci buyruk tarafından yasaklanmıştır, ancak ciddi bir kusur olabilmesi onu söyleyen insanın niyeti ve içinde bulunduğu duruma göre mümkündür.

 

“Bensiz hiçbir şey yapamazsınız”

 

2074 İsa şöyle diyor: “Ben asmayım, siz çubuklarsınız. Bende kalan ve benim kendisinde kaldığım kişi çok meyve verir; çünkü bensiz hiçbir şey yapamazsınız” (Yu 15, 5). Burada söz edilen meyve Mesih’le olan verimli bir yaşamın kutsallığıdır. Mesih İsa’ya inanıyorsak, gizlerine katılalım ve buyruklarını yerine getirelim, o zaman Kurtarıcının bizzat kendisi bizde Babasını ve kardeşlerini, Babamızı ve kardeşlerimizi sevmeye gelir. Kutsal Ruh sayesinde kişiliği davranışımızın içsel ve canlı kuralı olur. “Benim buyruğum şudur: Sizi sevdiğim gibi birbirinizi sevin” (Yu 15, 12).

 

ÖZET

 

2075 “Sonsuz yaşama kavuşmak için nasıl bir iyilik yapmalıyım?” - “Yaşama kavuşmak istersen buyrukları yerine getir” (Mt 19, 16-17).

 

2076 İsa vaazlarıyla ve pratikteki uygulamalarıyla On Emrin sürekliliğini doğruladı.

 

2077 On Emrin armağanı Tanrı ile halkı arasında yapılan antlaşmanın içerisinde verilmiştir. Tanrı’nın buyrukları gerçek anlamını bu antlaşma içinde ve bu antlaşma sayesinde bulur.

 

2078 Kilise Geleneği Kutsal Kitaba sadık kalarak ve İsa’yı örnek alarak On Emre gereken önemi ve değeri vermiştir.

 

2079 On emir her “sözün” ya da “buyruğun” bütüne atıfta bulunduğu organik bir bütün oluşturur. Buyruklardan birini ihlâl etmek bütün Yasayı ihlâl etmek demektir.1

 

2080 On emir doğa yasasının özel bir ifadesini içerir. Bu bizce Tanrısal vahiyle ve insan aklıyla bilinir.

 

2081 On emir temel içeriği nedeniyle ciddi zorunluluklar bildirir. Bununla birlikte, bu kurallara itaat, kendiliğinden daha hafif zorunlulukları da beraberinde getirir.

 

2082 Tanrı buyurduğunu nuruyla mümkün kılar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

“Tanrın olan Rab’bi bütün yüreğinle, bütün ruhunla ve bütün aklınla seveceksin”

 

2083 İsa insanın Tanrı’ya olan görevini şu sözle özetledi: “Tanrın olan Rab’bi bütün yüreğinle, bütün ruhunla ve bütün aklınla seveceksin”1 (Mt 22, 37). Bu buyruk hemen şu görkemli çağrıyı çağrıştırıyor: “Dinle İsrail: Rabbimiz Tanrı tektir” (Tes 6, 4).

 

İlk önce Tanrı bizleri sevmiştir. Tek Tanrı sevgisi “on sözün” ilkinde anımsatılıyor. Buyruklar daha sonra insanın Tanrısına nasıl sevgi duyması gerektiğini kesin olarak açıklıyor.

 

1. KONU

 

Birinci emir

 

Seni Mısır ülkesinden, esirlik evinden çıkaran Tanrın Rab ben’im. Karşımda başka ilâhların olmayacak. Kendin için oyma put, yukarda, göklerde olanın ya da yerin altında sularda olanın asla suretini yapmayacaksın; onlara secde etmeyecek ve onlara ibadet etmeyeceksin2 (Çık 20, 2-5).

 

“Tanrın olan Rab’be tapacak ve yalnız Ona kulluk edeceksin” diye yazılmıştır (Mt 4, 10).

 

I. “Tanrın olan Rab’be tapacak ve

      Ona kulluk edeceksin”

 

2084 Tanrı, “Seni Mısır ülkesinden, esirlik evinden çıkardım” diye hitap ettiği halkın tarihinde herşeye kadir, teveccühlü ve kurtarıcı eylemlerini anımsatarak kendisini tanıtıyor. İlk söz Yasa’nın ilk buyruğunu içeriyor: “Tanrın olan Rab’be tapacak ve Ona kulluk edeceksin. (…) Başka ilâhların ardından yürümeyeceksin” (Tes 6, 13-14). Tanrı’nın ilk ve haklı çağrısı insanın kendisini kabul ederek tapmasıdır.

 

2085 Gerçek ve tek Tanrı yüceliğini ilk İsrail’e açınlıyor.1 İnsanın çağrıldığı görev ve insan gerçeği Tanrı’nın vahyine bağlıdır. İnsanın “Tanrı’nın benzeri ve suretinde” olan yaratılışına uygun davranışıyla Tanrı’yı açığa vurma görevi vardır:

 

Tryphon, yüzyıllar boyunca, evreni yaratan ve düzenleyen Tanrı’ dan başka Tanrı olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak. Bizim Tanrımızın sizinkinden farklı olduğunu düşünmüyoruz. “Uzanmış kolu ve güçlü eli” ile atalarınızı Mısır’dan çıkaran Tanrı’yla aynı Tanrı’dır. Umudumuzu başkasına değil, sizin İbrahim’in, İzak’ın ve Yakub’un Tanrısına bağladık.2

 

2086 Buyrukların birincisi imanı, umudu ve sevgiyi kapsar. Tanrı denildiğinde, gerçekte değişmeyen, sebatlı, hep aynı kalan, sadık, son derece adil bir varlık anlaşılır. Buradan da doğal olarak Onun Sözlerini kabul etmemiz ve Ona tam olarak inanmamız ve güvenmemiz gerektiği sonucu çıkar. O Herşeye Kadirdir, esirgeyici ve sonsuz derecede lütufkârdır. Kim Ona tüm umudunu bağlamaz ki? Bize akıttığı sevgi ve iyilik hazinelerini gördükten sonra kim onu sevmezlik edebilir? Tanrı emir ve buyruklarının gerek başında gerekse sonunda şu sözü ekliyor: “Ben Rab’bim.”3

 

İman

 

2087 Ahlâki yaşamımız kaynağını, sevgisini bize açınlayan Tanrı’ya olan imandan alır. A. Paulus birinci zorunluluk olarak “imana itaatten” (Rom 1, 5; 16, 26) söz ediyor. Tanrı’yı bilmemenin bütün ahlâki sapmaların temeli ve açıklaması olduğunu göstermeye çalışıyor.4 Tanrı’ya olan görevimiz Ona inanmak ve Ona tanıklık etmektir.

 

2088 Birinci buyruk bizden imanımızı beslememizi ve onu dikkatle, ihtiyatla korumamızı ve ona karşı gelen her şeyi reddetmemizi ister. İmana karşı günah işlemenin birçok çeşidi vardır:

 

İsteyerek kuşku duymak; Tanrı’nın açınladığı ve Kilise’nin bize inanmamız için sunduğu şeylerin gerçek olduğunu reddetmek ya da buna önem vermemektir. İstemeden kuşku duymak; inanmakta tereddütü, imanla bağlantılı itirazları ya da bunun karanlığının uyandırdığı korkuyu aşmak zorluğudur. Kasten körüklenirse kuşku akıl körlüğüne götürebilir. Dinsapkınlığı; Vaftiz olduktan sonra, Tanrısal ve Katolik bir imanla inanılması gereken bir gerçeği ısrarla reddetmek ya da bu gerçekten ısrarla kuşku duymaktır. Dinden dönme; Hıristiyanlık inancını hepten reddetmek demektir. Hizip ise; Papa’ya itaati reddetmek ya da ona tabi olan Kilise üyeleriyle birlik olmayı reddetmek demektir.1

 

2089 İnançsızlık; açınlanmış gerçeği ihmal ya da ona isteyerek onay vermeyi reddetmektir.

 

Umut

 

2090 Tanrı kendini açınladığı ve insanı çağırdığı zaman, insan kendi gücüyle bu Tanrısal sevgiye tam olarak karşılık veremez. İnsan Tanrı’dan kendisini sevecek yeteneği kendisine vereceğini umut etmeli ve sevginin buyruklarına göre davranmalıdır. Umut Tanrı’nın mutlu görüntüsünü ve Tanrısal kutsamayı güvenle beklemektir; umut aynı zamanda Tanrı sevgisini incitme ve cezayı üzerine çekme korkusudur.

 

2091 Birinci buyruk umuda karşı olan umutsuzluk ve cüretkârlık günahlarıyla da ilgilidir:

Umutsuzlukla insan Tanrı’dan gelecek kişisel esenliğinden, bu esenliğe götürecek yardımlardan ve günahlarının bağışlanacağından umudu keser. Tanrı’nın İyiliğinden, Adaletinden, Bağışlayıcılığından umudu keser; oysa Tanrı vaatlerinde sadıktır.

 

2092 İki çeşit cüretkârlık vardır: Ya insan gereğinden çok kendi yeteneklerine güvenir (yukardan yardım olmadan kurtulabileceğini sanır), ya da insan Tanrı’nın bağışlayıcılığına ve Herşeye Kadirliğine güvenir (hak etmeden mutluluğu ve dine dönmeden bağışlanmayı elde edeceğini umut eder).

 

Sevgi

 

2093 Tanrı sevgisine olan inanç Tanrısal sevgiye dürüst bir sevgiyle karşılık verme zorunluluğunu ve çağrısını kapsar. Birinci buyruk bize Tanrı’yı her şeyin üstünde sevmeyi ve bütün yaratıkları da Onun için ve Onun sayesinde sevmeyi buyurur.2

 

2094 Tanrı sevgisine karşı çeşitli bakımlardan günah işlenebilir. Kayıtsızlık Tanrı sevgisini dikkate almayı bulundurmayı reddeder ya da ihmal eder; gücünü inkâr eder ve inceliğini kabul etmez. Nankörlük Tanrı sevgisini tanımayı ve sevgiye karşı sevgiyle karşılık vermeyi reddeder ya da es geçer. İsteksizlik Tanrı sevgisine karşılık vermeyi ihmal etmek ya da terreddüt etmek demektir, sevgi hareketine katılmayı reddetmeyi de kapsayabilir. Akedia ya da tinsel tembellik, işi Tanrı’dan gelen sevinci reddetmeye ve Tanrısal iyiliği iğrenç bulmaya kadar götürür. Tanrı nefreti gururdan ileri gelir. İyiliğini inkâr ettiği Tanrı sevgisine karşı çıkar ve Onu günahları yasaklayan ve cezalar yağdıran kişi olarak lanetler.

 

II. “Yalnız Ona kulluk edeceksin”

 

2095 İman, umut ve sevgi gibi Tanrısal erdemler ahlâki erdemleri bilgilendirir ve yaşatır. Böylece, sevgi yaratıklar olarak Tanrı’ya haklı bir şekilde borçlu olduğumuzu vermeye iteler. Din erdemi [virtus religionis] bizi bu tutuma hazırlar.

 

Tapınma

 

2096 Din erdeminin birinci eylemi tapınmadır. Tanrı’ya tapmak, Onu Tanrı olarak, Yaratıcı ve Kurtarıcı olarak, var olan her şeyin Rab’bi ve Efendisi olarak, sonsuz ve bağışlayıcı Sevgi olarak kabul etmek demektir. İsa Tesniye’den alıntı yaparak (Tes 6, 13) “Tanrın olan Rab’be tapacak, ve yalnız Ona kulluk edeceksin” (Lk 4, 8) diyor.

 

2097 Tanrı’ya tapmak tam bir saygı ve boyun eğme ile yalnız Tanrı’yla var olan “yaratığın hiçliğini” kabul etmektir. Tanrı’ ya tapmak Magnificat’da Meryem Ana gibi kendini küçülterek Onu yüceltmek, Onu övmek ve Onun büyük işler yaptığını minnet duygusuyla ifade ederek adının kutsal olduğunu söylemektir.1 Tek Tanrı’ya tapmak insanı kendi içine kapanmaktan, günah köleliğinden ve dünyaya tapmaktan kurtarır.

 

Dua

 

2098 Birinci emrin buyurduğu iman, umut ve sevgi eylemleri duada gerçekleşir. Aklımızı Tanrı’ya doğru yükseltmek Tanrı’ya tapınmamızın bir ifadesidir: Övgü, şükran, dilek ve şefaat duaları. Dua Tanrı’nın emirlerini yerine getirmenin gerekli bir koşuludur. “Hiç usanmadan, her zaman dua etmek gerekir” (Lk 18, 1).

 

Kurban

 

2099 Tanrı’ya tapınma, yalvarıp yakarma ve minnet ifadesi olarak kendisiyle birlik olmak için kurban sunmak doğrudur. “Tanrı’nın birliğine girmek ve mutlu olabilmek için yapılan her eyleme gerçek kurban denir.”1

 

2100 Gerçek olabilmesi için dış kurban tinsel kurbanın bir ifadesi olmalıdır: “Benim kurbanım kırgın ruhumdur…” (Mzm 51, 19.) Eski Antlaşma’daki peygamberler içten katılım olmadan2 ya da hemcins sevgisi3 ile bağı olmadan yapılan kurbanları geçersiz saymışlardır. İsa Hoşe Peygamberin “Ben kurban değil merhamet isterim”4 (Mt 9, 13; 12, 7) sözünü anımsatıyor. Tek kusursuz kurban Mesih’in Haç üzerinde Babanın sevgisine ve esenliğimiz için sunmuş olduğu kurbandır.5 Onun kurbanına katılarak yaşamımızı Tanrı’ya bir kurban olarak sunabiliriz.

 

Vaatler ve adaklar

 

2101 Hıristiyan birçok durumda Tanrı’ya vaatlerde bulunmaya çağrılmıştır. Vaftiz, Vaftizi Pekiştirme, Evlilik ve Ruhbanlık bu tür vaatlerle ilişkilidir. Bir Hıristiyan kişisel olarak da Tanrı’ya şu eylemi, şu duayı, şu sadakayı, şu hacı, vb. yapmayı vadedebilir. Tanrı’ya verilen sözlere sadık kalmak Tanrısal Majestelerine olan saygının ve sadık Tanrı’ya olan sevginin bir ifadesidir.

 

2102 “Adak, yani din uğruna gerçekleştirilmesi gereken mümkün en iyi iyilik, özgürce ve isteyerek verilen sözdür.”6 Adak Hıristiyanların Tanrı’ya kendisini sunduğu ya da Tanrı’ya iyi bir iş yapacağının sözünü verdiği bir dindarlık eylemidir. Adaklarını gerçekleştirerek de Tanrı’ya verilen sözleri yerine getirmiş olur. Havarilerin İşleri kitabında A. Paulus’un adadığı adakları yerine getirme konusunda kaygılı olduğunu görmekteyiz.7

 

2103 Kilise İncil Öğütlerini yaşama geçirme konusunda adakları örnek olarak görmektedir:8

 

Anamız Kilise bağrında, Kurtarıcının kendini silişini daha açık bir biçimde ortaya çıkarmak ve Onu daha yakından izlemek için Tanrı’nın evlatlarının özgürlüğüyle yoksulluğu kabul eden ve kendi iradelerini reddeden kısacası mükemmel olmak için ve itaatkâr Mesih’e tam olarak benzemek için Tanrı uğruna bir insana tabi olan çok sayıda erkek ve kadının bulunmasından mutluluk duyar.1

 

Bazı durumlarda Kilise bazı nedenlerden dolayı insanları vaatlerinden ve içtikleri andlarından bağışık tutabilir.2

 

Dinin toplumsal görevi ve dinsel özgürlük hakkı

 

2104 “Bütün insanlar gerçeği aramakla yükümlüdürler, özellikle de Tanrı’yı ve Kilise’yi ilgilendiren konularda; gerçeği bulunca da onu kucaklamak ve ona sadık kalmakla yükümlüdürler.”3 Bu yükümlülük “insanların doğasından”4 gelir. Bu, ne genelde bütün insanları aydınlatan5 bir gerçek ışınını beraberinde getiren çeşitli dinlere duyulması gereken “dürüst saygı”ya, ne de inanç bilgisizliği6 ve hata içinde bulunanlara karşı Hıristiyanların sabırla, ihtiyatla ve sevgiyle yaklaşmasını isteyen sevme zorunluluğuna ters düşer.

 

2105 Tanrı’ya gerçek bir kült sunma görevi insanı gerek bireysel gerek toplumsal olarak ilgilendirir. “Bu, insanların ve cemaatlerin gerçek dine ve Mesih’in biricik Kilisesine olan ahlâki görevi konusunda geleneksel Katolik doktrinidir.”7 Kilise durmadan İncil’i bildirerek “insanların içinde yaşadıkları cemaat yapılarının, yasalarının, örf ve adetlerinin ve mantalitelerinin Hıristiyan ruhunu almasına çalışır”8. Hıristiyanların toplumsal görevi her insanda gerçek ve iyilik sevgisini uyandırmak ve ona saygı göstermektir. Onlardan Havarisel ve Katolik Kilise mevcut olan tek gerçek din kültünü tanıtmalarını ister.9 Hıristiyanlar dünyanın ışığı olmaya çağrılmışlardır.10 Kilise böylece Mesih’in krallığını bütün yaratıklar ve özellikle de insan toplulukları üzerinde ortaya koymaktadır.11

 

2106 “Dini açıdan hiç kimse vicdanına karşı davranmaya zorlanamaz, ne de, üstü kapalı ya da açık olarak, tek ya da başkaları ile birlikte haklı sınırlar içinde vicdanını izlemesine engel olunamaz.”12 Bu hakkın temeli insan onurunun geçici düzeni aşan Tanrısal gerçeğe özgürce katılmasını sağlayan insan kişiliğinin doğasına dayanır. Bunun içindir ki bu hak “gerçeği arama ve ona katılma zorunluluğunu yerine getirmeyenlerde bile sürmektedir”1.

 

2107 “Bir halkın içinde bulunduğu özel durum nedeniyle kentin adil düzeni içinde bir dinsel topluluğa özel sivil bir hak tanınıyorsa, aynı zamanda bütün yurttaşlara ve bütün dinsel cemaatlere de dini konularda özgürlük hakkı tanınması ve buna saygı gösterilmesi gerekir.”2

 

2108 Dinsel özgürlük hakkı ne ahlâki hataya yapışma hakkı3 ne de hata yapma hakkına inanmaktır,4 ama kişinin doğal vatandaşlık hakkıdır, kısacası, dini konularda adil sınırlar içinde politik iktidarın dış baskılarına karşı dokunulmazlığı vardır. Bu doğal hakkın bir vatandaşlık hakkı olarak toplumun hukuk düzeninde de kabul görmesi gerekir.5

 

2109 Dinsel özgürlük hakkı ne kendiliğinden sınırsızlaştırılabilir6 ne de sadece pozitivist ve natüralist görüşlü bir “kamu düzeni”yle sınırlandırılabilir.7 Bu hakkın özünde olan adil sınırların her toplumsal durum için sivil otorite tarafından kamu yararının gereklerine göre ve “objektif ahlâk düzenine uygun hukuk kurallarına” göre politik bir özenle belirlenmesi gerekir.8

 

III. “Karşımda başka ilahların olmayacak”

 

2110 Birinci buyruk halkına kendisini açınlayan tek Tanrı’ dan başka ilahlara saygı gösterilmesini yasaklar. Dinsizliği ve boşinancı yasaklar. Boşinanç bir bakıma aşırı bir din sapkınlığını gösterir; dinsizlik ise din erdeminin eksikliğinden ortaya çıkan dine aykırı bir kötülüktür.

 

Boşinanç

 

2111 Boşinanç dinin zorunlu kıldığı dini duygu ve uygulamalardaki sapmadır. Boşinanç gerçek Tanrı’ya sunduğumuz kültü de etkileyebilir. Örneğin bazı meşru ya da gerekli uygulamalara büyülü önem atfedildiğinde. Etkinliğini yalnız duanın ya da sırların işaretlerinin zorunlu kıldığı iç durumların dışında özdekliğine bağlamak boşinanca düşmek demektir.9

 

Puta tapma

 

2112 Birinci buyruk çoktanrılığı yasaklar. İnsanlardan Tanrı’dan başka tanrılara inanılmamasını, Tek olandan başka ilahlara saygı gösterilmemesini ister. Kutsal Kitap’ta sık sık “putları, altın ya da gümüşü, insan eliyle yapılmış eserleri” reddetmekten söz edilir, “bu putlar ağızları olduğu halde konuşamazlar, gözleri olduğu halde göremezler”… Bu boş putlar boş insanlar yaratırlar: “Onları yapanlar ve tüm onlara güvenenler onlara benzeyecektir”1 (Mzm 115, 4-5. 8). Tanrı ise, tersine, yaşatan ve tarihe müdahale eden “canlı bir Tanrı’dır” (Yeşu 3, 10; Mzm 42, 3, vb.).

 

2113 Puta tapmak yalnız putperestliğin yanlış kültleriyle ilgili bir şey değildir. İmanın sürekli ayartması olarak kalmaya devam eder. Puta tapmak Tanrı olmayanı tanrılaştırmaktan ibarettir. Kişi Tanrı yerine başka bir yaratığa saygı gösterip tapıyorsa, bu ister ilah ister şeytan (örneğin satanizm), iktidar, zevk, ırk, atalar, devlet, para vb. olsun bunda puta taparlık vardır. İsa, “Hem Tanrı’ya hem de Mammon’a (paraya) tapamazsınız” (Mt 6, 24) diyor. Birçok insan “Canavara”2 tapmadığı hatta yalandan da olsa kültünü icra etmediği için dinşehidi oldu. Puta taparlık Tanrı’nın tek Rab olduğunu kabul etmez; şu halde puta taparlık Tanrı’nın birliği ile bağdaşamaz.3

 

2114 İnsan yaşamı tek Tanrı’ya taparak birliğe gider. Tek Rab’be tapmayı buyuran buyruk insanı sadeleştirir ve onu sonsuz bir parçalanmadan kurtarır. Puta taparlık insanın içindeki dinsel duygunun bir sapmasıdır. Puta taparlık kişinin içindeki “tahribi imkânsız Tanrı kavramını Tanrı’dan başka herhangi bir şeye aktarmasıdır”4.

 

Kâhinlik ve büyücülük

 

2115 Tanrı geleceği peygamberlerine ya da başka azizlere açınlayabilir. Bununla birlikte Hıristiyanın doğru tutumu gelecekle ilgili her şeyi güvenle İlahi Takdirin ellerine bırakmak ve bu konudaki sağlıksız her türlü meraktan vazgeçmek olmalıdır. Bu konuda basiretsizlik göstermek bir sorumsuzluktur.

 

2116 Her türlü kâhinlik biçimleri reddedilmelidir: Şeytana ya da cinlere başvurmak, ölüleri çağırmak ya da yanlış olarak gelecek üzerindeki “örtüyü kaldırdığı” farz edilen uygulamalara girmek.1 Yıldız falı, astroloji, el falı, kehanet ve talih yorumları, ileriyi görme fenomenleri, medyumlara başvurma zamana, tarihe ve son olarak da insanlara egemen olmayı, aynı zamanda da gizli güçlerle uzlaşma arzusunu içermektedir. Bunlar yalnız Tanrı’ya göstermemiz gereken sevgili korkuyla karışık saygıya ters düşer.

 

2117 Bütün o kült güçleri hizmetinde kullandığını ve hemcinsine karşı olağanüstü bir güç edindiğini öne süren bütün büyücülük ya da afsunculuk uygulamaları -sağlık bile sağlasa- din erdemine ciddi şekilde ters düşer. Bu uygulamalar başkalarına zarar verme niyetiyle yapılıyorsa ya da cinlerin arabuluculuğuna başvuruyorsa daha da kınanacak niteliktedir. Muska taşımanın da kınanması gerekir. Spritizma çoğu zaman büyücülükle ve kâhinlikle ilgili uygulamaları kullanır. Kilise bu nedenle inanlıları bunlardan kendilerini sakınmaları için uyarır. Normal olarak doktora başvurmak ne kötü güçleri yardıma çağırmayı ne de başkalarının inancını alaya almayı meşru kılar.

 

Dinsizlik

 

2118 Tanrı’nın birinci buyruğu dinsizliğin temel günahlarını reddeder. Bu günahların başında Tanrı’yı sözle ya da eylemle denemeye kalkmak, kutsal şeylere hakaret ve din sömürücülüğü gelir.

 

2119 Tanrı’yı denemeye kalkmak Tanrı’nın iyiliğini ve Herşeye Kadirliğini sözle ya da eylemle denemek demektir. Şeytan işte bu şekilde İsa’nın Tapınaktan aşağı atlamasını isteyerek Tanrı’yı harekete geçmeye zorladı.2 İsa Şeytana şu sözlerle karşı çıktı: “Rab’bin olan Tanrı’yı denemeyeceksin” (Tes 6, 16). Tanrı’yı böyle bir denemeye tabi tutmanın içerdiği meydan okuma Yaratıcımız ve Rabbimize olan güveni ve saygıyı yaralar. Böylesi bir deneme daima Tanrı’nın gücüne, sevgisine ve inayetine olan inanca kuşku katar.3

 

2120 Kutsal şeylere hakaret Kilise sırlarına ve öteki litürjik eylemlere, aynı şekilde Tanrı’ya adanmış insanlara, nesnelere ve yerlere saygısızlık etmek ve onlara yakışıksız davranmaktan ibarettir. Kutsal şeylere hakaret özellikle Efkaristiya’ya karşı işlenmişse büyük bir günah sayılır, çünkü bu Kilise sırrında Mesih Bedeniyle maddi bir şekilde bizim için mevcut kılınmıştır.1

 

2121 Din sömürücülüğü 2 tinsel gerçeklerin satılması ya da satın alınması olarak tanımlanır. Büyücü Simon havarilerin gerçekleştirdikleri tinsel gücü satın almak istiyordu, Petrus ona şu cevabı verdi: “Paran seninle birlikte yerin dibine batsın! Çünkü Tanrı’nın armağanını parayla satın alabileceğini sandın” (Hİ 8, 20). Bu şekilde İsa’nın şu sözüne uymuş oluyordu: “Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin”3 (Mt 10, 8). Tinsel iyiliklere sahip olmak ve onların sahibi ve efendisi gibi davranmak mümkün değildir, çünkü onların kaynağı Tanrı’ dadır. Onları yalnızca Tanrı’dan karşılıksız alabiliriz.

 

2122 “Yetkili otorite tarafından belirlenmiş bağışlar dışında, papaz Kilise sırlarının verilmesi karşılığında bir şey istemeyecektir, özellikle bazı kimselerin yoksullukları nedeniyle Kilise sırlarının yardımından yoksun kalmamalarına daima dikkat edecektir.”4 Yetkili otorite Hıristiyan halkın bu “bağışlarının” Kilise’de hizmet edenlerin gereksinimlerinin karşılanması amacıyla yapılmasını belirlemiştir. “İşçi kendi yiyeceğini hak eder”5 (Mt 10, 10).

 

Ateizm

 

2123 “Çağdaşlarımızın çoğu insanı Tanrı’ya bağlayan yaşamsal ve yakın ilişkinin hiç farkında değil ya da açıkça bunu reddediyor. Öyle ki ateizm zamanımızın en ciddi olgularından biri sayılıyor.”6

 

2124 Ateizm kavramı çok değişik fenomenleri belirtebilir. En yaygın biçimi gereksinimlerini ve özlemlerini zaman ve mekânla sınırlı tutan pratik materyalizmdir. Tanrısız hümanizm ise yanlış olarak “insanın kendisini kendi sonu ve kendi tarihinin tek zanaatçısı ve demiurgos’u olarak görür”7. Çağdaş ateizmin bir başka biçimi insanın kurtuluşunu ekonomik ve sosyal bir kurtuluşa bağlar, “insanın umudunu gelecek bir yaşamın aldatmacası üzerine kurması ve insanı bu nedenle dünyevi kenti kurmaktan alıkoyması nedeniyle din bu kurtuluşa doğası gereği karşı olacaktır”1.

 

2125 Tanrı’nın varlığını reddeden ve bunu kabul etmeyen ateizm din erdemine karşı bir günahtır.2 Bu suçun sorumluluğu niyete ve duruma göre büyük oranda azalabilir. Ateizmin doğuşu ve yayılışında “inanlıların iman eğitimini ihmal ederek, doktrinin aldatıcı ibrazları ile ve kendi dinsel, ahlâki ve toplumsal yaşamlarındaki zayıflıklarıyla bir bakıma Tanrı’nın ve dinin gerçek yüzünü göstermekten çok örtmenin azımsanmayacak payı olduğu gerçektir”3.

 

2126 Ateizm çoğu zaman Tanrı’ya olan bütün bağımlılıkların reddine kadar giden insan otonomisinin yanlış bir telakkisi üzerine kurulur.4 Ama, “Tanrı’yı kabul etmek hiçbir şekilde insan onuruna ters düşmez, çünkü bu onur Tanrı’nın kendisinde kendisini yaratanı ve kendisini tamamlayanı bulur”5. Kilise “ilettiği mesajın insan yüreğiyle bağdaştığını”6 bilir.

 

Agnostisizm (Bilinemezcilik)

 

2127 Agnostisizmin birçok biçimi vardır. Bazı durumlarda, agnostisizm Tanrı’yı reddetmeyi reddeder; tersine ilke olarak açınlanamayan ve hiç kimsenin ne olduğunu bilemeyeceği aşkın bir varlığın var olduğunu ileri sürer. Başka durumlarda da agnostik, Tanrı’nın varlığını kanıtlamanın hatta iddia etmenin ya da inkâr etmenin imkânsız olduğunu belirterek Tanrı’nın varlığı üzerine bir karara varamaz.

 

2128 Agnostisizm bazen Tanrı’yı belirli bir şekilde aramayı içerebilir, ama aynı zamanda bir ilgisizlik, var olmanın asıl sorunu karşısında bir kaçış ve ahlâki vicdanın bir tembelliği de görülebilir. Agnostisizm çoğu zaman uygulamalı ateizmle eşdeğerdir.

 

IV. “Kendin için oyma put yapmayacaksın…”

 

2129 Tanrısal buyruk insan eliyle yapılmış her türlü Tanrı tasvirini yasaklar. Tesniye Kitabı şöyle diyor: “Madem ki, Horeb’de, ateşin içinden Rab sizinle konuştuğu sırada hiçbir şekil görmediniz, o halde fesada saparak herhangi bir şeklin suretinde oyma put yapmayacaksınız…” (Tes 4, 15-16). İsrail’e kendini gösteren tamamen Aşkın Tanrı’dır. “O her şeydir” ama aynı zamanda, “O bütün eserlerinin üzerindedir” (Sir 43, 27-28). O hatta “yaratılmış bütün güzelliklerin kaynağıdır” (Bil 13, 3).

 

2130 Bununla birlikte, Eski Ahit’ten beri, Tanrı cisimlenmiş Kelâm aracılığıyla esenliğe simgesel olarak götüren resimlerin yapılmasına izin vermiş ya da buyurmuştur: Tunçtan yılan,1 Antlaşma sandukası ve kerübinler.2

 

2131 Yedinci Ökümenik İznik Konsili (787) cisimlenmiş Kelâm’ın gizine dayanarak ikona düşmanlarına karşı ikona kültünü savundu: Mesih İsa’nın, Meryem Ana’nın, meleklerin ve bütün azizlerin ikonalarının yapılması kabul edildi. Tanrı’ nın Oğlu insan bedenini alarak yeni bir resim “Ekonomisi”ni (esenlik düzenini) başlatmış oldu.

 

2132 Hıristiyan ikona kültü putları yasaklayan birinci buyruğa aykırı değildir. Nitekim, “bir ikonaya verilen onur özgün modele yapılmış olur”3 ve “bir ikonaya saygı gösteren herhangi biri o ikonada betimlenen kimseye saygı göstermiş olur”4. Kutsal ikonalara gösterilen onur yalnız Tanrı’ya gösterilmesi gereken bir tapınma değil, ama “saygıdeğer bir saygı” işaretidir:

 

Din kültü ikonalara gerçekmişler gibi değil de bizleri cisimlenmiş Tanrı’ya götüren resimler olarak bakar. İkonaya başvurma hareketi ikonanın üzerindeki resimde takılıp kalmaz, o ikonanın temsil ettiği gerçeğe yönelir.5

 

ÖZET

 

2133 “Tanrın olan Rab’bi, bütün yüreğinle, bütün ruhunla ve bütün gücünle seveceksin” (Tes 6, 5).

 

2134 Birinci buyruk insanı Tanrı’ya inanmaya, Ona umut bağlamaya ve Onu her şeyin üzerinde sevmeye davet eder.

 

2135 “Tanrın olan Rab’be tapacaksın” (Mt 4, 10). Tanrı’ya tapmak, Ona ibadet etmek, Ona yaraşır bir kült sunmak, Ona yapılan vaatleri ve adakları yerine getirmek birinci buyruğa olan itaatten çıkan din erdeminin eylemleridir.

 

2136 Tanrı’ya gerçek bir kült sunmak insanı bireysel ve toplumsal olarak ilgilendirir.

 

2137 İnsan, “dininin gereklerini gerek özel, gerek açıkça yerine getirebilmelidir”1.

 

2138 Boşinanç gerçek Tanrı’ya sunduğumuz kültün bir sapmasıdır. Çeşitli büyücülük ve kâhinlik biçimlerinde kendini gösterir.

 

2139 Tanrı’yı sözle ya da eylemle denemeye kalkmak, kutsal şeylere hakaret etmek, din sömürücülüğü yapmak birinci buyruğun yasakladığı dinsizlik günahlarıdır.

 

2140 Tanrı’nın varlığını reddettiği ve bir kenara attığı için ateizm birinci buyruğa karşı işlenmiş bir günahtır.

 

2141 Kutsal ikonalar kültü Tanrı’nın Kelâm’ının cisimlenmesi gizine dayanır. Birinci buyruğa ters düşmez.

 

2. KONU

 

İkinci emir

 

Tanrın olan Rab’bin adını boş yere ağza almayacaksın (Çık 20, 7; Tes 5, 11)

 

Atalara, “Yalan yere ant içme.” denildiğini duydunuz (…) Oysa ben size diyorum ki hiç ant içmeyin (Mt 5, 33-34).

 

I. Rab’bin adı kutsaldır

 

2142 İkinci emir Rab’bin adına saygı gösterilmesini buyuruyor. Birinci buyruk gibi bu da din erdemine dahildir ve kutsal şeyler konusundaki konuşmamızı düzenler.

 

2143 Vahyin sözleri arasında özellikle bir tanesi Tanrı’nın adının vahyedildiği sözdür. Tanrı adını kendisine inananlara açıklıyor; onlara kişiliğinin gizini açınlıyor. Adını ifşa etme bir güven ve bir dostluk işaretidir. “Rab’bin adı kutsaldır.” Bu nedenle insan onu kötüye kullanamaz. Onu sessiz sevgi içinde bir tapınma ile belleğinde tutmalıdır.2 Adını ağzına ancak övmek ve yüceltmek için almalıdır.3

 

2144 Adına gösterilecek saygı Tanrı’nın Kendisinin gizine ve onun çağrıştırdığı bütün kutsal şeylere gösterilecek saygıyı ifade eder. Kutsalın anlamı din erdemine aittir.

 

Korku ve kutsallık duyguları Hıristiyan duyguları mıdır, yoksa değil midir? Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Yüce Tanrı’ nın vizyonunu görmüş olsaydık, bu duyguları yoğun bir derecede hissetmiş olurduk. Mevcudiyetini hissetmiş olsaydık bu duyguları hissederdik. Mevcut olduğuna inandığımız oranda bu duygulara sahip olmamız gerekir. Bu duygulara sahip olmamak Onun mevcut olduğuna inanmamak ve Onun mevcudiyetini hiç hissetmemek demektir.1

 

2145 İnanlı korkmadan Rab’be olan imanını belirterek Rab’ bin adına tanıklık etmelidir.2 Vaaz ve din eğitimi Rabbimiz Mesih İsa’nın adına duyulan saygı ve tapınma ile dolu olmalıdır.

 

2146 İkinci buyruk Tanrı’nın adının kötüye kullanılmasını yasaklar, kısacası Tanrı, Mesih İsa, Meryem Ana ve bütün azizlerin adlarının uygunsuz bir şekilde kullanılmasını yasaklar.

 

2147 Başkalarına Tanrı adına verilen sözler Tanrısal otoriteyi, gerçekliği, sadakati ve şerefi gerekli kılar. Bu sözler mutlaka yerine getirilmelidir. Bu sözleri yerine getirmemek Tanrı’nın adını kötüye kullanmak, bir bakıma Tanrı’yı yalancı durumuna sokmak demektir.3

 

2148 Küfür ikinci buyruğa doğrudan karşıdır. Küfür içten ya da dıştan Tanrı’ya karşı kin, yakınma sözleriyle Tanrı’ya meydan, lanet okumak, söyleşilerinde Tanrı’ya saygıda kusur etmek, Tanrı’nın adını kötüye kullanmak demektir. Havari Yakup “kendilerine verilen yüce ada (İsa’nın adına) küfredenleri” (Yk 2, 7) uyarıyor. Küfrün yasaklanması Mesih’in Kilisesine, azizlerine ve kutsal şeylere kadar uzanır. Canice uygulamaları örtbas etmek, halkları köle durumuna sokmak, insanlara işkence etmek ve onları ölüme göndermek için Tanrı’nın adını kullanmak dine ve kutsallığa karşı bir küfürdür. Bir suç işlemek için Tanrı’nın adını kötüye kullanmak dinden ihraç edilmeyi gerektirir.

 

Küfür Tanrı’ya ve onun kutsal adına gösterilmesi gereken saygıya ters düşer. Tek başına büyük bir günahtır.4

 

2149 Küfür etme niyeti içermeyen ama Tanrı’nın adının kullanıldığı Ant’lar Rab’be karşı saygıda kusura neden olur. İkinci buyruk Tanrı adının büyücülükte kullanılmasını da yasaklar.

 

[Tanrı’nın] Majesteliğine ve yüceliğine gereken saygıyla dile getirildiği yerde Tanrı adı büyüktür. Tanrı adı saygıyla ve Onu incitecek korkusuyla söylendiği yerde kutsaldır.1

 

II. Rab’bin adını boş yere ağza alma

 

2150 İkinci buyruk yalan yere yemin etmeyi yasaklar. Yemin etmek ya da ant içmek, iddia edilen şey için Tanrı’yı tanık göstermek demektir. Kendi doğruluğunun teminatı olarak Tanrısal doğruluğu yardıma çağırmak demektir. Yemin etme Rab’bin adını yükümlülük altına sokar. “Tanrın olan Rab’den korkacaksın; Ona kulluk edeceksin ve Onun adıyla yemin edeceksin” (Tes 6, 13).

 

2151 Yalan yere yemini kınamak Tanrı’ya karşı bir görevdir. Tanrı Yaratıcı ve Rab olarak her gerçeğin ölçüsüdür. İnsanın sözleri ya Gerçeğin kendisi olan Tanrı’yla mutabıktır ya da karşıdır. Yemin doğru ve meşru ise insan sözlerinin Tanrı gerçeğinden geldiğini gösterir. Yalan yere yemin ise Tanrı’yı bir yalana tanık olarak gösterir.

 

2152 Yalan yere and içmek, yerine getirmeyi düşünmediği bir sözü yemin altında vermek demektir, ya da yemin altında söz verdikten sonra, bu sözü yerine getirmemek demektir. Yalan yere ant içmek her sözde Rab’be karşı saygıda kusur etmektir. Yeminle kötü bir şey yapmanın yükümlülüğü altına girmek Tanrı’nın adının kutsallığına ters düşer.

 

2153 İsa Dağdaki Vaaz’ında ikinci buyruğu şu şekilde ele alıyor: “Atalarınıza, ‘Yalan yere ant içme, ama Rab’be ettiğin antları tut’ denildiğini duydunuz. Oysa ben size diyorum ki, hiç yemin etmeyin (…). Evet’iniz evet, hayır’ınız hayır olsun, Bundan fazlası Şeytandandır”2 (Mt 5, 33-34. 37). İsa, her yemin Tanrı’yı referans olarak gösterir, oysa Tanrı’nın mevcudiyeti ve gerçeği her sözle onurlandırılmalıdır diye öğretir. Konuşmalarımız sırasında “Tanrı” sözünü kullanırken göstereceğimiz ihtiyat her sözümüzde doğrulanan ya da hiçe sayılan Onun mevcudiyetine gösterilen saygıyı gösterir.

 

2154 İsa’nın bu sözünü Havari Paulus’un3 ardından Kilise geleneği ciddi ve haklı bir dava uğruna yapılacak bir yemini (örneğin mahkeme önünde) yasaklamayacak şekilde anlıyor.  “Yemin, yani doğrunun söylendiğine dair Tanrı’nın adının tanık gösterilmesi ancak mahkeme önünde iyice düşünülerek ve doğru adına yapılabilir.”1

 

2155 Tanrı adının kutsallığı boş şeyler için ona başvurmamayı gerektirir. Otoritenin haksız yere istediği, Onun onayı gibi görülecek kuşkulu durumlarda Tanrı adına yemin edilmemelidir. Yemin meşru olmayan sivil otoriteler tarafından zorunlu hale getirilmişse reddedilebilir. İnsan onuruna ve Kilise birliğine ters düşen amaçlar için yemin edilmesi isteniyorsa bu reddedilmelidir.

 

III. Hıristiyan adı

 

2156 Vaftiz sırrı “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına” verilir (Mt 28, 19). Vaftizde Rab adı insanı kutsallaştırır, Hıristiyan da adını Kilise’de alır. Hıristiyanın aldığı bu ad bir azizin adı, yani Rab’be sadık kalarak örnek bir yaşantı sürmüş birinin adı olabilir. Adı alınan azizin koruyuculuğu o kişiye bir sevgi modeli sunar ve onun aracılığını güvence altına alır. “Vaftiz adı” bir Hıristiyan gizini ya da bir Hıristiyan erdemini de ifade edebilir. Anne babalar, Vaftiz anne babaları ve papaz takılacak adın Hıristiyan anlayışına yabancı bir ad olmamasına özen göstereceklerdir.”2

 

2157 Hıristiyan gününe, dualarına ve eylemlerine Haç işareti yaparak başlar, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adına amin”. Vaftiz olmuş kişi günü Tanrı’nın yüceliğine adar ve Baba’nın evladı olarak Ruh’ta davranmasına izin veren Kurtarıcının inayetine çağrıda bulunur. Haç işareti bizleri ayartmalara ve zorluklara karşı güçlendirir.

 

2158 Tanrı herkesi adıyla çağırır.3 Herkesin adı kutsaldır. Ad kişinin ikonasıdır. Onu taşıyan kişinin onuru nedeniyle saygıya değerdir.

 

2159 Alınan ad ebedi bir addır. Tanrı’nın egemenliğinde herkesin Tanrı’nın adıyla mühürlenmiş tek ve gizemli niteliği büyük bir ışıkla parlayacaktır. “Galip gelene (…) beyaz bir taş ve bu taşın üzerinde yazılı olan yeni bir ad, alandan başka kimsenin bilmediği bir ad vereceğim” (Ap 2, 17). “Sonra Kuzu’nun Sion dağı üzerinde durduğunu gördüm. Onunla birlikte, alınları üzerinde kendisinin ve Babasının adının yazılı olduğu yüz kırk dört bin kişi vardı” (Ap 14, 1).

 

ÖZET

 

2160 “Ey Rab olan Tanrımız, tüm evrende adın ne yücedir” (Mzm 8, 2).

 

2161 İkinci buyruk Rab’bin adına saygı gösterilmesini buyurur. Rab’bin adı kutsaldır.

 

2162 İkinci buyruk Tanrı adının gereksiz yere kullanımını yasaklar. Küfür Tanrı’nın adının, Mesih İsa, Meryem Ana ve aziz adlarının aşağılayıcı bir şekilde kullanılmasıdır.

 

2163 Yalan yere yemin Tanrı’yı bir yalan için tanık göstermek demektir. Yalan yere yemin etmek sözünde daima sadık kalan Rab’be karşı işlenmiş ciddi bir suçtur.

 

2164 “Gerçek ve gereklilik ve saygı dışında ne Yaradan üzerine ne de yaratıklar üzerine yemin edin.”1

 

2165 Hıristiyan adını Kilise’de alır. Anne babalar, vaftiz anne babaları ve papaz bir Hıristiyan adı verilmesine özen göstermelidir. Bir azizin koruyuculuğu bir sevgi örneği sunar ve hayır duasını garanti eder.

 

2166 Hıristiyan, dualarına ve eylemlerine haç işareti ile başlar: “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla. Amin.”

 

2167 Tanrı herkesi kendi adıyla çağırır.2

 

 

 

 

 

 

3. KONU

 

Üçüncü emir

 

Sept gününü kutsamak için onu hatırında tut. Altı gün çalışacak, bütün işini göreceksin, ama yedinci gün Tanrın olan Rab’be ait Sept günüdür. O gün hiç iş yapmayacaksın3 (Çık 20, 8-10).

 

İnsan Sept günü için değil, Sept günü insan için yaratıldı. Bu nedenle İnsanoğlu Sept gününün de Rabbi’dir (Mk 2, 27-28).

 

I. Sept günü

 

2168 On Emrin üçüncü buyruğu Sept gününün kutsallığını anımsatır: “Yedinci gün bir Sept günüdür; Rab’be adanmış tam bir dinlenme günüdür” (Çık 31, 15).

 

2169 Kutsal Kitap bu bağlamda yaratılışı anmaktadır: “Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve içlerindeki her şeyi altı günde yarattı, yedinci gün de istirahat etti. İşte bunun içindir ki, Rab Sept gününü kutsadı ve kutsal kıldı” (Çık 20, 11).

 

2170 Kutsal Kitap Rab’bin günüyle İsrail’in Mısır esaretinden kurtuluşunu anımsamasını istiyor: “Mısır diyarında köle olduğunu ve Tanrın olan Rab’bin seni oradan kudretli eliyle ve uzanmış koluyla çıkardığını hatırlayacaksın. İşte bunun içindir ki, Tanrın olan Rab Sept gününü tutmayı sana emretti” (Tes 5, 15).

 

2171 Tanrı İsrail’e Sept gününü bozulmaz antlaşmanın bir işareti olarak verdi.1 Sept günü Rab’be hizmet için vardır; Tanrı’yı, yarattıklarını ve İsrail’in lehine yaptığı kurtarıcı işleri övmek için vardır.

 

2172 Tanrı’nın eylemi insanın eylemine model oluşturur. Tanrı yedinci gün dinlenmişse, “soluk almışsa” (Çık 31, 17), insan da işini bırakıp başkalarına özellikle de yoksullara nefes aldırmalıdır (Çık 23, 12). Sept günü günlük işleri bir kenara bıraktırır ve soluk aldırır. Sept günü para kültüne ve çalışma köleliğine karşı bir protestodur.2

 

2173 İncil’de İsa’nın Sept günü yasasını ihlâl ettiği birçok olay anlatılır. Ne var ki İsa hiçbir zaman bu günün kutsallığına halel getirmemiştir.3 Bu yasanın gerçek ve resmi yorumunu yapmıştır: “İnsan Sept günü için değil, Sept günü insan için yaratıldı” (Mk 2, 27). İsa acıyarak Sept günü kötülük yapmaktansa iyilik yapılması, öldürmektense hayat kurtarılması (Mk 3, 4) gerektiğini söylüyor. Sept günü merhametli Rabbini ve Tanrı’yı onurlandırma günüdür.4 “İnsanoğlu Sept gününün efendisidir” (Mk 2, 28).

 

II. Rab’bin günü

 

İşte Rab’bin oluşturduğu gün: Neşe ve sevinç dolu olsun bu gün! (Mzm 118, 24).

 

Diriliş günü: Yeni yaratılış

 

2174 İsa “haftanın birinci günü” (Mt 28, 1; Mk 16, 2; Lk 24, 1; Yu 20, 1) ölüler arasından dirildi. Mesih’in diriliş günü “birinci gün” olarak ilk yaratılışı anımsatır. Sept’i izleyen1 “sekizinci gün” olarak da Mesih’in Dirilişi ile yolunu açtığı yeni yaratılışı sembolize eder. “Pazar” Hıristiyanlar için bütün günlerin ilki, bütün bayramların ilki, Rab’bin günü sayılmıştır (Hè kuriakè, dies dominica):

 

Güneşin gününde bir araya toplanırız; çünkü bu Tanrı’nın, karanlıkları ve kaosu kovarak, dünyayı kurduğu ilk gündür ve aynı günde Kurtarıcımız Mesih İsa ölüler arasından dirilmiştir.2

 

Pazar - Sept’in gerçekleştirilmesi

 

2175 Pazar günü her hafta kronolojik olarak Sept gününden sonra gelmesiyle ve Sept yasasının yerine getirilmesiyle kendini belirtir. Pazar günü, Mesih’in Paskalyasında, Yahudi Sept gününün tinsel gerçeğini gerçekleştirir ve insanın Tanrı’daki ebedi dinlencesini bildirir. Çünkü yasanın kültü Mesih’in gizini hazırlıyordu ve ritleri Mesih’in yaşamından bazı çizgileri önceden gösteriyordu:3

 

Eski düzene göre yaşayanlardan Sept gününü değil de Rab’bin Gününü tutanlar yeni umuda gelmişlerdir. Onun sayesinde ve ölümü sayesinde yaşamımız kutsanmıştır.4

 

2176 Pazar ayini “insanlara karşı evrensel iyiliğinin işareti altında insanın yüreğine doğal olarak yazılmış Tanrı’ya düzenli, açıkça, gözle görülür ve dışsal bir kült vermek olan ahlâki buyruğu”5 yerine getirir. Pazar kültü her hafta halkın Kurtarıcısı ve Yaratıcısını kutlayarak aynı ritmi ve ruhu yükselterek Eski Antlaşma’daki ahlâki buyruğu gerçekleştirir.

 

Pazar günkü Efkaristiya ayini

 

2177 Pazar günkü ayin ile Efkaristiya kurbanı Kilise yaşamının merkezini oluşturur. “Havarilerden gelen geleneğe göre Paskalya gizinin kutlandığı pazar gününe tüm Kilise’de dinin buyurduğu temel bayram günü olarak saygı gösterilmelidir.”6

 

“Aynı şekilde, Rabbimiz Mesih İsa’nın doğum gününe, 6 Ocak yortusuna, İsa’nın göğe çıktığı ve Mesih’in Çok Kutsal Bedeni ve Kanı’nın kutlandığı günlere, Tanrı’nın Annesi Meryem Ana’nın gününe, Meryem Ana’nın Lekesiz Doğum ve Göğe Kaldırılış gününe, Aziz Yusuf’un, havari Paulus ve Petrus’un ve bütün azizlerin günlerine saygı gösterilmelidir.”1

 

2178 Hıristiyanların bu günleri toplanarak kutlamaları havarilerin zamanına kadar uzanır.2 İbranilere Mektup’ta şöyle bir anımsatma var: “Bazılarının yapmayı alışkanlık haline getirdikleri gibi, bir araya gelmekten vazgeçmeyelim; birbirimizi daha çok yüreklendirelim” (İbr 10, 25).

 

Gelenek çağdaşlığını daima koruyan bir çağrıyı anımsatıyor: “Kiliseye erkenden gelip Rab’be yaklaşarak günahlarını itiraf etmek ve dua ederek tövbe etmek (…). Kutsal ve Tanrısal ayine katılmak, ibadetin sonuna kadar, gönderilene kadar kalmak (…). Çoğu zaman bunu şu sözlerle dile getiriyoruz: Bu gün size dua etmeniz ve dinlenmeniz için verildi. Bu gün Rab’bin oluşturduğu gündür. Onunla sevinelim ve neşelenelim.”3

 

2179 “Kilise cemaati belirli sayıda inanlıdan oluşan, yerel bir Kilisede sürekli bir biçimde kurulmuş bir cemaattir. Bu cemaat o bölgenin episkoposunun otoritesi altında bulunan kendi çobanıymış gibi bir papaza emanet edilmiştir.”4 Kilise bütün inanlıların pazar Efkaristiya kurbanını kutlamak için toplandıkları yerdir. Kilise Hıristiyan halkı litürjik yaşama sokar ve bu kutlamada bir araya getirir; Mesih’in kurtarıcı doktrinini öğretir; Rab’bin sevgisini hayır işlerinde gösterir:

 

Çok sayıda insanın bulunduğu ve Tanrı’ya tek bir yürek olarak haykırıldığı Kilisede olduğu gibi dua edemezsin evinde. Burada fazladan bir şeyler var, akıl birliği, ruhların uyumu, sevgi bağı, papazların duası.5

 

Pazar günü zorunluluğu

 

2180 Kilise buyruğu Rab’bin Yasasını belirler ve kesinleştirir: “Pazar günü ve öteki bayram günlerinde inanlılar Ayine katılmak zorundadırlar.”6 “Katolik ritine göre yapılan ayinin yapıldığı günde ya da bir önceki günün akşamında katılan kişi o ayine katılmış sayılır.”7

 

2181 Pazar Efkaristiya kurbanı bütün Hıristiyan uygulamasının temeli ve doğal sonucudur. İşte bu nedenledir ki, inanlılar bayram günlerinde herhangi ciddi bir nedenleri yoksa (örneğin hastalık, bebek bakımı) ya da kendi papazları tarafından izinli değillerse Efkaristiya kurbanına katılmak zorundadırlar.1 Bile bile bu zorunluluğu yerine getirmeyenler (ayine katılmayanlar) büyük günah işlemiş olurlar.

 

2182 Pazar günkü Efkaristiya kurbanına katılmak Mesih’e ve Kilisesine ait olmanın ve Ona sadık kaldığının bir kanıtıdır. İnanlılar bununla imanlarını ve sevgilerini doğrulamış olurlar. Hep birlikte Esenlik umutlarını ve Tanrı’nın kutsallığını göstermiş olurlar. Kutsal Ruh’un kılavuzluğunda karşılıklı olarak birbirlerini yüreklendirirler.

 

2183 “Papazların olmaması ya da başka bir ciddi nedenden dolayı Efkaristiya kurbanına katılmak mümkün değilse, inanlıların eğer yapılıyorsa bir çevre kilisesinde ya da bir başka kutsal yerde episkoposluk episkoposunun belirlediği koşullarda kutlanan ayine katılmaları ya da uygun bir zamanda tek başına ya da ailece, ya da, duruma göre, ailelerin oluşturduğu gruplarda ibadet etmeleri şiddetle tavsiye edilir.”2

 

Lütuf günü ve işi durdurma

 

2184 Tanrı’nın “yaptığı onca işten sonra dinlendiği gibi” (Yar 2, 2) insan yaşamı da çalışma ve dinlenmeyle ritimlendirilmiştir. Rab’bin Gününün tesis edilmiş olması herkes dinlenecek ve ailevi, kültürel, sosyal ve dinsel yaşamlarını geliştirebilecek yeterli boş zamanı sağlar.3

 

2185 Pazar ve diğer dini bayram günlerinde inanlılar Tanrı’ ya sunacakları kültü, Rab’bin Gününe özgü sevinci, ruha ve bedene uygun gevşemeyi ve hayır işlerini engelleyecek çalışma ve faaliyetlerden uzak duracaklardır.4 Ailevi gereksinimler ya da önemli bir kamu çıkarı pazar günü dinlenmesinin meşru mazereti sayılabilir. İnanlılar meşru mazeretlerin dine, aile yaşamına ve sağlığa zararlı alışkanlıklar haline gelmemesine dikkat edeceklerdir.

 

Gerçek sevgisi kutsal boş zamanı arar; sevgi mecburiyeti haklı işi kabul eder.5

 

2186 Boş zamanları olan Hıristiyanlar aynı ihtiyaçlara ve aynı haklara sahip olan ama yoksullukları ve sefaletleri yüzünden dinlenemeyen kardeşlerini hatırlasınlar. Pazar günü geleneksel olarak Hıristiyan dindarlığı tarafından hayır işlerine, hastalara, sakatlara ve yaşlılara hizmete ayrılmıştır. Hıristiyanlar pazar günleri ailelerine ve yakınlarına haftanın diğer günleri pek mümkün olmayan zamanı ayırarak ve özeni göstererek pazar günlerini daha da kutsallaştırmış olacaklardır. Pazar günü içsel yaşamı ve Hıristiyan yaşamını geliştirmeye yarayacak düşünme, sessiz kalma, kültür ve meditasyon günüdür.

 

2187 Pazar günlerini ve diğer dini bayram günlerini kutlamak toplu bir çaba gerektirir. Her Hıristiyan başkalarına Rab’bin gününü kutlamasını engelleyecek bir şeyi gereksiz yere empoze etmekten kaçınmalıdır. Pazar günü çalışması isteyen turnuva, şenlik (spor, restoran, vb.) ya da sosyal bir etkinlik (kamu hizmeti, vb.) durumlarında herkes kendisine yeterince boş zaman bulma sorumluluğu içindedir. Hıristiyanlar topluca eğlenenler arasında çıkması muhtemel aşırılıktan ve şiddetten sevgiyle ve itidalle kaçınacaklardır. Ekonomik sıkıntılara rağmen kamu otoriteleri vatandaşlarına dinlenme ve Tanrı’ya tapınma zamanı ayırma konusunda güvence vereceklerdir. İşverenlerin de işçilere karşı buna benzer sorumlulukları vardır.

 

2188 Herkesin dini özgürlüğüne ve kamu yararına saygı gereği Hıristiyanlar pazar günlerini ve dini bayramları tatil günleri olarak kabul ettirmelidirler. Herkese açıkça ibadet, saygı ve sevinç örneği vermeli ve toplumun tinsel yaşantısına değerli bir katkıda bulunan geleneklerini savunmalıdır. Ülkenin yasaları ya da başka nedenler pazar günü çalışmayı zorunlu kılıyorsa, bu gün hiç olmazsa bizim “adları göklerde yazılmış ilk doğanların topluluğuna” (İbr 12, 22-23), bu bayram şenliğine katılmamızı sağlayacak kurtuluş günü gibi geçirilmelidir.

 

ÖZET

 

2189 “Sept gününü kutlamak için tut” (Tes 5, 12). “Yedinci gün Rab’be adanmış tam dinlenme günü olacaktır” (Çık 31, 15).

 

2190 Birinci yaratılışın tamamlanmasını gösteren Sept gününün yerini Mesih’in Dirilişiyle başlattığı yeni yaratılışı anımsatan pazar günü almıştır.

 

2191 Kilise Mesih’in Dirilişini sekizinci gün, haklı olarak Rab’ bin günü denilen pazar günü kutluyor.1

 

2192 “Pazar günü bütün Kilise’de başlıca dini bayram günü olarak kutlanmalıdır.”1 “Pazar günü ve diğer dini bayram günleri Hıristiyanlar ayine katılmak zorundadırlar.”2

 

2193 “Pazar günleri ve diğer dini bayram günlerinde Hıristiyanlar Tanrı’ya tapınmalarını, Rab’bin gününün vereceği sevinci yaşamalarını ya da ruhun ve bedeni uygun bir şekilde gevşemesini engelleyen çalışmaları ve uğraşları bir yana bırakacaklardır.”3

 

2194 Pazar gününün tesis edilmiş olması “herkese dinlenecek ve ailevi, kültürel, sosyal ve dinsel yaşamlarını geliştirebilecek yeterli boş zamanı sağlar”4.

 

2195 Her Hıristiyan başkalarına Rab’bin gününü kutlamasını engelleyecek bir şeyi gereksiz yere empoze etmekten kaçınmalıdır.

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

“Benzerini kendin gibi seveceksin”

 

İsa havarilerine şöyle diyor: “Sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin” (Yu 13, 34).

 

2196 En önemli buyruk hangisidir sorusuna İsa’nın vermiş olduğu cevap şudur: “En önemlisi şudur: ‘Dinle, ey İsrail! Tanrımız olan Rab tek Rab’dir. Tanrın olan Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin!’ İkincisi de şudur: ‘Benzerini kendin gibi seveceksin.’ Bunlardan daha büyük buyruk yoktur.” (Mk 12, 29-31).

Havari Paulus bunu şu şekilde anımsatıyor: “Başkalarını seven Kutsal Yasayı yerine getirmiş olur. Gerçekten de, zina etme, adam öldürme, hırsızlık yapma, başkasının malına göz dikme buyrukları ve bundan başka ne buyruk varsa, şu sözle özetlenir: Benzerini kendin gibi seveceksin. Sevgi benzerine kötülük etmez. Bu nedenle sevgi, Kutsal Yasa’nın yerine getirilmesidir” (Rom 13, 8-10).

 

4. KONU

 

Dördüncü emir

 

Tanrın olan Rab’bin sana vereceği toprakta ömrünün uzun olması için anana, babana saygı göster (Çık 20, 12).

İsa onların sözünü dinlerdi (Lk 2, 51).

 

Rab İsa’nın kendisi “Tanrı’nın bu buyruğunun” (Mk 7, 8-13) gücünü anımsattı. Havari Paulus şöyle diyor: “Ey çocuklar, Rab’de anne babalarınızın sözünü dinleyin. Çünkü böylesi doğrudur. İyilik bulasın ve yeryüzünde uzun ömürlü olasın diye annene babana saygı göster. Vaat içeren ilk buyruk budur”1 (Ef 6, 1-3).

 

2197 Dördüncü buyruk ile On Emrin ikinci levhası başlar. Sevginin düzenini belirler. Tanrı kendisinden sonra hayatımızı borçlu olduğumuz ve bize Tanrı’nın bilgisini aktarmış olan anne babalarımıza saygı göstermemizi istedi. Tanrı bizim iyiliğimiz için kendi otoritesiyle yetkilendirdiği herkese saygı ve hürmet göstermek zorundayız.

 

2198 Bu buyruk pozitif bir şekilde formüle edilmiştir; yerine getirilmesi gereken görevleri belirtir. Yaşama, evliliğe, mal mülke, insan sözüne gereken özel saygıyla ilgili sonraki buyrukları bildirir. Bu buyruk Kilise’nin toplumsal doktrinin temellerinden birini oluşturur.

 

2199 Dördüncü buyruk özellikle evlatların anne babalarıyla olan ilişkileriyle ilgilidir, çünkü bu ilişki en evrensel olanıdır. Aynı zamanda aile üyelerinin akrabalık ilişkilerini de ele alır. Büyükbabalara, atalara hürmet, sevgi ve minnet gösterilmesini ister. Bu buyruk öğrencilerin öğretmenlerine, işçilerin işverenlerine, astların üstlerine, vatandaşların birbirlerine ve kendilerini idare eden ve yönetenlere saygı göstermesine kadar uzanır.

 

Bu buyruk örtülü olarak anne babaların, velilerin, öğretmenlerin, ustaların, yöneticilerin, yüksek görevlilerin, bir diğeri ya da bir insan topluluğu üzerinde otorite sahibi herkesin görevlerini içerir.

 

2200 Dördüncü buyruğa uyulması, ödülünü de beraberinde getirir: “Tanrın olan Rab’bin sana vereceği toprakta ömrünün uzun olması için anana, babana saygı göster” (Çık 20, 12; Tes 5, 16). Bu buyruğa saygı tinsel meyvelerin yanında huzur ve bolluk gibi dünyevi meyveler de sağlar. Tersine, bu buyruğa uyulmaması gerek cemaatlere gerekse insanlara büyük zararlar getirir.

 

 

 

 

 

 

I. Tanrı tasarısında aile

 

Ailenin doğası

 

2201 Evlilik kurumu eşlerin rızası üzerine kurulmuştur. Evlilik ve aile eşlerin mutluluğu ve dünyaya çocuk getirme ve onları eğitme üzerine düzenlenmiştir. Eşlerin birbirlerine duydukları aşk ve çocukların dünyaya gelmesi aynı aile üyeleri arasında kişisel ilişkilerin ve önemli sorumlulukların kurulmasını sağlar.

 

2202 Evlilikle birbirlerine bağlanan bir kadın ve bir erkek çocukları ile birlikte bir aile oluşturur. Bu kurum her türlü resmi otoritenin tanıyacağı başka her çeşit ilişki biçiminden önce gelir; onu benimseme zorunluluğu vardır. Onu, değişik akraba biçimlerinin değerlendirileceği normal bir temel ilişki olarak görmek gerekir.

 

2203 Tanrı kadın ile erkeği yaratırken aile kurumunu kurmuş oldu ve onu kendi temel koşulları ile donattı. Ailenin üyeleri onur bakımından birbirleriyle eşittir, Üyelerinin ve toplumun ortak yararı için aile sorumluluk, haklar ve görevler gerektirir.

 

Hıristiyan ailesi

 

2204 “Hıristiyan ailesi Kilise birliğinin spesifik bir uygulaması ve açınlamasıdır; bu nedenle, (…) aileye ev-Kilise1 de denir.” Aile iman, umut ve sevgi birliğidir; Yeni Antlaşma’da görüldüğü gibi ailenin Kilise’de özel bir yeri vardır.2

 

2205 Hıristiyan ailesi Baba ve Oğulun Kutsal Ruh’taki birliğinin sureti ve izi olarak kişilerin bir birliğidir. Dünyaya çocuk getirme ve onları eğitme faaliyetiyle aile Baba’nın yaratıcılığının yansımasıdır. Mesih’in kurbanını ve duasını paylaşmaya çağrılmıştır. Aile içinde yapılan günlük dualar ve Tanrı Sözünün okunması ailede sevgiyi pekiştirir. Hıristiyan ailesi Hıristiyanlığı yayıcı ve misyonerdir.

 

2206 Aile içi ilişkiler özellikle kişilerin karşılıklı saygılarından ileri gelen çıkar, sevgi ve duygu yakınlığını getirir. Aile “eşler arasında düşünce birliği, aynı zamanda çocukların eğitiminde dikkatli bir işbirliği”3 gerçekleştirmesi istenen özel bir topluluktur.

 

II. Aile ve toplum

 

2207 Aile toplum yaşamının ilk hücresidir. Aile erkek ve kadının kendilerini sevgide vermeye ve yaşamını vermeye çağrıldıkları doğal toplumdur. Aile içindeki birlikte yaşam, istikrar ve otorite toplum içindeki kardeşliğin, güvencenin ve özgürlüğün temellerini oluşturur. Aile çocukluktan itibaren ahlâki değerlerin öğrenildiği, Tanrı’ya saygı gösterilmeye başlanıldığı ve özgürlüğün doğru bir şekilde kullanıldığı topluluktur. Aile yaşamı toplum yaşamına giriştir.

 

2208 Aile yaşamı öyle bir şekilde yaşanmalıdır ki, aile bireyleri genç ve yaşlı, hasta ya da özürlü ve yoksul kişilerin kaygısını duyup onların sorumluluğunu duyabilsinler. Bu yardımı zamanında sağlamaya gücü yetmeyen çok sayıda aile vardır. İşte o zaman toplumda onların yardımına koşmak ikincil yol olarak başka insanlara, başka ailelere düşer: “Babamız Tanrı’nın gözünde temiz ve kusursuz dindarlık, kişinin, öksüzlerle dulları sıkıntılı durumlarında ziyaret etmesi ve kendini dünyanın bütün pisliğinden korumasıdır” (Yak 1, 27).

 

2209 Aile alınan uygun sosyal tedbirlerle korunmalı ve ona yardım edilmelidir. Ailelerin görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğu yerlerde başka toplum kuruluşları onlara yardım etme ve aile kurumunu destekleme görevini üstlenmelidir. Yardımlaşma ilkesine göre daha büyük kurumlar aile haklarına saygı gösterecek ya da onların işine burnunu sokmayacaktır.

 

2210 Toplumun refahı ve yaşamı için aile madem ki bu kadar önemlidir,1 öyleyse toplumun evliliği ve aileyi özellikle korumak ve onları sağlamlaştırmak gibi bir sorumluluğu vardır. Sivil otorite “evlilik ve ailenin gerçek doğasını korumayı ve kabul etmeyi, kamu ahlâkını savunmayı ve ailelerin refahını desteklemeyi”2 ciddi bir görev olarak görmelidir.

 

2211 Politikacıların görevi aileye saygı göstermek, yardımcı olmak ve özellikle ona güvence vermektir:

 

- Aile kurmak, çocuk sahibi olma ve çocukları kendi ahlâki ve dini inançlarına uygun şekilde yetiştirme özgürlüğü;

- Evlilik kurumunun ve aile bağının sürekliliğini korumak;

- İnancını söyleme, onu iletme ve çocuklarını gerekli yollarla ve kurumlarla o inançta yetiştirme özgürlüğü;

- Özel mülkiyet hakkı, bir işe girişme ve bir iş edinme özgürlüğü, konut edinme hakkı, göçmen hakkı;

- Ülkelerin anayasalarına göre tedavi görme hakkı, yaşlılara bakım hakkı ve çocuk parası hakkı;

- Özellikle uyuşturucu, pornografi, alkolizm vb., tehlikesine karşı güvence ve sağlık sigortası;

- Diğer ailelerle birlikte dernek kurma özgürlüğü, böylece devlet kurumlarının yanında temsil edilme hakkı.1

 

2212 Dördüncü buyruk toplum içindeki diğer ilişkileri de aydınlatır. Erkek ve kız kardeşlerimizde anne babalarımızın çocuklarını; kuzenlerimizde atalarımızın soyundan gelen kişileri; vatandaşlarımızda vatanımızın evlatlarını; vaftiz olmuş olanlarda, anamız Kilise’nin evlatlarını; her kişide de “Babamız” olarak çağrılmak isteyen Kişinin bir oğlunu ya da bir kızını görürüz. Bu şekilde benzerimizle olan ilişkimiz kişisel bir nitelik kazanmış olur. Benzerimiz insan topluluğu içinde bir birey değil; ama bilinen kökeni nedeniyle özel saygı ve ilgiyi hak eden “biri”dir.

 

2213 İnsan toplulukları kişilerden oluşur. Toplulukların iyi şekilde idare edilmesi hakların garanti altına alınmasıyla ve görevlerin yerine getirilmesiyle ve kontratlara uyulmasıyla sınırlı değildir. İşçi ile işveren, yöneticiler ile vatandaşlar arasındaki dürüst ilişkiler hak ve kardeşliği gözeten, insan onuruna yakışır doğal teveccühü gerektirir.

 

III. Aile üyelerinin görevleri

 

Çocukların görevleri

 

2214 Tanrı’nın baba olması insanın baba olmasının kaynağıdır;2 bu, anne babanın şerefinin temelini oluşturur. Küçük ya da erişkin evlatların anne babalarına olan saygıları3 onları birbirine birleştiren bağdan doğan doğal sevgiden beslenir. Bu saygı Tanrı buyruğudur.4

 

2215 Anne babaya duyulan saygı çocuklara yaşam vererek dünyaya getiren ve sevgi ve çalışmalarıyla onların boyda, bilgelikte ve lütufta gelişmelerini sağlayan kişilere karşı duyulan minnet duygusudur. “Babanı yürekten onurlandır, annenin doğum sancılarını hiçbir zaman unutma. Doğuşunu onlara borçlu olduğunu anımsa; senin için yaptıklarının karşılığını onlara nasıl ödeyebilirsin?” (Sir 7, 27-28).

 

2216 Anne babaya saygı gerçek itaat ve uysallıkla kendisini gösterir. “Oğlum, babanın emirlerini dinle, ananın öğrettiğini göz ardı etme (…). Onlar yürüdüğün yolda sana kılavuzluk edecekler; dinlendiğin zaman seni koruyacaklar; uyandığın zaman da seninle söyleşecekler” (Mes 6, 20-22). “Sağduyulu oğul babasının öğrettiğini dinler, ama bir alaycı, azarlara kulak bile asmaz” (Mes 13, 1).

 

2217 Anne babasının evinde yaşadığı sürece çocuk anne babasının kendi iyiliği ya da ailenin iyiliği için istediği her şeye itaat etmek zorundadır. “Ey çocuklar, her şeyde anne babalarınızın sözünü dinleyin, çünkü bu Rab’bi hoşnut eder”1 (Kol 3, 20). Çocuklar aynı zamanda eğitimcilerin ve anne babalarının onları emanet ettiği kişilerin mantıklı buyruklarına itaat etmek zorundadırlar. Ancak çocuk kendisinden istenen şeyin ahlâki açıdan kötü olduğunu fark ederse, onu yapmamalıdır.

 

Çocuklar büyümüş olsalar bile anne babalarına saygı göstermeye devam etmelidirler. Onların isteklerini önceden sezip yapacaklar, isteyerek öğütlerine kulak verecekler ve haklı paylamalarına boyun eğeceklerdir. Anne babaya itaat çocukların rüştünü ispat etmeleriyle son bulur, ama anne babalara duyulması gereken saygı hep kalır. Nitekim bunun kökü Kutsal Ruh’un bir armağanı olan Tanrı kaygısında yatar.

 

2218 Dördüncü buyruk büyümüş olan çocukların anne babalarına karşı sorumluluğunu anımsatır. Ellerinden geldiğince, anne babalarına, yaşlılık yıllarında, hasta, yalnız ve tasalı oldukları sırada gerek maddi gerekse manevi açıdan destek olmalıdırlar. İsa bu minnettarlık görevini anımsatıyor.2

 

Çünkü Rab çocukları önünde babayı yüceltti; bir annenin oğulları üzerindeki haklarını savundu. Babasına saygı gösteren herkesin günahları bağışlanır, annesine saygı gösteren de servet kazanmış olur. Babasına saygı gösteren kendi çocuklarıyla mutlu olacaktır, dua ettiği gün dualarına kulak verilecektir. Babasına saygı gösterenin ömrü uzun olacaktır, annesini rahat ettiren Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmiş olacaktır (Sir 3, 2-6).

 

Oğlum, baban yaşlanınca ona destek ol, yaşamı süresince onu üzme. Babanın aklı zayıflasa bile, ona anlayış göster; sen sağlıklı ve güçlü durumdayken onu hor görme (…). Babasını bırakıp giden kişi kâfir sayılır; annesini öfkelendiren kişi de Rab’bin lânetine uğrar (Sir 3, 12-13, 16).

 

2219 Anne babaya gösterilen saygı bütün aile yaşamında ahengi kolaylaştırır; kardeşler arasındaki ilişkileri de etkiler. Anne babaya olan saygı aile içi atmosferi aydınlatır. “Çocuklarının çocukları yaşlıların tacıdır” (Mes 17, 6). “Birbirinize sevgiyle, hoşgörüyle, sabırla ve tatlılıkla davranın” (Ef 4, 2).

 

2220 Hıristiyanlar inanç armağanını, Vaftiz ihsanını almış oldukları kişilere ve Kilise’ye kabul edilmiş olmalarından dolayı özel bir minnet duygusu içinde olmalıdırlar. Bu kişiler anne babaları, ailenin öteki üyeleri, büyük anne babalar, papazlar, din eğitimi hocaları, diğer öğretmenler ya da arkadaşlar olabilir. “Sendeki içten imanı anımsıyorum. Önce büyük annen Lois’te ve annen Evniki’de olan aynı imanın şimdi sende de bulunduğuna eminim” (2 Tim 1, 5).

 

Anne babaların görevi

 

2221 Evlilikteki aşkın üretkenliği yalnız dünyaya çocuk getirmekle sınırlı kalmamalıdır, ama çocukların ahlâki eğitimine ve tinsel formasyonuna kadar gitmelidir. “Eğitimde anne babanın rolü yeri doldurulamayacak kadar önemlidir.”1 Anne babaların eğitim hakkı ve görevi çok önemlidir ve başkalarına verilemez.2

 

2222 Anne babalar çocuklarını Tanrı’nın çocuklarıymış gibi görmeliler ve onlara kişilermiş gibi saygı göstermelidir. Çocuklarını Tanrı’nın Yasasını yerine getirebilecek şekilde yetiştirmeliler, kendileri de Göklerdeki Baba’nın isteğine uymalılar.

 

2223 Anne babalar çocukların eğitiminden ilk sorumlu olan kişilerdir. Bu sorumluluğu öncelikle şefkatin, bağışın, saygının, sadakatin ve çıkar gütmeyen hizmetin yer aldığı bir yuva kurarak gösterirler. Yuva erdemlerin öğretilmesi için elverişli bir ortamdır. Burada çocuklar gerçekten özgür olmanın koşulları olan özverili olmayı, sağlıklı düşünmeyi ve kendilerine hakim olmayı öğrenirler. Anne babalar çocuklarına “fiziksel ve içgüdüsel boyutları içsel ve tinsel boyutlara”3 bağımlı kılmasını öğreteceklerdir. Çocuklarına iyi örnek olma anne babalar için çok ciddi bir sorumluluktur. Onların önünde kendi hatalarını kabul etmesini bilirlerse, onlara daha iyi yol gösterebilir ve onları daha iyi düzeltebilirler:

 

“Oğlunu seven insan onu sık sık döver; oğluna sıkı bir disiplin uygulayan bunun yararını görür” (Sir 30, 1-2). “Ey siz, babalar, çocuklarınızı öfkelendirmeyin. Onları Rab’bin terbiye ve öğüdüyle büyütün” (Ef 6, 4).

 

2224 Aile çocukları toplum sorumluluğuna ve dayanışmasına hazırlayan doğal bir ortamdır. Anne babalar çocuklarına her toplumu tehdit eden yanlış ve onur düşürücü etkilerinden sakınmalarını öğreteceklerdir.

 

2225 Evlilik sırrının lütfuyla anne babalar çocuklarını Hıristiyanlaştırma sorumluluğunu ve ayrıcalığını almış olurlar. Çocukları için “ilk haberciler”1 durumunda olan anne babalar onlara küçük yaştan itibaren Hıristiyanlığın ilk kurallarını öğreteceklerdir. Küçük yaştan itibaren Kilise Yaşamına katılmalarını sağlayacaklardır. Aile yaşam tarzları bütün ömür boyunca canlı bir imanın desteği ve ilk belirtisi olarak kalacak duygusal tutumları besleyebilir.

 

2226 Hıristiyanlık eğitimi anne babalar tarafından çocuklar daha küçükken başlatılmalıdır. Bu eğitim aile üyelerinin birbirlerine yardım ederek, İncil’e uygun bir Hıristiyan yaşam tarzı sürdürerek inançlarını geliştirmeye çalıştıklarında verilir. Aile içi din eğitimi diğer inanç öğreti biçimlerinden önce gelir, onlara eşlik eder ve onları zenginleştirir. Anne babaların görevi çocuklarına dua etmesini öğretmek ve Tanrı’nın çocuklarından ne istediğini bulmaktır.2 Kilise Efkaristiya cemaati ve Hıristiyan ailelerin litürjik yaşamlarının merkezidir; kilise çocukların ve anne babalarının din eğitimi gördükleri özel bir yerdir.

 

2227 Çocuklar da kendi açılarından anne babalarının kutsallıkta gelişmelerine yardımcı olurlar.3 Hakaretler, kavgalar, haksızlıklar ve terk etmeler söz konusu olduğunda, herkes birbirini usanmadan, cömertçe karşılıklı sevginin gerektirdiği ve Mesih’in sevgisinin istediği gibi bağışlamalıdır.4

 

2228 Anne babaların ilk yıllarda çocuklarına gösterdikleri özen ve sevgi çocuklarını yetiştirme ve onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılama kaygısı olarak kendini gösterir. Çocuklar büyüdükçe aynı özen anne babayı, çocuklarını, kendi akıl ve özgürlüklerini doğru bir şekilde kullanarak eğitmeye götürür.

 

2229 Çocuklarının eğitiminden en önce sorumlu olan anne babaların çocuklarını kendi inançlarına uygun bir okula gönderme hakları vardır. Bu hak temeldir. Anne babaların, çocukları için mümkün olduğu kadar Hıristiyanlık eğitimi verme görevlerine katkıda bulunacak okulları seçme hakları vardır.1 Anne babaların bu hakkını güvence altına almak ve bu hakkın hayata geçirilmesini sağlayan koşulları gerçekleştirmek kamu otoritelerinin görevidir.

 

2230 Rüştlerini ispat etmiş çocukların mesleklerini ve yaşam tarzlarını seçme hakkı ve görevi vardır. Bu yeni sorumlulukları anne babalarının güvenli ilişkilerinde, onlardan fikir ve öğüt isteyerek ve alarak üstleneceklerdir. Anne babalar da çocuklarını ne meslek seçiminde, ne de eş seçiminde zorlamamaya dikkat edeceklerdir. Bu geri planda kalma durumu hiçbir şekilde onlara akıllı öğütler vermeyi engellemez, özellikle de çocukları bir yuva kurmayı düşündüklerinde.

 

2231 Bazıları anne babalarına, ya da erkek ve kız kardeşlerine bakmak için veya bir mesleğe kendilerini daha çok adamak için ya da daha şerefli başka nedenler yüzünden evlenmezler. Bu kişiler insanlık ailesine çok büyük katkıda bulunabilir.

 

IV. Aile ve Tanrı’nın Egemenliği

 

2232 Aile bağları önemliyse de mutlak değildir. Çocuk büyüyerek insani ve tinsel özerkliğine ve olgunluğuna ulaşınca, Tanrı’dan gelen özel çağrı da daha açık ve güçlü olur. Anne babalar bu çağrıya saygı gösterecek ve onu izleme konusunda çocuklarının verecekleri cevabı destekleyeceklerdir. Hıristiyanın birinci görevinin İsa’yı izlemek olduğuna kanaat getirmek gerekir:2 “Annesini ve babasını beni sevdiğinden çok seven, bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven, bana layık değildir” (Mt 10, 37).

 

2233 İsa’nın müridi olmak Tanrı’nın ailesinden olma davetini kabul etme ve onun gibi yaşama demektir: “Göklerdeki Babamın isteğini kim yerine getirirse, erkek kardeşim, kız kardeşim ve annem odur” (Mt 12, 49).

 

Anne babalar çocuklarından birine Tanrı’nın yapmış olduğu ve Egemenliği aşkına Onu bakirelikte, adanmış yaşamda ya da papazlıkta izlemek olan çağrıyı şükranla ve sevinçle karşılayacak ve buna saygı göstereceklerdir.

 

V. Sivil toplumda otoriteler

 

2234 Tanrı’nın dördüncü buyruğu toplum içinde, bizim yararımıza Tanrı’dan bizim üzerimizde otorite kurma yetkisi almış olanlara saygı göstermemizi de buyuruyor. Dördüncü buyruk otorite sahiplerinin olduğu kadar otoriteye tabi olanların görevlerini de açıklıyor.

 

Otorite sahiplerinin görevleri

 

2235 Otorite uygulayanlar bunu bir hizmet olarak görmelidir. “Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkârı olsun” (Mt 20, 26). Bir otorite uygulamasının ahlâklı olup olmadığı spesifik nesnesi, mantıklı doğası ve Tanrısal kökeniyle ölçülür. Hiç kimse doğa yasasına ve insan onuruna aykırı bir şey kuramaz ya da buyuramaz.

 

2236 Otorite uygulaması sorumlu ve özgür bir şekilde davranılmasını kolaylaştıracak bir haklı değerler hiyerarşisini ortaya çıkarmayı hedefler. Üstler huzur ve uyum sağlamak açısından herkesin ihtiyaçlarını ve katkılarını göz önünde bulundurarak herkese bilgelikle ve adilce davranmalıdır. Aldıkları tedbir ve koydukları kuralların kişisel çıkarları kamu çıkarıyla karşı karşıya getirecek şekilde olmamasına özen göstermelidirler.1

 

2237 Politik otoriteler insanın temel haklarına saygı göstermek zorundadırlar. İnsan haklarına saygıyı herkesin, özellikle ailelerin ve ihtiyaç içinde olanların hakkına saygı göstererek ortaya koymalıdırlar.

 

Vatandaşlığa bağlı politik haklar kamu yararının gereklerine göre düzenlenmelidir. Bu haklar meşru ve uygun nedenler olmadan iktidarlar tarafından askıya alınamaz. Politik haklar topluluğun ve ulusun ortak yararı içindir.

 

Vatandaşların görevleri

 

2238 Bir otoriteye tabi olanlar üstlerini, onları yönetime getiren Tanrı’nın temsilcileri olarak görsünler:1 “İnsanlar arasında yetkili kılınmış her kuruma Rab’bin adına boyun eğin. (…) Özgür insanlar olarak hareket edin; ama özgürlüğünüzü kötülük yapmak için bahane etmeyin” (1 Pet 2, 13. 16). Onların dürüst işbirliği vatandaşlara insan onuruna ve kamu yararına zarar verecek gibi görünen şeyler üzerinde haklı eleştiri yapma hakkını, bazen de görevini verir.

 

2239 Vatandaşların görevi özgürlük, dayanışma, adalet ve gerçek ruhu içinde kamu yararı için iktidarlarla birlikte çalışmaktır. Vatan aşkı ve vatana hizmet sevgi düzeninden ve minnettarlık görevinden gelir. Meşru otoritelere boyun eğme ve kamu yararına hizmet vatandaşların politik yaşamda üzerlerine düşeni yerine getirmelerini gerektirir.

 

2240 Otoriteye boyun eğme ve kamu yararı sorumluluğu vergilerin ödenmesini, oy kullanma hakkını, ülkenin savunulmasını ahlâki bir görev haline getirir:

 

Vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını verin (Rom 13, 7).

 

[Hıristiyanlar] kendi vatanlarında ikâmet eden yabancılar gibidirler. Bütün vatandaşlık görevlerini yerine getirir ve yabancılar gibi yükümlülüklerine katlanırlar (…). Yerleşik yasalara uyarlar, yaşam tarzlarıyla yasaları da geçerler (…). Tanrı tarafından kendilerine verilen makam öylesine soyludur ki, onlardan bu makamı almak mümkün değildir.2

 

Havari bizden “tam bir bağlılık ve dindarlık içinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürelim diye”(1 Tim 2, 2) otorite sahibi olan herkes ve krallar için dua ve şükranlarımızı eksik etmememizi istiyor.

 

2241 İyi durumda olan ulusların, ellerinden geldiğince, kendi ülkelerinde bulamayacağı yaşam koşulları ve güvence peşinde olan yabancılara kucak açmaları görevleridir. İktidarlar konuğu, onu kabul edenin koruması altına sokan doğal hakka saygı göstermeye özen göstermelidir.

 

Siyasi otoritelerin, sorumlu oldukları kamu yararını göz önünde bulundurarak göçmen yasasının uygulamasına, özellikle de göçmenlerin göç ettikleri ülkeye olan görevlerini yerine getirmeleri konusunda çeşitli yasal düzenlemeler yapma hakkı vardır.

 

2242 Vatandaşın vicdanen resmi otoritelerin buyruklarına, bu buyruklar ahlâki düzenin gereklerine, temel insan haklarına ya da İncil’in öğretisine aykırı ise uymama zorunluluğu vardır. Resmi otoritelerin taleplerine uymayı reddetme, bu talepler dürüst vicdana aykırı ise Tanrı’ya hizmet ile siyasi kurumlara hizmet arasında ayrımda haklılık oluşturur. “Sezar’ ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” (Mt 22, 21). “İnsanlardan çok Tanrı’ya itaat etmek gerekir” (Hİ 5, 29).

 

Devlet otoritesi kendi sınırlarını aşarak vatandaşlarına baskı uyguladığında nesnel olarak kamu yararının gereğini yerine getirmekte tereddüt edilmemelidir. Devlet otoritesinin kötüye kullanılması halinde vatandaşların kendierinin ve diğerlerinin haklarını, doğa ve İncil yasası tarafından çizilmiş sınırlara saygı göstererek koruma hakları vardır.1

 

2243 Siyasi iktidar baskısına karşı silahlı direniş meşru değildir, ancak şu koşullarda geçerlidir: 1- Temel hakların devamlı, ciddi ve kesin ihlâlinde. 2- Tüm diğer çareler tükendiğinde. 3- Direniş daha da kötü bir kargaşa oluşturmuyorsa. 4- Direnişin başarı şansı varsa. 5- Daha iyi çözümler bulmak mümkün değilse.

 

Devlet ve Kilise

 

2244 Her kurum, üstü kapalı da olsa, yargı kriterlerini, değer sıralamasını ve davranış çizgisini oluştururken insanın belirli bir görünüşünden ve yazgısından esinlenir. Toplumların birçoğu kurumlarını insanın nesneler üzerindeki belirli bir salt üstünlüğüne bağlarlar. Yalnız Tanrısal olarak açınlanan Din, Yaratıcı, Kurtarıcı Tanrı’da insanın kökenini ve amacını açıkça görmüştür. Kilise siyasi iktidarların, yargılarını ve kararlarını Tanrı üzerindeki ve insan üzerindeki bu Gerçek esinine bağlamalarını ister:

 

Bu esinden haberleri olmayan toplumlar, bunu ya Tanrı’ya göre bağımsızlıkları adına reddederek kendi referanslarını ve amaçlarını kendilerinde ararlar ya da bir ideolojiye takılırlar. Tarihin de gösterdiği gibi, bu toplumlar iyi ve kötünün objektif bir kriterinin savunulmasını kabul etmeyerek insan ve onun kaderi üzerinde açıklanmış ya da örtülü totaliter bir rejim uygularlar.2

 

2245 Kilise, yetkisi ve yükümlülüğü nedeniyle, hiçbir şekilde siyasi kurumlarla karıştırılamaz; Kilise insan kişiliğinin aşkın karakterinin koruyucusu aynı zamanda işaretidir. “Kilise vatandaşların sorumluluğuna ve siyasi özgürlüğüne saygı gösterir ve teşvik eder.”1

 

2246 Kişinin temel hakları ya da ruhların esenliği söz konusu olduğunda, siyasi konularda bile Kilise’nin “ahlâki yargıda bulunma” görevi vardır. “Buna; değişik zaman ve durumlarda, İncil’e uygun olması ve herkesin yararına olması kaydıyla her türlü çareye başvurabilir.”2

 

 

 

ÖZET

 

2247 “Anne ve babana saygı göster” (Tes 5, 16; Mk 7, 10).

 

2248 Dördüncü buyruğa göre, Tanrı Kendisinden sonra anne babalarımıza ve bizim iyiliğimiz için bizim üzerimizde otorite sahibi olan kişilere saygı göstermemizi istedi.

 

2249 Evlilik kurumu eşlerin birbirlerine rıza göstermeleri ve birbirleriyle yaptıkları antlaşma ile kurulur. Evlilik ve aile eşlerin mutluluğu, dünyaya çocuk getirme ve onların yetiştirilmesi amacıyla düzenlenmiştir.

 

2250 “Kişinin ve toplumun Hıristiyan ve insani mutluluğu evlilik ve aile kurumunun sağlıklı olmasıyla sıkı sıkıya bağlıdır.”3

 

2251 Çocuklar anne babalarına saygı, minnet, tam bir itaat ve yardım borçludurlar. Anne babaya saygı bütün bir aile yaşamını uyumlu kılar.

 

2252 Anne babalar Çocuklarının dini eğitiminden, ibadetinden ve bütün erdemlerin kazanılmasından ilk sorumlu olanlardır. Çocuklarının maddi ve manevi ihtiyaçlarını mümkün olduğunca gidermek görevleridir.

 

2253 Anne babalar çocuklarının gönül eğilimlerine saygı göstermeli ve onları teşvik etmelidirler. Hıristiyanın birinci görevinin İsa’yı izlemek olduğunu akıllarına getirecek ve bunu öğreteceklerdir.

 

2254 Devlet otoritesi insanın temel haklarına ve özgürce davranma koşullarına riayet etmek zorundadır.

 

2255 Vatandaşların görevi özgürlük, dayanışma, adalet ve gerçek ruhuyla toplumun iyileştirilmesi için siyasi iktidarlarla birlikte çalışmaktır.

 

2256 Vatandaş vicdanen devlet otoritesinin buyrukları ahlâki düzenin gereklerine aykırı ise, bunlara uymak zorunda değildir. “İnsanlardan çok Tanrı’ya itaat etmek gerekir” (Hİ 5, 29).

 

2257 Her toplum yargılarını ve tutumunu insanın bir vizyonuna ve yazgısına göre belirler. Tanrı ve insan üzerindeki İncil ışığından mahrum toplumlar kolaylıkla totaliter toplumlar haline gelirler.

 

5. KONU

 

Beşinci emir

 

Cinayet işlemeyeceksin (Çık 20, 13)

 

Atalarınıza, “Adam öldürmeyeceksin. Öldüren, yargılanmayı hak edecek” denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kardeşine karşı öfkelenen her kişi yargılanmayı hak edecektir (Mt 5, 21-22).

 

2258 “İnsan yaşamı kutsaldır, çünkü başlangıcından beri Tanrı’nın yaratıcı eylemini taşır ve biricik sonu olan Yaratıcı ile daima özel bir ilişki içindedir. Tanrı, başlangıcından sonuna kadar yaşamın tek efendisidir: Hiç kimse hiçbir durumda masum bir insanı doğrudan yok etme hakkına sahip değildir.”1

 

I. İnsan yaşamına saygı

 

Kutsal Tarih’in tanıklığı

 

2259 Kutsal Kitap, Habil’in kardeşi Kain tarafından öldürülüşünün anlatıldığı bölümde,2 insanlık tarihinin başlangıcından beri insanın içinde ilk günahın sonuçları olan öfke ve doyumsuzluğun olduğunu açıklıyor. İnsan benzerinin düşmanı olmuştur. Tanrı bu kardeş katilliğinin ne büyük bir alçaklık olduğunu dile getirdi: “Ne yaptın? Kardeşinin kanının sesi topraktan bana kadar geliyor. Şimdi sen toprak tarafından lanetlendin, o toprak ki kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açtı” (Yar 4, 10-11).

 

2260 İnsanlık ile Tanrı arasındaki antlaşma insan yaşamının Tanrısal armağanlarının ve insanın öldürücü şiddetlerinin hatırlatmalarıyla örülmüştür:

 

Her birinizin kanının hesabını soracağım (…). İnsan kanı dökenin kanı insan tarafından dökülecektir. Çünkü insan Tanrı suretinde yaratıldı (Yar 9, 5-6).

 

Eski Ahit’te kan daima yaşamın kutsal bir işareti olarak görüldü.1 Bu bütün zamanlarda öğretilmelidir.

 

2261 Kutsal Kitap beşinci buyruğa açıklık getiriyor: “Adil kişi ile suçsuzu öldürmeyeceksin” (Çık 23, 7). İsteyerek bir suçsuzu öldürmek insan onuruna, altın kurala ve Yaratıcının kutsallığına yapılmış ağır bir suçtur. Bunu yasaklayan yasa dünyaca geçerlidir: Her yerde, her zaman herkesi bağlar.

 

2262 Dağdaki Vaaz’da İsa bu buyruğa değiniyor: “Öldürmeyeceksin” (Mt 5, 21), ayrıca öfkelenmeyi, kin gütmeyi ve intikam almayı da yasaklıyor. Dahası İsa müridinden öteki yanağını da çevirmesini,2 düşmanını sevmesini3 istiyor. Kendisi de kendisini savunmadı ve Petrus’tan kılıcını kınında bırakmasını istedi.4

 

Meşru müdafaa

 

2263 Kişilerin ve toplumların meşru müdafaası, isteyerek yapılmış cinayet sayılan suçsuzun öldürülmesini yasaklayan yasaya bir istisna oluşturmaz. “Kendini savunma eylemi beraberinde iki sonuç getirebilir: Biri kendi yaşamını korumayı, diğeri ise saldırganın ölümünü. (…) Yalnızca biri istenir; diğeri ise istenmez.”5

 

2264 İnsanın kendisine olan sevgisi ahlâkın temel ilkesi olarak kalmaya devam ediyor. Kendi yaşamını koruma her insanın meşru hakkıdır. Kendi yaşamını koruyan kişi kendisine saldırana öldürücü darbe indirmek zorunda kalmış olsa bile cinayetle suçlanamaz.

 

Birisi kendini savunmak için gereğinden çok şiddete başvuruyorsa, bu meşru sayılamaz. Şiddeti ölçülü bir şekilde geri püskürtülmüşse bu meşrudur (…) Başkasını öldürmemek için ölçülü savunma eyleminden vazgeçmek esenlik için gerekli değildir; zira insan bir yabancının yaşamından çok kendi yaşamına özen gösterir.6

 

2265 Meşru müdafaa, başkasının yaşamından sorumlu olan kişi için bir haktan çok ciddi bir görevdir de. Kamu yararı haksız saldırganı zarar veremeyecek duruma sokmayı gerektirir. Bu bağlamda, devletin meşru kolluk kuvvetleri kendi sorumlulukları altında bulunan topluma saldıranları püskürtmek için silaha bile sarılabilir.

 

2266 Kamu yararının korunması, devletin insan haklarının ihlâlini ve toplu halde yaşamanın gerektirdiği temel kurallara uymayan tutumların yayılmasını engellemek için çaba göstermesini gerektirir. Meşru devlet otoritesinin işlenen suça göre ceza verme hakkı ve görevi vardır.

Cezanın amacı suçun neden olduğu bozukluğu düzeltmektir. Bu ceza suçlu tarafından isteyerek kabul edilirse kefaret değeri vardır. Cezanın, kamu düzenini ve kişilerin güvenliğini sağlamanın dışında tedavi edici özelliği de vardır: Ceza, mümkün olduğunca suçluyu ıslah edebilmelidir.

 

2267 Suçlunun suçu tam olarak kanıtlandığında, insanların yaşamını haksız saldırgandan etkili bir şekilde korumanın tek pratik çözümü saldırganı ölüm cezasına çarptırmak ise Kilise’nin geleneksel öğretisi buna karşı değildir.

Ancak saldırgana karşı kişilerin güvenliği kansız olarak korunabiliyor ve savunulabiliyorsa, devlet bu yöntemlere başvuracaktır, zira bu yöntemler kamu yararı için somut koşullara ve insan onuruna daha uygundur.

Günümüzde, gerçekte, suçu işleyene zarar vermeden, suçlunun pişman olma imkânını kesin bir şekilde elinden almadan suçu etkili bir şekilde önlemek için devletin elinde yeterince imkân vardır. Suçluyu kesin bir şekilde ortadan kaldırma zorunluluğunun ortaya çıktığı durumlar “son derece enderdir, hatta pratik olarak yok sayılabilir.”1

 

Cinayet

 

2268 Beşinci buyruk bilerek ve doğrudan işlenen cinayeti büyük bir günah olarak yasaklar. Caniler ve cinayete bilerek katılanlar göğe intikam nağraları savurma günahı işlerler.2

 

Çocuk katilliği,3 kardeş katilliği, baba katilliği ve eş katilliği doğal bağları kırdığı için özellikle ağır suçlardır. İnsan neslini iyileştirme çalışmaları ya da kamu sağlığı, siyasi iktidarlar tarafından buyurulmuş olsa bile hiçbir cinayeti haklı kılamaz.

 

2269 Beşinci buyruk bir kişinin ölümüne dolaylı olarak sebep olmayı yasaklar. Ahlâk yasası ciddi bir neden olmaksızın birinin hayatını riske atmayı aynı zamanda tehlikedeki bir kişiye yardıma koşmaktan kaçınmayı yasaklar.

 

 

Toplulukların öldürücü açlığı kabul edip de buna yardım için çaba göstermemesi büyük bir suç ve rezil bir haksızlıktır. Kardeşlerini açlık içinde ölüme terk eden tefeci ve bezirgân tüccarlar dolaylı olarak cinayet işlemiş olurlar. Bunların ölümünden onlar sorumludurlar.1

İstemeyerek işlenmiş bir cinayet ahlâki açıdan o kişiye atfedilemez. Bir kişi öldürmek niyetinde olmamış olsa da, mütenasip nedenler dışında davranarak birinin ölümüne neden olmuşsa büyük bir suçla suçlanamaz.

 

Kürtaj

 

2270 İnsan hayatı döllendiği andan itibaren mutlak bir şekilde korunmalı ve ona saygı gösterilmelidir. İnsan, varlığının ilk anından itibaren kişilik haklarına sahiptir, bunların arasında masum varlıkların da ellerinden alınamayacak yaşama hakları vardır.2

 

Ana karnında sana şekil vermeden önce seni tanıdım, sen doğmadan önce de seni kutsadım (Yer 1, 5).

 

Gizlilik içinde oluşturulduğumda ve yerin derinliklerinde örüldüğümde kemiklerim senden saklı değildi (Mzm 139, 15).

 

2271 Kilise birinci yüzyıldan itibaren kürtaj yaptırmayı ahlâka aykırı bulmuştur. Bu öğreti şimdiye kadar değişmedi ve değişmeyecektir. Doğrudan bir kürtaj, kısacası bir çare ya da bir sonuç elde etmek için düşünülen kürtaj ahlâk yasasına son derece aykırıdır:

 

Cenini kürtajla yok etmeyeceksin ve yeni doğan bebeği öldürmeyeceksin.3

 

Yaşamın Efendisi olan Tanrı, insana soylu yaşamı koruma görevi verdi, insan bunu Tanrı’ya yaraşır biçimde yerine getirmelidir. Yaşam döllendiği andan itibaren özenle korunmalıdır: Kürtaj ve çocuk katilliği korkunç suçlardır.4

 

2272 Açık olarak kürtaja katılmak ciddi bir suçtur. Kilise insan yaşamına kasteden bu suçu aforozla cezalandırmaktadır. “Kürtaja girişen ve bunu başarıyla gerçekleştiren aforozla cezalandırılacaktır”5, “Suç komisyonunun kararı gereğince”6 ve Kilise Hukukunun7 öngördüğü biçimde. Kilise bununla bağışlayıcılık alanını sınırlandırmak istememektedir. İşlenen suçun ciddiyetini, masum birinin öldürülmesiyle yapılmış giderilemez zararı anne babalara ve topluma göstermek istemektedir.

 

2273 Masum her insan bireyinin koparılıp alınamaz yaşam hakkı sivil toplumun ve onun yasasının asli bir öğesini oluşturur:

 

“Kişinin geri alınamaz hakları sivil toplum ve siyasi otorite tarafından tanınmalı ve bunlara saygı gösterilmelidir. İnsan hakları ne bireylere, ne anne babaya bağlıdır, hatta toplum ve Devlet tarafından verilmiş bir ödün de değildir; insan hakları insanın doğasına aittir ve soyunu aldığı yaratıcılık niteliğinden dolayı kişiden ayrılmazdır. Temel hakları arasında yaşam hakkını ve her insanın döllendiği andan itibaren ölümüne kadarki fiziksel bütünlüğüne zarar verilmeme hakkını sayabiliriz.”1

“Pozitif bir yasa bir insan kategorisini sivil yasanın korumasından yoksun bıraktığı anda, Devlet yasa önünde herkesin eşit olma ilkesini ihlâl etmiş olur. Devlet gücünü vatandaşlarının haklarını korumak için kullanmadığı zaman, hukuk devletinin temelleri sarsılıyor demektir. (…) Bir çocuk döllendiği andan itibaren korunmalı ve çocuğun yaşamına saygı gösterilmelidir; bu haklar güvence altına alınmalıdır, bu hakların ihlâli yasa tarafından uygun şekilde cezalandırılmalıdır.”2

 

2274 Döllendiği andan itibaren bir kişi gibi davranılması gereken ceninin bütünlüğü korunmalı, mümkün olduğunca her insan gibi tedavi edilmeli ve iyileştirilmelidir.

 

“Doğum öncesi tanı ceninin ve insan fetüsün bütünlüğüne ve yaşamına saygı gösteriyorsa, cenini korumaya ve onu iyileştirmeye yönelikse ahlâki açıdan meşrudur (…). Netice itibarıyla bir kürtaj olasılığını öngörüyorsa bu ciddi şekilde ahlâk yasasına aykırıdır. Bir tanı ölüm hükmüyle eşdeğerde olmamalıdır.”3

 

2275 “İnsan ceninine meşru müdahale ancak ceninin bütünlüğüne ve yaşamına saygı gösterilecekse ve onun için nispet kabul etmeyecek şekilde risk oluşturmayacaksa, onun iyileşmesi, sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve kişisel yaşamını idame ettirmesi durumunda kabul edilebilir.”4

“Yararlanılabilecek biyolojik bir gereç olarak kullanma amacıyla insan ceninleri oluşturmak ahlâk dışıdır.”5

“Kromozomlar ve genler üzerinde yapılan bazı müdahaleler tedavi amaçlı değildir; önceden belirlenecek özelliklere sahip ya da cinsiyeti belirlenen insan varlıklarının oluşumunu amaçlamaktadır. Bu manipülasyonlar insan onuruna, onun yeniden oluşturulamayacak biricik kimliğine ve bütünlüğüne aykırıdır.”1

 

Ötenazi

 

2276 Yaşam fonksiyonları dumura uğramış ya da zayıflamış kişiler özel bir itina ister. Hastalar ya da özürlü durumdaki kişiler mümkün olduğunca normal bir yaşam sürmeleri için desteklenmelidir.

 

2277 Yöntemler ve nedenler ne olursa olsun, doğrudan ötenazi özürlü, hasta ve ölüm döşeğindeki insanların hayatına son vermek demektir. Ötenazi ahlâki açıdan kabul edilemez.

 

Acıyı dindirmek amacıyla ölüme neden olan bir eylem ya da bir ihmal insan onuruna ve insanın yaratıcısı diri Tanrı’ya karşı işlenmiş ağır bir cinayettir. İyi niyetle bu yanlış karar hatasına düşmüş olmak, daima yasaklanması ve dışlanması gereken bu caniyane eylemin niteliğini değiştirmez.

 

2278 Beklenen sonucu verecek masraflı, tehlikeli, olağanüstü ve ölçüsüz tıbbi usullerden vazgeçmek meşru sayılabilir. Bu aşırı tedavi yüklenmesinin reddidir. Bu şekilde ölüme sebebiyet verilmemektedir; yalnız ölüm engellenememektedir. Kararlar, karar verme durumunda ise hasta tarafından, ya da vasi tarafından hastanın meşru çıkarları ve mantıklı isteğine saygı gösterilerek verilmelidir.

 

2279 Ölüm kaçınılmaz olsa da, hasta bir insana uygulanan tedavi yasal olarak kesilemez. Ölmek üzere olan kişinin, günlerini kısaltmak pahasına acılarını dindirecek ağrı kesiciler, hastanın ölmesi doğrudan istenmemişse, ama yalnız kaçınılmaz olarak kabul edilmişse insan onuruna ahlâki açıdan uygun düşebilir. Etkisi geçici olan tedaviler feragat sahibi kişilerin benzerini sevmesinin bir biçimini oluşturur. Bu bağlamda bunlar desteklenmelidir.

 

İntihar

 

2280 Herkes kendi yaşamından Tanrı’ya karşı sorumludur. Yaşamı insana Tanrı vermiştir. Tanrı yaşamın en yüce Efendisidir ve öyle kalmaya devam etmektedir. Tanrı’nın onuru ve ruhlarımızın esenliği için onu korumak, onu aldığımızdan dolayı minnet duymak görevimizdir. Bizler Tanrı’nın bize verdiği yaşamın sahibi değil, kâhyasıyız. Bunun üzerinde tasarruf sahibi değiliz.

 

2281 İntihar insanın yaşamını korumak ve sürdürmek olan doğal eğilimine ters düşmektedir. Benzerini sevme hakkına karşı işlenmiş bir suçtur. İntihar benzerini sevmeye karşı gelmektir, çünkü her zaman taahhüt altında olduğumuz aile, ulus ve insanlıkla olan dayanışma bağlarını haksız yere kırmak demektir. İntihar diri Tanrı sevgisine aykırıdır.

 

2282 Başkalarına örnek olma niyetiyle yapılmışsa, özellikle de gençlere, o zaman intihar bir skandala dönüşür. İntihara bilerek yardımcı olmak ahlâk yasasına aykırıdır.

Ciddi psişik rahatsızlıklar, kaygılar ya da feleğin sillesini yeme, acı çekme ya da işkence görme korkusu intihar eden kişinin sorumluluğunu azaltabilir.

2283 İntihar ederek ölen kişilerin ebedi esenliklerinden umut kesilmemelidir. Tanrı yalnız kendisinin bildiği yollar aracılığıyla onlara esenlikli bir tövbe fırsatı yaratabilir. Kilise kendi yaşamlarına son verenler için dua eder.

 

II. Kişilerin onuruna saygı

 

Başkasının ruhuna saygı: Skandal

 

2284 Skandal başkasını kötülük yapmaya götüren tutum ve davranıştır. Skandal çıkaran kişi benzerinin ayartıcısı olur. Erdeme ve dürüstlüğe zarar verir; skandal çıkaran kardeşini tinsel ölüme sürükleyebilir. Skandal başkasını eylemle ya da ihmalle isteyerek günaha itiyorsa büyük bir günahtır.

 

2285 Skandal özellikle toplumda saygın kişiler tarafından çıkarılmış ve zayıf kişiler de bundan etkilenmişse özel bir rezalete dönüşür. Rabbimiz bu kişiler hakkında şöyle diyor: “Kim bana iman eden bu küçüklerden birini günaha düşürürse, boynuna kocaman bir değirmen taşı asılıp denizin dibine atılması kendisi için daha iyi olur”1 (Mt 18, 6). Skandal görevi

ya da yaratılışı itibariyle başkalarını eğitme ve yetiştirme durumunda olan kişiler tarafından çıkarılmışsa daha da kaygı vericidir. İsa Yahudi vaizlerini ve Ferisileri bu bakımdan kınamaktadır: Onları kuzu postuna bürünmüş kurtlar olarak görmektedir.2

 

2286 Skandala yasa ya da kurumlar, kamu görüşü ya da moda yol açabilir.

Ahlâkın ve dini yaşamın bozulmasına ya da “Tanrı’nın buyruklarına uygun Hıristiyanca bir yaşam tarzını sürdürmeyi, isteyerek ya da istemeden imkânsız kılan toplum şartlarının oluşmasına neden olan yasaları ya da toplumsal yapıyı oluşturanlar”1 bu şekilde skandala yol açabilirler. Hile ile kamu görüşüne istediği biçimi vererek kamuyu ahlâki değerlerden uzaklaştıranlar, öğrencilerini kışkırtan öğretmenler2 ve hileyi, dalavereyi teşvik edici kurallar koyan işletme müdürleri de aynı kategoriye girerler.

 

2287 Yetkisini kötüye kullananlar skandala yol açarlar ve doğrudan ya da dolaylı bir şekilde neden oldukları kötülükten sorumludurlar. “Skandalların olması kaçınılmazdır. Ama skandala neden olan kişinin vay haline!” (Lk 17, 1).

 

Sağlığa saygı

 

2288 Yaşam ve sağlık Tanrı tarafından verilmiş değerli nimetlerdir. Bunlara kamu yararını ve başkasının ihtiyaçlarını göz önüne alarak mantıklı bir şekilde özen göstermeliyiz.

Vatandaşların sağlık sorunu, insanların gelişip olgunluğa erişmelerini sağlayacak yaşam koşullarını elde edebilmeleri için toplumun yardımını gerektirir: Yiyecek ve giysi, konut, sağlık hizmeti, temel eğitim, iş, sosyal hizmet.

 

2289 Ahlâk anlayışı bedensel yaşama dikkat edilmesini istiyorsa da bunu mutlak bir değer yapmıyor. Ahlâk anlayışı her şeyi bedene kurban eden, fiziksel mükemmelliği ve sportif başarıyı putlaştıran beden kültünü uygulamaya yönelik neo-putperest bir kavrama karşıdır. Güçlüler ile zayıflar arasında yaptığı ayıklayıcı seçim, böylesi bir görüş insan ilişkilerini bozabilir.

 

2290 Ilımlılık erdemi her türlü aşırılıktan kaçınmayı gerektirir, aşırı yemek yemeyi, alkolü, tütünü ve ilaçları. Yolda, denizde ya da havada sarhoşken ya da hızlı araç kullanarak başkalarının ve kendilerinin hayatlarını tehlikeye atanlar büyük günah işlerler.

2291 Uyuşturucu kullanımı insan sağlığına ve yaşamına çok büyük zararlar verir. Tıbbi olarak tedavi amaçlı kullanımının dışında büyük bir suçtur. Uyuşturucunun gizli ve yasadışı yolla üretilmesi ve uyuşturucu trafiğinin gizli ve yasadışı yollarla sürdürülmesi utanç vericidir. Uyuşturucuyu üreten de satan kadar suçludur, bu uygulamalar doğrudan uyuşturucuyu teşvik ettiklerinde ahlâk yasasına ciddi şekilde aykırıdır.

 

Kişiye saygı ve bilimsel araştırmalar

 

2292 Kişiler ya da insan grupları üzerinde yapılan bilimsel, tıbbi ya da psikolojik deneyler hastaların iyileşmesine ve halk sağlığına katkıda bulunabilir.

 

2293 Temel bilimsel araştırma uygulamalı araştırma gibi insanın yaratılış üzerindeki beyliğinin anlamlı bir ifadesini oluşturur. Bilim ve teknik insanın hizmetinde ise ve herkesin yararına ilerlemeyi tam olarak gerçekleştiriyorsa değerli kaynaklardır; ne var ki kendiliklerinden yaşamın anlamını ve insanlığın ilerlemesini açıklayamazlar. Bilim ve teknik varlıklarını ve gelişimlerini borçlu oldukları insan için düzenlenmişlerdir; şu halde maksatlarının delilini ve sınırlarının bilincini yalnız kişide ve onun ahlâki değerlerinde bulurlar.

 

2294 Bilimsel araştırmaların ve uygulamalarının ahlâki açıdan yansızlığını ileri sürmek bir hayaldir. Öte yandan, yönlendirici kriterler, ne basit bir teknik etkinlikten, ne başkaların zararına birilerinin çıkarından, ne de, daha kötüsü, egemen ideolojilerden çıkabilir. Bilim ve teknik içerdikleri anlamı itibarıyla ahlâkın temel kriterlerine mutlak saygıyı gerektirmektedir. Tanrı’nın iradesi ve tasarısının öngördüğü gibi, gerçek ve bütünsel mutluluğunun, elinden alınamaz haklarının kısaca insanın hizmetinde olmalıdırlar.

 

2295 İnsan üzerindeki araştırmalar ya da deneyler ahlâk yasasına ve kişilerin onuruna kendiliğinden aykırı olan eylemleri meşrulaştıramaz. Deneklerin geçici rızaları böylesi eylemleri haklı çıkarmaz. İnsan üzerindeki deneyler deneğin yaşamını ya da fiziki ya da psişik durumunu çok ağır ya da kaçınılabilinir bir tehlikeye sokuyorsa ahlâki açıdan meşru değildir. İnsanlar üzerindeki deneyler deneğin ya da o deneğin üzerinde hak sahibi kişinin rızası da alınmadan yapılmışsa, bu insan onuruna aykırıdır.

 

2296 Organ nakli vericinin ya da verici üzerinde hak sahibi olanların tam rızası yoksa ahlâki açıdan kabul edilemez. Organ nakli vericinin maruz kaldığı fiziki ve psişik riskler ve tehlikeler alıcıda beklenen iyileştirmelerle orantılı ise övgüye değer ve ahlâk yasasına uygun olur. Bir insanın bir yerini doğrudan keserek sakat bırakmak ya da ölümüne neden olmak başka insanların ölümünü geciktirmek pahasına da olsa ahlâki açıdan kabul edilemez.

 

Bedenin bütünlüğüne saygı

 

2297 Kaçırmalar ve rehin almalarla terör estiriliyor, tehditle kurbanlar üzerinde dayanılmaz baskılar uygulanıyor. Bu olaylar ahlâki açıdan meşru sayılmazlar. Ayrım gözetmeden tehdit eden, yaralayan ve öldüren terörizm adalete ve Hıristiyan sevgisine son derece aykırıdır. İnsanın suçluları cezalandırmak, insanların itiraf etmesini sağlamak, muhalifleri korkutmak, kendi nefretini tatmin etmek için fiziki ya da ruhsal şiddet uygulayarak işkence yapması insan onuruna ve kişiye saygıya aykırıdır. Sırf tedavi amaçlı tıbben gerekli görülen ampütasyonlar, kesmeler ve sterilizasyonlar dışında gönüllü masum insanların üzerinde yapılacak uygulamalar ahlâk yasasına aykırıdır.1

 

2298 Geçmişte meşru hükümetler tarafından yasayı ve düzeni korumak amacıyla korkunç toplu uygulamalar yapıldı, çoğu zaman Kilise yetkilileri kendi Kilise mahkemelerinde Roma Hukukunun işkence ile ilgili kanunlarını benimsemiş olmalarına rağmen bu durumu protesto etmediler. Bu can sıkıcı olayların dışında Kilise daima bağışlayıcı ve esirgeyici olmayı öğretmiştir; papaz takımına kan dökmeyi yasaklamıştır. Yakın zamanlarda, bu gibi zalimce uygulamaların kamu düzeni için ne gerekli olduğu ne de insanın yasal haklarıyla bağdaştığı ortaya çıkmıştır. Tersine, bu uygulamalar insanı bayağılaştırır. Bunların ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır. Hem kurbanlar için hem de cellatları için dua etmek gerekir.

 

Ölülere saygı

 

2299 Ölüm döşeğinde olanlara, huzurlu ve onurlu bir şekilde son anlarını geçirmelerine yardımcı olmak amacıyla dikkat ve özen gösterilmelidir. Yakınlarının duaları onlarla birlikte olmalıdır. Yakınları hastaların diri Tanrı’yla karşılaşmalarını hazırlayacak Kilise sırlarını uygun zamanda almalarına dikkat etmelidir.

 

2300 Merhumların bedenlerine diriliş imanı ve umudu ile saygı ve sevgi gösterilmelidir. Ölülerin defnedilmesi insan bedenine gösterilen bir saygıdır;2 defin Kutsal Ruh’un tapınakları olan Tanrı’nın çocuklarını onurlandırır.

 

2301 Cesetlere otopsi yapılması, yasal işlemler ya da bilimsel araştırmalar nedeniyle ahlâki açıdan kabul edilebilir. Ölümden sonra organ bağışı yasaldır, hatta övgüye değerdir.

Kilise ölülerin yakılmasına, yakılma olayı bedenlerin dirilişi ile ilgili imanın inkârına işaret etmiyorsa izin verir.1

 

III. Barışı koruma

 

Barış

 

2302 Rab, “Öldürmeyeceksin” (Mt 5, 21) buyruğunu anımsatırken insanları yürek huzuruna davet etmekte ve öldürücü öfkenin ve kinin ahlâk dışılığını herkese duyurmaktadır:

Öfke bir intikam duygusudur. “Cezalandırılması gereken birine zarar vermek amacıyla intikam almayı arzulamak yasaktır”; ama “adaleti korumak ve kusurların düzeltilmesi için”2 ceza uygulamak övgüye değerdir. Öfke benzerini kasten öldürmeyi ya da ağır yaralamayı istemeye kadar götürüyorsa, o zaman tam bir sevgi eksikliği oluşmuş demektir; öfke bu durumda öldürücü günahtır. Rab diyor ki: “Kardeşine karşı öfkelenen her kişi yargılanmayı hak edecek” (Mt 5, 22).

 

2303 Bile bile nefret etmek sevgiye aykırıdır. İnsan nefret ettiği benzerinin kötülüğünü bile bile istiyorsa günah işliyor demektir. İnsan nefret ettiği benzerinin zarara uğramasını bile bile istiyorsa ağır günah işliyor demektir. “Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin; ancak bu şekilde göklerdeki Babanızın oğulları olabilirsiniz…” (Mt 5, 44-45).

 

2304 İnsan hayatına saygı gösterilmesi ve insan hayatının gelişmesi için barış gereklidir. Barış yalnızca savaşın olmadığı, düşman kuvvetleri dengede tutmayı güvence altına alan bir ortam değildir. Barış, yeryüzünde kişilerin mülkleri korunmadan, insanlar arasında özgürce iletişim sağlanmadan, kişilerin ve halkların onurlarına saygı gösterilmeden ve insanlar arası kardeşlik sağlanmadan gerçekleşemez. Barış “düzenin huzurudur”3. Barış adaletin4 eseri, sevginin5 sonucudur.

 

2305 Dünya barışı mesihçi “barış Prensinin” (İş 9, 5), Mesih’in barışının imgesi ve meyvesidir. Mesih Haç üzerinde dökülen kanıyla, “kendi bedeninde düşmanlığı yıktı”6 (Ef 2, 16), Tanrı’yla insanları barıştırdı ve Kilisesini insan soyunun bütünlüğü ile Tanrı’yla olan birliğinin sırrı yaptı. “O barışımızdır” (Ef 2, 14). İsa “Ne mutlu barışı sağlayanlara!” (Mt 5, 9) diyor.

 

2306 Şiddetten ve kan dökmekten vazgeçenler ve insan haklarını korumak için en acizlerin elde edebileceği savunma yöntemlerine başvuranlar, başka insanların ve toplumların haklarına zarar vermek kaydıyla İncil’deki sevgi yasasına göre davranmış olurlar. Bu da şiddete başvurmanın arkasında bıraktığı tahribat ve ölülerle ne denli ağır fiziksel ve ahlâki hasarlara neden olduğunu gösterir.1

 

Savaşı engellemek

 

2307 Beşinci buyruk bile bile insan yaşamına son vermeyi yasaklar. Her savaş beraberinde adaletsizlik ve kötülük getirir. Kilise ısrarla herkesi, Tanrısal İyilikten bizleri bu antik savaş esaretinden kurtarması için dua etmeye ve bu konuda çalışmaya davet eder.2

 

2308 Her hükümet görevlisi ve her vatandaş savaş engellemek için çalışmak zorundadır.

“Savaş tehlikesi var oldukça ve uluslararası yetkili otoritenin savaşı önleyecek yeterli kuvveti olmadığı sürece hükümetlerin, her türlü barış girişimlerinin tükendiği durumlarda meşru müdafaa hakkını kullanmalarına engel olunamaz.”3

 

2309 Askeri güçle yapılan bir meşru müdafaanın kesin koşulları katı biçimde incelenmelidir. Böylesi bir kararın ciddiyeti ancak aşağıdaki katı koşullar yerine getirildiği taktirde ahlâki meşruluk kazanır.

- Saldırgan tarafın ulusa ya da ulusların halklarına verdiği zarar sürekli, ağır ve kesin olduğu durumda.

- Zararı sona erdirmek için başvurulan diğer her çarenin uygulanamaz ve etkisiz olduğu durumda.

- Ciddi başarı koşullarının bir araya gelmesi durumunda.

- Silahların kullanılmasının yok edilmeye çalışılan kötü durumdan daha büyük kötülüklere ve hasarlara neden olmaması durumunda. Modern tahrip aletlerinin gücü meşru müdafaaya karar vermeden önce çok düşünmeyi gerektirir

 

Bu koşullar “Haklı savaş” denilen savaş doktrininde sıralanmış geleneksel öğelerdir.

 

Bu ahlâki meşruiyet koşullarının değerlendirilmesi kamu yararı yükümlülüğünü üzerlerine almış olanların ihtiyatlı yargısına bağlıdır.

 

2310 İktidarların bu gibi durumlarda vatandaşlarına ulusun savunmasında gerekli bazı yükümlülükler getirme görevi ve hakkı vardır.

Vatanlarına hizmet için asker yaşamını seçenler halkların özgürlüğünü ve güvencesini sağlayan görevlilerdir. Görevlerini doğru şekilde yerine getirirlerse, gerçekten ülkenin yararına ve barışın korunmasına çalışmış olurlar.1

 

2311 İktidarlar, vicdani nedenler yüzünden ellerine silah almayı reddedenlere karşı hakkaniyetli davranacaklardır. Bu kişiler topluma başka şekilde hizmet edebilirler.2

 

2312 Kilise ve insan aklı silahlı çatışma boyunca ahlâki yasaların geçerliliğini koruduğunu ilan ederler. “Savaş kötü bir şans eseri çıktığı için savaşan her iki tarafta da her şeyin mübah sayılması gerekmez.”3

 

2313 Savaşa katılmayanlara, yaralı askerlere ve savaş esirlerine insanca davranılmalı ve onlara saygı gösterilmelidir.

İnsan haklarına ve evrensel ilkelere bile bile aykırı davranmak, bu yönde emirler vermek suçtur. Körü körüne itaat bu emirleri dinleyenleri haklı çıkarmaz. Bir halkın, bir ulusun ya da etnik bir azınlığın soykırımı ölümcül günah olarak kınanmalıdır.

 

2314 “Ayrım gözetmeksizin kentleri, bütünüyle ve sakinleriyle birlikte geniş yerleşim bölgelerini yıkmaya yönelik her savaş eylemi Tanrı’ya ve insanın kendisine karşı işlenmiş bir cinayettir. Bu anında ve tereddüt edilmeden kınanmalıdır”.4 Modern savaşın bir tehlikesi de, gelişmiş teknik silahları, özellikleri atom bombasını, biyolojik ya da kimyasal silahları elinde bulunduranlara böylesi cinayetleri işleme fırsatı vermesidir.

 

2315 Silahlanma birçokları için olası düşmanları savaşmaktan caydırmak için kullanılan paradoksal bir tutum gibi görünür. Birçokları silahlanmayı uluslar arasındaki barışı güvence altına alacak en elverişli çarelerden biri olarak görmektedir. Bu caydırma yöntemi beraberinde ağır ahlâki ihtiyatı da getirir. Dünyadaki silah satışları barışı güvence altına almaz. Savaş nedenlerini yok edeceğine onları daha da artırır. Hep yeni silahların yapılması için harcanan büyük paralar muhtaç halkların sıkıntılarına çare olmaya engel oluşturur;1 halkların gelişmesini engeller. Aşırı silahlanma çatışma nedenlerini çoğaltır ve savaşa hazırlanma tehlikesini artırır.

 

2316 Silah üretimi ve silah ticareti uluslararası topluluğu ve ulusların kamu yararını ilgilendirir. Bu nedenle, bunu yasal olarak düzene sokmak hükümetlerin görevi ve hakkıdır. Kısa vadeli şahsi ya da kolektif çıkar peşinde koşmak uluslar arasında çatışma ve şiddet nedeni olacak ve uluslararası hukuk düzenini tehlikeye düşürecek girişimleri meşru kılamaz.

 

2317 Ekonomik ya da sosyal düzendeki aşırı eşitsizlikler ve haksızlıklar, insanlar ve uluslar arasındaki gurur, güvensizlik ve çekemezlikler barışı tehdit eder ve savaşa neden olur. Bu bozukluğu yaratan kötülükleri yenmek için yapılacak her şey barışı tesis etmeye ve savaşı engellemeye yardımcı olur:

 

İnsanlar günahkâr oldukları sürece, savaş tehlikesi olacaktır, bu durum İsa’nın dönüşüne kadar sürecektir. Ancak, insanlar sevgide birleşerek günahı alt ettikleri sürece şiddeti de şu sözlerin gerçekleşmesine kadar alt edeceklerdir: “Kılıçlarını saban demiri, mızraklarını da bağcı bıçağı yapacaklar. Ulus ulusa karşı kılıç çekmeyecek ve artık cengi öğrenmeyecekler”2 (İş 2, 4).

 

ÖZET

 

2318 “Bütün canlıların ruhu ve bütün insanlığın soluğu [Tanrı’nın] elindedir” (Ey 12, 10).

 

2319 Bütün insan hayatı, döllendiği andan ölümüne kadar kutsaldır, çünkü insanın kendi özgür iradesi olsun istendi ve insan kutsal ve diri Tanrı’nın benzerinde ve suretinde yaratıldı.

 

2320 Bir insanı öldürmek insan onuruna ve Yaradan’ın kutsallığına karşı işlenmiş bir suçtur.

 

2321 Öldürme yasağı bir haksız saldırganı zararsız hale getirme hakkını geçersiz kılmaz. Meşru müdafaa başkalarının hayatından ve kamu iyiliğinden sorumlu kişi için ciddi bir görevdir.

 

2322 Çocuğun döllendiği andan itibaren yaşamaya hakkı vardır. Doğrudan kürtaj, kısacası bir amaç ya da bir çare olarak istenilen kürtaj, ahlâk yasasına ciddi şekilde aykırı “utanç verici bir uygulama”dır1. Kilise insan hayatına kasteden bu davranışı aforozla cezalandırmaktadır.

 

2323 Döllendiği andan itibaren bir kişi olarak kabul edilmesi gereken ceninin bütünlüğü korunmalı, diğer insanlar gibi tedavi edilmeli ve iyileştirilmelidir.

 

2324 Kasten ötenazi, nedeni ve biçimi ne olursa olsun bir cinayettir. İnsan onuruna ve Yaratıcısı olan diri Tanrı’ya yapılan bir saygısızlıktır.

 

2325 İntihar adalete, umuda ve sevgiye ciddi şekilde aykırıdır. Beşinci buyruk tarafından yasaklanmıştır.

 

2326 Skandal, eylemiyle ya da ihmaliyle başkalarını günaha düşürüyorsa ciddi bir suç oluşturur.

 

2327 Savaşın meydana getirdiği kötülük ve haksızlık nedeniyle herkes savaşı engellemek için mantıki ne varsa yapmak zorundadır. Kilise, “Rab, bizleri açlıktan, salgın hastalıktan ve savaştan kurtar” diye dua eder.

 

2328 Kilise ve insan aklı ahlâk yasasının silahlı çatışmalarda da geçerliliğini koruduğunu söyler. Kişilerin haklarına ve evrensel kişilik ilkelerine bile bile kastetmek suçtur.

 

2329 “Silahlanma yarışı insanlığın ciddi bir yarasıdır, yoksullara onarılamaz biçimde zarar vermektedir.”2

 

2330 “Ne mutlu barışı sağlayanlara, çünkü onlara Tanrı’nın çocukları denecek” (Mt 5, 9).