HZ.  ALi VE ON iKi iMAM DÜŞÜNCESI

              

 Anadolu Alevi ve Bektaşi'liğinin temelini oluşturan, ona bir inanç kurumu niteliğini kazandıran imamlık­tır. Bu kurum  on iki imamla sınır­lan­dı­rılmı­ştır. Bu kurum Ali'den başlar ve Muham­med Mehdi ile son bulur. Imamlar Ali'­ nin soyun­dan gelme­dir­ler. Bu zat­ların ayrı ayrı olgunluk aşamaları ve ayrı ayrı özellik­leri vardır.  Dünyadaki bütün Alevi kurum­larının tek  ortak yanı on iki imam sevg­isi­dir. Sözlük anlamı ile imam; bir inanç topluluğunun öncüsü, başı, veya önderidir. O'nun  varlığında dile gelen, biçimlenen in­ançlar o  yolun veya tarikatın özünü oluştu­rur. 

İslam düşüncesine göre imam; üstün nitelikleri taşıyan, Tan­rı'ya yakın kimsedir. İslam'a göre ilk imam Peygamber HZ. Muhammed'tir. Zaten imamlık kavramı da Hz. Muhammed'le ortaya çıkmıştır. Bunu son veda konuşmasında      Hz. Ali'yi yerine vekil yani imam tayin etme­siyle başladığını görmektey­iz.

 Burada bir örnekleme de Halife Harun Reşit döneminde düzen­lenen bir dini tartışmada  (Bu tartışmaya bütün mezhep­lerin önder­leri katılmış örneğin; imam Şafii, imam Hambe­li, Bağdat ulaması Ibrahim Halit 'Hanefi mezhebinden ve  Ehlibeyt düşmal­ığı ile ünlü' ve pek çokları)  tartışanlarca ortaya atılan "i­maml­ık kimin  hakkı" ile ilgili soru gereği Hüsni­ye şu yanıt veriyor[1]

Peygamber'in  vasisi, yardımcısı ve halifesi ve müslüman­ların imamı (önderi) olan zat, Hz.ibra­him peygambe­rin neslin­den olup, babaları ve ecdadı asla puta tapmayan ve temizlik  üzre doğ­mak, iman ve inancı doğru olmalı, marifet ve ilim sahibi olup kuvvet,nevsi ve esrarı ilahi gayb'­tan haber verme­li. Güzel  ahlaklı ve edepli olmalı.  Dünyanın başlangıç  ve sonu hak­kında bilgisi olmalı.Sabır, bilim ve itaat'a alışkın olmalı. Şüpheden kaçına. iyilik seven ve cesur olmalı. ilmi'y­le,mâsumi'yeti ile (günah­sız olması ile) temizliği ile,hikmet ve takva'sı  (arınmış olması) ile tanınmış olmalı. Kâfirler, zalimler, müna­fıklar (iki yüzlüler) ve cebbar­lar (zulm sahip­leri)nin yanında  büyük ve azametli, heybetli olmalı. inanan­lar yanında kıymetli, arınan­ların yanında alçak gönüllü  ve  takvalı olarak bulumnması gerek. Sahip olduğu  şeyi Tanrı yolunda harcamalı. Kur'ani Kerim'in  müşkilat (zor yorumlanan ayetlerini) ve tahki­ katını (Hakiki anlamını) güzel­ce bilmeli. Her zaman yoksul ve perişan durumda olanlarla konuşmalı. Geçmiş ve gelecek hakkın­da insanlara haber vermeli.Tanrı'yı ve de peygamberini fazlasıyla sevmeli. Imamların nitelikleri böyle olmalıdır.

 İmam Ali hakkında hem dost ve hem de düşman tarafından, Hem de Hz. Peygamber'den de pek çok hadisler rivayet edilmiştir. O, islam dinini ayakta tutmak için sa­vaşların hepisinde müşrik ve münafıkları öldürüp asla savaştan kaçmamıştır. Peygaber ise  O'nun  bir kılıç vuruşunu, insan­ların ve cinle­rin yaptıkları hayırdan üstün olduğunu açıklay­arak O'nu göz nurum, amcamın oğlu ve kardeşim gibi sözlerle anmış­tır.  

Alevi'lere göre imam, üstün nitelikleri taşıyan, Tanrıya yakın kimsedir. Iste bu nite­likleri yüzünden insan-üstü yetki leri vardır.

Anadolu Alevi'lerine göre ise "imam" kavramı daha çok Hz. Ali ile başlar. Onun adı çevresin­de oluşturulan bir inanç kurumu­nun temelini oluşturur. Bunlara göre "imam" insan-üstü nite­likleri taşıyan, Tanrı'ya yakınlığı bulunan kutsal kişi­dir. O'nun görevi, sadece toplumu  yönetmek değil, o olgunluk merte­besinde(Kâmil insan) olduğundan Tanrı'ya en yakın kimse­dir. Olgunluk derecesi bakımından en yüksek aşa­madadır.işte bu nitelikleri ile imam, Tanrı'nın sevdiği kişi­dir. Bu yüz­dendir ki eylemlerinden dolayı sorumlu tutulamaz. o ölüm­süz­dür,yüce­dir, Uludur. O'nun bütün buyruklarını yerine getirmek, izinden ayrılmamak inanç gereğidir. Tanrı katında kendi­sine inanan insanların suçlarının bağışlanması için tek aracı ve tek yardımcıdır.                

Alevi'lerde tarikata girmek, yani yoloğlu  olabilmek için on iki imam konusunda kesin  inanç taşıması gerekir. Kısacası inançlı olunması için Ali ve Ali soyundan gelen on iki imam'ı sevmesi ve onlara inanması gerekir. Bu inancın başlangıcı ve yüce doruğu da Hz. Ali­'dir. 

Hz. ALi (Murteza, Ibn Ebu Talip)

Hz. Ali, HZ. Muhammed'in amcasının oğlu ve damadıdır. Yazılı kaynaklara göre 598 de doğmuştur. 661 yılın­da şehit edil­miştir. İslamiye­ti ilk kabul edendir. Kendisine sağlığında cennet müjdelenen on kişiden biridir.[ aşere-i mübeşşere'den] Peygamber'e en yakın kişidir. Peygamber'in yaşadığı süre içinde o'nun yanın­dan ayrılmamış, bütün savaşlara katılmış, üstün başarılar gös­termiştir. Bu yüzden kendisine Tanrı'­nın ars­lanı [eşedullah] ünvanı verilmiştir Bilgili, irfan sahibi oluşu nedeniyle, olayları derin­lemesine inceler, onu geniş kapsamlı ve do_ru yorumlayan bir kişiliğe sahip­ti. Bu nedenle  de kendisine [Arif-i Billah] denmiştir. 

Hz. Ali'nin bu meziyetlerinin yanı sıra  daha bir çok üstün meziyetleri vardır. Yani Hz.Ali yi_it, dürüst,bilgili,irfan sahibi olma özelliklerinin yanısıra, o, düzgün ko­nuşan, Sözl­er­inin ölçülü ve etkileyici oluşu, şiir yazma­sı, düz yazıda da çok başarılı oluşu ve Arapça­'nın tüm inceliklerine sahip oluşu gibi meziy­etler o'nu üstün kılmıştır. Zaten Alevi­liğin rahat taraftar bulmasıda Hz. Ali'nin bu ve daha ileride değin­eceğim bir çok üstün  niteliklerinden kaynaklanmıştır.  

Hz. ALi HAKINDAKi iNANIŞLAR 

Hz. Ali  Varoluş ötesi bir varlıktır. Muhammed ile Özdeştir.batini inanışına göre, Ali ile Muhammed Tanrı tarafından Adem'den önce, aynı ışık parçasından yaratılmışladır.[2]  Bir başka deyişle, Ali adem soyundan değildi­r. Adem'de vücut bulmuş, varoluş ötesi bir melektir. Bu varoluş ötesi melek olarak, Muham­ed'le eşittir. Bu Melek kişiliği önce Adem'e verilir. Ondan gelen soyun belirli bir halkasında meleksel yetenek­ler, günlük yaşamda fark edilmeyecek kadar azalmış olarak devralır. Tanrısal ışığın taşıyıcıları artık beden­lenmiş, ete ve kemiğe bürünmüştür.

 Ayni görüş, Anadolu Alevilerinde de mevcuttur. Mitelojik söy­lenceye göre, yer gök tufanken, yani karalar yokken yeşil bir kubde bir nur vardı. Cebrail uzun dönüşlerden sora Tan­rı'nın izniyle kubbeye konabildi. Ve oradaki nura bürünmüş kadına sordu."Siz kimsiniz. Kadın yanıtladı. Başımdaki taç Muhamed Mustafa, belimdeki kemer Ali el Murtaza, kulağımdaki  küpeler Hasan ve Hüseyin, ben  ise, Fatimat-ün Zehra"  dedi. Yani bu meleksel olgu yeşil kubbede  Hz. Muhammed ve Ehlibeyt' te mevcuttu.(a­levi - Bektaşi şirinden, özelikle Harabi'nin şiirlerin­de)                                   

  Yukarıdaki Muhammed ve Ali'in Meleksel  olgusu ile ilgili olarak, Pr, De Jong, "Yazı ve Resimlerin Dili ile ALi"

adlı konferasta Hz. Ali'nin doğumu ile ilğili olarak ; “Hz. Ali'nin annesi Fatima Ali'ye hamile kaldı. Bunu duyan Hz. Muhammed , Ali'nin doğumu süresince Fadime'ye yardım ediy­ordu. O Ali'nin doğumunun tüm sorum­luluğunu üstlenmişti. Hz.Muham­med her gün yengesi Fatima'ya uğruyor ve durumu öğreniyo­rdu.Hz. Muhammed'din bu 5geliş gidişinde Kimsenin önünden ayağa kalkmayan Fatima. Hz. Muhammed'din önünde istemese dahi kalk­mak zorunda kalıyordu. Bu durun Ali'nin doğumuna kadar devam ediyordu. Bu durumun nedeni Fatima'ya sorulduğundan, Bilmiyo­rum. Ben            kalkmak istemesemde karnımdaki bebek ayak­larını kar­nıma dayıyor ve beni zorunlu olarak ayağa kaldırı­yor. Diyor. Ve nihayet doğum günü geliy­or. Fatima'yı doğum yapmak üzere kâbeye götürüyor.Üstünden kapıyı kilitliyor. Hz. Muhammed kendi­si de geçip kapının önünde bekliyor. üç gün sora kapı açılıyor. Fatima kucağında bebek  Ali ile görünüyor. Hz. Muhammed kalkı­yor,  yengesine doğru yürüyor. Bebek Ali'nin yanına  geldi_i zaman, bebek Ali Annesinin kollarında doğrulu­yor ve Hz. Muham­medi selamlıyor. 

Yine aynı konuşmasında; Bir gün Muhammed peygamberliğini ilan etmek için akrabalarını  topluyor. Onlara yemek yediriyor. Yemekten sonra akrabalarına, kendisine vahinin geldiğini, kendisinin Al­lah'ın elçisi olduğunu ve nanmalarını söylüyor. Akraba­ları;"Bizim  Muhammed delirdi" diyorlar. Muhammed üzülüyor. Oyuncakları ile oynamakta olan beş yaşındaki Ali, oyuncak­larını bırakıyor ve akrabalarına dönerek;"Ben Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna inanıyorum.  Sizde inan­malısınız" diyor. Bunun üzerine akraba­ları Hz. Muhammed'e bihat ediyor ve ona inana­rak Peygam­berliğini ilan ediyorlar.  

Pr. De Jong ve Batiniler ve Anadolu Alevi'lerin  an­latımlarına baktığımızda ilahi bir gücün  varlı­ğını görmekteyiz. Akraba olan Ali ve  Muham­med varoluş ötesine aittirler. öyle ise, bu ışık parçası büyük babalarına, oradan da  ikiye bölünerek babalarına bölü­nmüştür. Bu ışık Hz. Muham­med'ten Kızı hz.Fatma'ya oradan da torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e, Hz. Ali'den de oğull­arı Hz.Hasan ve Hz. Hüseyi­n'e geçmiştir. Çünkü Hz. Muhammed bir hadisi şe-

 ri­f'inde ve Kur'an da belirtildiği gibi "Benim soyum Hz. Fatma'dan devam edecektir" demiştir.            

İşte bu ışık ,  Hz. Hasan ve HZ. Hüseyin aracılığı ile on iki imama intikal et­mişt­ir. Bunun sonucu  olarakta insan kimli_indeki meleksel güç ortaya çıkmıştır. Yani Hz. Ali Meleksel yetenekler pot­asında yoğrulm­uştur. Yani bu ilahi ve meleksel  yetekler onda vardır. "Konuşan  Kur'an" olarak Ali, Yazılmış. Bütün Kutsal kitaplar­dan daha Kutsaldır.

 

Batiniliğe göre Kur'an Nedir?

Bir çok hadis'te görmekteyiz ki bu meleksel güç ve yetenek­ler, Hz. Muhammed aracılığıyla zerrecikler halinde Hz. Ali'ye verildi­ğini, Aliyi bilgili ve  konuşn Kur'an haline getirdiği yazılmaktadır.  Buradaki anlatımla  yola çıkars­ak, Hz.Ali ve Muhammed özdeştir.  Aynı kademededirler.Bu yoruma birazda "Konuşan  Kur'an olarak Ali" kavramından hareketle Anado­lu Aleviliği'nin felsefi düşüncesini oluşturan Radikal Batini'lerin Kur'anı yorumlayış   durumu­na bakmakta yarar vardır.Radikal Batini'cilik, Kur'anı  Hz.Muhammed'in Meleksel bilgi­leri olarak açıklamakta­dır. Bu açıklamalarını mürütlerine şu yollarla aktarmıştır. 

a) Ayetler şeklinde. [Vecd durumundayken eski Arap şiir sanatı ve veznindeki konuşmaları.]

b) Düz yazı olarak. [Hz.Muhammed burada yüksek bilgisini basit bir insan olarak değil, bir melek olarak aktarmaktadır.]

c)    Gizli bilğiler biçiminde Hz. Ali'ye vermiştir.

Böylece Peygamber'in mürütleri bu bilgilerin bir kısmını alır­ken, Hz.Ali,  Hz.Muhammed'in bütün bilgile­rini almıştır. Ali olmasaydı İslama inananlar mutlaka yollarını şaşırırladı. Bunun içindir ki Hz.Ali "Konuşan Kur'andır".                                 

 Hz. Ali, Hz.Mu­ham­med'in çarpıtılmış ayetlerini  içeren, Osman Kur'anından daha kutsaldır.  Burada da görüldüğü gibi, Radikal Batini'cilik bir çok şeyi çok açık olarak söylemişlerdir.

Birince neden olarak; Osman'ın Kur'anı, Hz.Muhammed'in Ayet­lerinin çarpıtılmış şekli olduğu için mevcut Kur'an rededi­liyor.

İkici bir neden olarak ta;  Ali ile ilgili bölümlerin, Osman kur'a­nından çıkarılmış olması.

Üçüncü bir neden ise;  Hz.Muhammed'in demo­kratik, hümanist ve eşit pay­laşımcı düşüncelerinin  Os­man'nın Kur'anında yer alma­ması.

 

Batinilere göre;  Osman'ın Kur'anı çarpıtırılmış bir kurandır. Kura'nın derlenmesi sırasında önemli bölümler, özellikle Ali ile ilgili bölümler, Hz.Muhammed'in demokratik ve hümanist görüş­lerini içeren bölümler bilerek alınmamış­tır. Geriye kalan kısımlar ise,  temasal ve krono­lojik olarak­ta bir kaosa çe­vril­miş, anlamını bütünüyle değişt­irecek bir çerçeve içine  sokul­muştur. Bununla yetinilmemiş  Emevi Hanedanlığı, Osman Kur'a­nının dilin­de de çarpıtma­lar yapmıştır.  Şimdiki Kur'an, Osman  ve emeviler ta­rafından özsel ve dinsel olarak   değişti­rilmiş, bir Kur'andır.  Öyle ise, Hz. Muhammed'in ayetlerini içeren  meleksel bilgiler­den oluşan kutsal Kur'an  mevcut değildir. Buna göre kutsal kitap Ali'dir. Dolayısıyla imam'lardır. Şayet imam mevcut  değil­se, olgunluk derecesine erişmiş "Kamil İnsan'dır."

 

Kamil insan'ın Alevi-Bektaşi'likteki  anlamına daha sonra deği­neceğim. Yani insanlar her hanği bir "kutsal kitaba değil, yaşayan imam'a veya yaşayan kamil insan'a  yönelmeli­dir. Yaşayan kamil insan, Muhammed'in meleksel bilgilerine hakim olan, Ali'nin bilgilerini taşıyandır.

 

Batiniliğin bu bakış açısı ile baktığımızda, Anadolu Aleviliğinde de  aynı savı görmekteyiz.  Anadolu Aleviliği'nde de Kur'an için hilefet  doğmuş, Os­man'­nın Kur'anı rededilmiştir. Yani İslamın koyduğu zorunlu ve yasakçı şart ve kurallara uyulmamıştır. Aleviler onu, her zaman Arap uydurması, Emevi düzmecesi olarak yorumlamışlar. Örneğin; beş vakit namaz, Ramazan orucu, haram olarak gördüğü yiyecek ve içecek, cami. kısacası, şeriat denen tüm kuralları red et­miş­lerdir.  Daha açıkcası;  H.Bektaşi Veli'yi "Mürşüdü Kâmil" olarak görmüş ve onun öğretisi  doğrultusunda, onun koyduğu kurallarla inancını  bugünlere denk sürdürmüşlerdir.  İleri sürülen savların daha iyi alaşılabilmesi için yu­karıda bahsi geçen  "Südür" ve "Kâmil insan" düşücesine açıklık getir­mek  için bu kavramlara değinmeden edemeyiz.  Adı geçen kavram­ları şu nedenle önemli buluyorum. Çünkü  bu kavramlar Aleviliğin inanç olarak temelini oluştu­ruyor.   

Alevi- Bek­taşi'liğin dört temel öğret­isi şunlardır.

1. Südür teorisi (Bütün varlıkların Tanrıdan, ondan bir şey eksilmeksizin çıkması.)

2. Kamil insan teorisi.

3. Ali Aşkı.

4. Şeriatın reddi. (Onun yerine eski Anadolu halklarının kural­larını geçerli kılmak.)

 Alevi'lerin Ali Aşkı; bütün müslümanlarca benimse­nir. fakat onlar bir yanlış saplantıya kapılarak Alevi'lerin Ali'yi Tan­rı'laştırdığını söylemektedirler. Halbuki daha önce de söyle­di­ğim gibi böyle bir şey yoktur. Alevi'lerin söylemek istediği, Ali'nin Muhammedin meleksel  bilgilerini alması ve o'nun islam tarafından  kabul edilen, yiğitlik (Tanrı'nın Aslanı),        bilgi­lik (A­rif-i billah), bağlılık (Sadık) gibi özel­liklerin­den dolayı, Ali'yi tanrı'­ya en yakın kişi olarak görme­leri on­ların Ali'yi tanrı­laştır­dığı anlamı vermi­yor. Alevilerin,  Suni İslamın ileri sürdüğü şeriat'a  en küçük  ayrıntı­sına kadar uyul­masının tanrı tarafından emra­dildiğini söyledikleri ibadet ve da­vranış biçimlerine  karşı olama­larından dolayı, Alevi'lere bir dizi ifti­rayı da bera­ber­inden  getirmiştir. Örneğin mum söndürme. Ana-bacıyı

tan­ımama gibi. Çünkü bunlar, Alevilerin uyguladığı uy­ulmasını zorunlu gördüğü Südür ve Kamil İnsans söylemlerinden veya kavramlarından ne söylen­mek istendiğini bilmemelerin­den kaynaklanmaktadır. Hiç bir toplum kuralsız yönetilemez. Suni İslam, şeriat kural­larına göre yönetildiği gibi, bir başka inanç, veya top­lum da kendi kurallarına göre yönetilmek durumumdadır. Önce­ğin, eski Türk Şemanizm'inin veya Selçuklular döneminde oluş­turulan kural­ların var olması ve bu toplumların kendi kuralla­rına göre yönetil­meleri gibi. İnsanlığın var olup toplluklar haline gel­mesinden günümüze dek, kuralları  olmayan bir toplum, bir dini topluluk, bir kült  toplu­luğu yoktur. Demek ki her topluluğun kendi­lerine göre iyi veya kötü kural­ları vardır. Bu kural­la­ra bağlı olarak yönetil­mişlerdir. Bunun için­dir ki;  Suniler'in ileri sürdüğü, Alevi­lerde anarş­inin, haddini bil­mezliğin, ah­laksızlığın hüküm sürdüğü fikri, tarihsel olarak saçma­dır. Bu saçma düşünceleri ile  onların Tanrı'nın koyduğu kurallar olarak     gördük­leri ve değiştirmesi mümkün olmayan şeriat kurallarına,  Alevilerin uydurma olarak gördüğü bu kurallara uyma­ma­ları nedeniyle isnat edilm­iş­tir. İbadet zorunluluğunun olmaması, hiç bir ibade­tin yapılmaması anlamına gelmez.Burada birbir­inden ayırt edilmesi gereken bireysel  ibadet­le ile bir topluluğun kollektif ibadeti­dir. Birey­sel ibadet­te, kişinin istediği biçim­de uygulaya­bile­ceği son derece  özgür bir ibadet biçimidir. İşte Alevilerin ileri sürdüğü  ibadet biçimi de budur. Yani kişi istediği biçimde özgürce ve kendi yorumuna, biçimine göre ibadet etmesidir.Buna karşılık topluluk  ibade­tinin kol­lektif yapısından çıkarmak, Kişiye vereilecek ağır bir ceza, bir sosyal  tecrit, toplumdan ihraç alamına gelebilir. Yani ibade­tin sevecenliği ve istiye­rek yapılması zora dayalı, katı kurallı ve şekilci olmasına karşı çıkılmakta­dır. Yoksa ibadetin yapılmasına değil. ­Örneğin Namaz kılmada ki şekilcilik gibi. 

Diğer bir anlaşmazlık konusu da şeriatın yanında Suni İslam için bağlayıcı olan ve aynen uygulanması gereken bir sey daha vardır. o da  Peygamber'in uyulması gerektiğini söylediği yada davranış olarak ortaya koyduğu kurallardır Yani sünnet.  Suni İslama göre en büyük sevap, emredi­len davranış kuralları­na en küçük ayrın­tısına kadar uymaktır. Burada rahatlıkla şunu görmekteyiz. Bu kurallar her ne şekilde olursa  olsun, yani yanlışta olsa uyul­masının zorunlu olduğu savunulmaktadır. Bu sav, düşünen bir insan için körüne inanmak ve  mantıksız bir  uygulama veya sav olduğudur. İnsan aklı ve mantığı ile bağdaşmayan bir uygulama ve  icraat doğru değildir. Bu ilke Suni İslam ta­rafından­ da kabul edilmekte. Çünkü İslam Dini “mantık dinidir” deniyor. Diğer taraf­tan da kural­lara en ufak de­tayına  kadar t­eredütsüz uyma isteni­yor. Bunun mantıkla  hiçbir ilgisi yok­tur. Olsa olsa man­tıksızca, gözleri kapalı, kulak­ları sağır bir şekilde uymaktır. Diğer bir yanlışı da birey­in hareket serbestliğini yok eder. Bu uygula­maya göre kişi       kendi özgür irade­sini kullana­maz.

                                              

Diğer bir yönüde, kişilerin veya o günün toplumun yönetimi veye yönlendirilmesi için konan kuralların, Tanrı'nın kuralla­rı olarak görmek, bu kuralların değiştirilmsi veya çağdaşlaş­tırılması, güncelleştirilmesi yasak­lanmış­tır. Bu kurallar belli kalıplar içine konmuş ve şekille­ndirilmiştir.  

Alevilik- Bektaşi'likte insana daha hoş  görülü, daha seven­cen ve istekle yaklaşılmıştır. Bu bir anlamda SÜDÜR" (oluşum,türüm) ve "KAMİL İNSAN" teorile­ri ile olmuştur. Şayet Tanrı, insan­ların bütün da­vranışlarını emirle düzenlemiş olsaydı, bu, insanların ve  var­lıkların amaçsız, hayvanlardan daha az  değer­li ya­ratıklar oldukları anlamına gelir­di. Oysa tam tersine, insan her zaman iyinin ve kötü­nün ayırdına varabil­miştir. Tanrı'ın,  sosyal yaşamın ve ibade­t kurallarını belirlemeye ihtiyacı yoktur. Bunları yapmak  onu yüceltmez. Toplum­ları yöneten ve yönlendiren  kuralları insan­lar belirler. Bunu son aşamada Kâmil İn­san'nın kendisi yapmak zorundadır.  Tanrı'­nın sadece, Tanrı-doğa-insan iliş­kis­i­ni, gerçekten insan için gerekli dini doğmaları açık bir şekilde ortaya koymaya ihtiyacı var­dır. 

Hz. Muhammed bir Kâmil İnsan olarak Medi­ne'de müslümanların uyacağı toplumsal kuralları belirlemiştir. Bu amaçla kitleler ve mürüdleri  ile tartışma ve danışma toplantıları yapmış, fakat son kararları daima kendisi vermiştır.

İsmaili /Fatimi’ler iyinin ve kötünün üzerinde olan Kâmil İnsan teorisini geliştirdiler. Fatimi imamlar da birer Kamil in­sandı. İmam ­mevkiinde ve yaptırım gücü açısında Peygamber  Muhammed ile eşit konumdaydı. İmamın yeniden    doğuşu, ­peygamberin yeniden vücut bu­luşuydu. Bu imam teorisi ile insan yenilikler yapabi­lir. Medine tarzı sofu, dünya zevkler­inden uzak yaşam biçimini aşabilir ve  gerktiğinde şeriat kurallarını kaldı­rıp­ atabilir­di.    

       

Yine bir Kâmil insan olarak  H.Bektaşi  Veli, Sel­çuklar dönemin­de, Anadolu Alevilerinin uyacakları ( geleneksel yaşam­larını ve eski  Türk Şemanizm­'ini göz önünde tutarak) toplum  için gerekli gördüğü kural­ları belirlemiştir. Bu kurallar içinde eski şeriat kural­larını içeren, ibadet yöntemleri de var­dır.                                   

H. Bektaşi Veliye göre:

* Doğa ve evren Tanrı'nın bariz bir süretidir.

* Yer yüzünün Tanrı'sı, insanın kendisidir.

* Tanrı kendisini, olagan dışı insanda, insan üstü insanda, Kâmil insanda gösterir.(ken­disini ifade eder).

* Ali Kamil insan'nın prototipidir. (teorik  olarak başka biri de olabilir

·       Tanrı insanın içinde olduğundan, özellikle insan si­ması (Yü­zü) Tan­rı'nın özelliklerini yansıtır. Düşün­ce, irade,

eylem, özg­ürl­ük gibi.

* Gerçek ibadet,insanın düşüncelerini, kendisi      üzerinde yoğun­l­a­ş­tırmasıdır. Çünkü Tanrı insanın içindedir. Bu nedenle in­sanın, kendisi dışında bir objeye yönelik, düzenli ibadet gör­evini yerine getirmek için, ibadetin öznel         ve nesnel sebe­pleri kalmadığından, gerek­sizdir.

*  Saf bir ruh olarak insanın düşünme gücü  meleklerden daha azdır. Fakat bir bedene  sahip olduğu için, meleklerden daha fazla düşünme gücüne ulaşabilme şansı vardır.

* Bu nedenle, ruhsal olarak gelişebilmek ve  melekleri aşabilmek için, insan bedeninin ve ruhun bütün olanaklarını kulanabil­me­lidir. İnsan ancak bedinin ve ruhun bütünleşmesi ile    Kâmil insan olabilir.

* Kâmil insanda Tanrı, evrende kendi bilincine varmanın en yüksek noktasına ulaşır ve kendi  kendisini izler.

* Yaratılmış bütün varlıklar devasa bir devirle Tanrı'ya geri dönerler ve asıl Tanrı, gerçek  Tanrı tarafından özümsenir­ler. Her devir sonrasında Tanrı, daha fazla kendi bilincine varır, deneyim kazanır ve kendisini tanır.

* Kadın ve erkek eşittir. Bu nedenle, Ayin-i  Cemlerde kadın ve erkeğin birlikte yaptığı  Semah, Tanrı hizmetinde değerli bir ibadettir.

                       

Yukarıda saymaya çalıştığım değişimlerden  ötürü, Anadolu Alevi­liği bu güne dek, Suni İslamın hedefi durumana gelmiştir. Anadolu  Alevi­liği, kendi inanç kurallarını uyguladığı için, şeriat kural­larını terk etmiştir. Onları   doğru bulmamıştır. Bu yüzden de  Suni islamca horlanmış, iftiraya uğra­tılmış, dinsiz olarak görülmüş­tür.                       

 

ANADOLU ALEVİLİĞİNDE  ALİ  DÜŞÜNCESİ

Sıradan bir Alevi için, Ali'ye inanmak, şeriat'ın baskısından ve yükünden kurtulmak olmuştur. (oruç tutmamız gerekmez. Ali bizim için tutmuş.) Anadolu Alevi'lerinden pek çoğu  yüzyıllarca bu sologanı kul­landı.  Bu sologan pek çok yanlışı  birlikte getirdi. Yani  Hz. A­li'nin sofuca yaşamış olması, onun aç kal­ması­nı, oruç tutmaması, yoksul giysiler içinde dolaşması ve sonsuz duaları kesinlikle taklit edilmemelidir.       O bunu imam olma özelliği  nedeniyle yapmıştır. Çünkü bedenin isteklerini denetim altına alma gücüne sahipti. Ona bu gücü veren şey, kendi­    sinin Tanrı'nın ışığından yaratılmış olması. Yani "Varoluş Ötesi" bir varlık olmasıdır.[3] İmam  Ali kendisinin uyguladığı sofu yaşamın taklit edilmesini yasaklamıştır.

 

Anadolu Alevi - Bektaşilere göre;  "Konuşan Kur'an olarak Ali" aşağıdaki bilgilere sahiptir. Anadolu Alevileri de hemen hemen  Batiniliğin Kur'anı yorum­layışı gibi yorum­lamışlardır. Onlar­da;

 

a) Muhammed'in vecd durumunda söylediği dinsel  sözlerin bilgi­si, Suni İslamca Kur'an olarak  tanımlanır.)

 

 b) Muhammed'in yol arkadaşlarına verdiği düz yazı şeklindeki değerli bilgiler. (Peygamber bunlara varoluş ötesi bir melek varlığı, Tanrı'nın ışık varlığı olma özelliği­ne sahiptir.) Muhammed bir hadisinde, Adem  yaratılmadan önce, tan­rının bir ışık varlığı olarak, tanrı'nın ışığında ya­ratıldığını söyler.( A.J. Driel) Ali de her zaman Muhammed ve yol arkadaşları ile birlikteydi.

 

c) Muhammed tarafından sadece Ali'ye verilmiş  gizli bilgi­ler.(Daha önce de belirtmiştim) Muhammed, meleksel bilgilerini Aliye, zerrecikler halinde verdi. Demek ki Ali,  Muhammed'in tüm bilgileri­ne sahipti. Ayrıca kend­isi tıpkı Muhammed gibi,tanrının ışığından  yaratılmıştı. İkiside ayni ışık demetinden  yaratılmışlardır. Yani Muhammed ve Ali bilgi ve şahsiyet olarak eşittir. Yani bu Tanrı'sal ışık dedelerine, sonra da ikiye bölünerek babalarına, oradan da kendi­lerine ve yine  Hz. Fatima ve Ali'de birleşerek  onlardan on bir imama geçer. Bunlar, imam  Hasan, imam Hüseyin, imam Zeynel Abidin. imam Bakır, imam Cafer-i Sadık, imam Musa-i Kazim, imam Aliriza, imam Taki, imam Naki, imam Hasanül Askeri, imam Muhammed Mehdi'ye aktarılır. Böylece Anadolu Alevili'ğine göre, Hz. Ali  ulu bir ağaç, on bir imam da dallarıdır. Hz. Muhammed'te bu ulu ağacın toprak altındaki  kökleridir.

 

 Onlara göre; Hz.Ali yüksek bilgiler açışında(ışık varlı-ının bilgileri) Muhammed ile ayni sevyede­dir. İnsansal bilgileri açısından da bir dil uzmanı, bir bilim adamı, askeri uzman, savaş adamı olarak ta Hz.Muhammed ile        kendi zamanındaki diğer ulamayi aşmıştır. Hz.Ali doğma anlamıyla Hz.Muhammed’le eşittir. Çünkü Hz.Muham­med peygamberlik avantajını yüksek  "insansal"  bilgisi ile denk gelmektedir. Hz.Ali'nin bu vasfı Hz.Muhammed'in yanındaki diğer insanları rahatsız etmiştir.

 

Birazda  HZ.Ali'nin diğer kutsal özel­lik­le­rine bakalım: Aleviler, genel olarak hz.Ali'yi gerçek Kâbe olarak kabul etmektedirler. Bunun içindir ki ibadet Mekke istikametine dönüle­rek yapılmamalı­dır. Çünkü Hz.Ali Tanrı'nın gerçek evi­dir.(Bey­tullah) Bu nedenle bir Alevi için Hac'a  gitmek diye bir zorun­luluğu yoktur. Ali'yi, Tanrı'nın aynası, yer Yüzündeki açıkla­ması olarak görülür.  Burada bir yanlış anlaşılmayı önlemek açısın      d­an, Suni İslamın ileri sürdüğü "Aleviler, Ali'yi Allah olarak görüyorlar" savsa­tasına değin­mek istiyorum.

 

Alevilerin ileri sürdüğü, Ali Tanrı'nın protipi’dir. Tanrı'nın yeryüzündeki açılımıdır, kavramındaki anlam, Ali'yi tanrı'laş­tırmak değil, tarı'nın insanda görünümü "Hak beni  adem­de, Mümünün Kalbinde" gibi kavramlar  nedeniyle söylenmiştir. İşte yukarıdaki deyimlerdende anlaşılacağı gibi tanrı'yı Ali de görmektedirler. Hiç bir Alevi, Suni İslamın söylediği gibi Ali'yi Allah  olarak görmemektedirler. Her Alevi bilmektedir ki , Ali'de yaratılmıştır. Ozan bu konuya şöyle katılıyor, "Yaratı­lanı severim, Yaratandan  ötürü" söyleminde, aynı anlamı gel­mek­tedir. Kamil insan olanın Yeteneklerinden, bilgisinden kayna­klanan bir sıfattır.  

 

Hz.Ali, Kamil insan prototipidir. Böylesi bir kişiliğe sahip olması nedeniyle, yeryüzündeki ve gökyüzündeki her şeyi bilir. ( Ş. Rasi ) Ali'nin bu meziyeti, Hz.Muhammed'in Mirac'a çıkışı ve Kırklar Cemi'ne uğraması sırasında, Kırklar'ın kimler olduğunu sor­duğunda. Hz.Ali."Bize Kırklar deniyor." Ulunuz kim?  "Küçüğ­ümüz büyük, büyüğümüz küçük, ­Bir­imiz kırk, Kırk­ımız bir."  Nişan­ınız nedir?  Ali ustura ile kolunu kesti. kırkından da kan aktı. Daha sonra  Muhammed Selman'ın getirdiği üzüm tanesini ezdi ve suyunu içti mest oldu. Sonra Semah döndü.                       

 

Alevi'­lerin iddialarına göre bu gerçek, bile­rek Osman'ın Kur'an­ına  alınma­mıştır. Onlara göre Muham­med'in Mirac'ı, bir er­mişin ilahi yolcu­luğudur.  Muhammed'in Meleksel bilgilerini içeren esas kur'anındaki Hz.Ali ile ilgili 400 den fazla metin Os­man'ın Kur'anında yer almadığı kanısı hemen hemen tüm Ale­vi'lerce ileri sürül­mekte­dir. Bu tasfiye olayında sadece üstü kapalı bazı pasajlar bırakılmıştır.

Ali,  bu üstün bilgisilerinin yanı sıra muazzam güç­lere de sahipti. Örneğin; Hayber Kalesinin demir kapısını yerinden söke­rek kalkan gibi kullanması,  çölde su kaynağını  gizleyen büyük bir kaya parçasının yerinden kaldır­ması, Kendi ölüsünün kendisince taşınması  gibi daha nice meziyetleri miteo­lojik anlamda sırala­mak müm­kündür.

 

Hz.Ali'nin Demokrat, Sosyalist ve Hümanistliği

Hz.Muhammed'in hedefi kendi kabilesinin kültürel,politik ve toplumsal kurallarına sıkı sıkıya bağlı sınıflı bir toplumu, adım adım kardeşçe, eşit paylaşımcı, sosyal adeletli bir yapıya dönüş­türme­kti. Düşünce olarak mümkündü. Pratikte mümkün görünmeyen bu düşün­cenin  önündeki engelleri olarak, Hz.Mu­hammed'in yaşadığı dönemde bu düşüncenin hayata geçirilmesinin koşulları yoktu. Bir diğer etkende, toplumun alışkanlıklarını bertaraf etmede ihtiyaç duyduğu zengin­lerin desteğinden yok­sundu. Çünkü o günün zengi­leri olan (Ebu ­Bekir, Ömer, Osman) bu düşün­ceyi engelliyor­ladı. Bütün bu engelleme­lere rağmen Hz.Mu­hammed zamanında insancıl, Sosyalist bir toplum oluşumu­nun temeli atılmış­tır. Bu düşünce­nin ge­liştirilip hayata geçiril­mesi, Ali'ye kal­mıştı. Tarihi gerçeklerden biliyoruz ki, Hz.Mu­hammed'in ölümü ile yukrıda adlarını yazdığım (Ebu Bekir,Ömer, Osman) gibi zenginler ve o günün ileri gelenleri, Muhammedin cenazesini unutup onunla  bile ilgilen­me­den hilafeti ele geçirmenin pa­zarlıklarını yaptılar. Bunuda            başardılar. Hilafetin Hz.Ali'ye verilmesi gerekirken, Hz.Mu­hammed'din sağlığında defalarca açıklamış olamasına rağmen Ali'nin bu hakkı­nı gasp ederek  hilafeti ellerine geçir­diler. Bundan sonra İslam içinde huzur­suzluk başlamış­tır. Bunun nedeni de saltanatı eline geçiren Emeviler dönemi ve daha sonra da hilafeti ellerine geçiren Abbasi­ler dönemi, başından sonuna  kadar adil olmayan uygulamalarla doludur. İşte bu noktada radikal Batini'­lerin sologanı "Ali'­siz İslam ol­mazdı.” Ancak onun demokrat, sosyal adaletli ve huma­nist idaellere ve hedeflere sahip olduğuna inanılıyordu.

 

Hz.Ali kitlelerin kendi kendilerini yönet­melerini istiyordu. Bu ilkeyi uygulayabilmek içinde, şeriatın tabu olmaktan çıkması, hiç bir kuralın konul­maması ve kitlelerin uymayı vaad ettikleri kuralların kendile­rince seçilmesi ile  mümkün ola­bilirdi. Ali'nin ve imamla­rın görevleri sadece dini doğ­mala­rın doğru uygulama­larını sağla­malılar. Her birey temel insan haklarına ve temel özgür­lüklere sahiptir. Kendi ibadet şeklini özgürce belirler. Hayat        tarzını istediği şekilde özgürce seçebilir. Kendi evinde dört duvar içinde ne yaptığı ise onun kendi sorunudur. Her birey kendi inancını         seçebilir. İnancı  için ceza­landırılamaz. İnsanlar sofuca bir yaşam tarzına zorlana­mazlar. Devlet yöne­timi, kitlelerin yaşam tarzı yüksel­dikçe, sofuca hayat tarzını yu­muşatmalıdır. Devle­tin hedefi,  insan­ları hangi din­den, ­ırk­tan, hangi sosyal grup ve tabakadan olursa olsun, herkes için  eşit ve refah devleti olmayı hede­flemeli­dir.

Hz.Ali, bu amaçla büyük üretim araçlarını toplumun mülkiyetine geçirmek, herkesin malı yapmak istiyordu. Bu nedenle  diyo­ruzki, Hz.Ali iyi bir demokrat, sosyalist ve iyi bir hüma­nist'ti

 

Tarihsel Olarak Hz. ALİ

Hz.Ali hakında  bu güne kadar kapsamlı bir biyografi yazıl­mamıştır. yazılanların çoğu  miteolojik metin­lerden oluşur. Yalnız bildi­ğimiz kadarıyla Hz.Ali, Hz.Muham­med'in meşru halefi olduğu ve onun zamanında bütün savaşlara katıldığı, bunların hepsinde başarılı olduğunu           görmekteyiz. Ali, Hz. Muhammed'in ölümünden (632) sonra, bir süre yönetim­den uzak kalmış­tır. Bu süre içinde ne yaptığı kesin olarak bilin­memek­tedir. Hz.Ali 656 yılında iktidara geldi. Bu iktidar süresi 661 yılı, Rama­zan ayında bir Harici tarafından ölümcül bir kılıç darbesi ile şehit edilişi ile son buldu. Ali , bütün hayatı boyunca yoksul bir yaşam sür­müş­tür. Bazı kayna­klardan edindi­ğimiz bilgiler    ışığında O'nun iktidarı elinde tutan ve kendi­lerini zorla halife seçtiren Ebubekir, Ömer ve Osman'a karşı çetin mücadele verdiğini oku­mak­tayız. Halifeler dönemi onun için en zor dönem­ler olarak islam tari­hine geçmiş­tir. Çünkü onun mal varlıklarına el konmuştu. Bu sürüven kendisinin halife ol­masına kadar devam et­miştir.

 

Ali, konuşmalarında herkes için temel  insan hak ve özgürlü­kle­rini savunan ilk teorisyenlerden biri­dir. Bu söyleme ve bakış açısına bir çok araştırmacının araştımalarında görmekteyiz. Kendi döneminde (656-661) genel inanç ve fikir özgürlü­ğünü, kitlelerin kendi kendisini  yönetme hakkını benimsiyor. Ceza yöntemi olarak da kendinden önceki halifelerin koyduğu el  kesme ve iskence edilmesini yasaklıyor.  Ali'ye göre ölüme mahküm edilmiş bir suçlunun infazı çabuk ve ağrısız olmalı.[4]

 

Hz.Ali, kendi kendini yöneten kitlelerin danışmanı olmak istiy­or.[5] Hz.Ali, din ve politikanın ayrılması   gerektiğini savunan ilk teorisyen ve uygula­yandır.Yani Cumhu­riyetimizin temel ilker­inden  olan "LAİKLİK" kavramı o günün koşullarında  kendi halefeliği döneminde ilk kez  uygula­maya koyandr. Çünkü Hz.Ali, İnanç ve fikir özgürlüğüne önem veriyordu. Bu  ilkeli hareketi­ pek çok yazar ve araş­tırmacı ta­rafından dile getirilmiştir.  Hz.Ali'nin getir­diği bu deği­şimler, O'nun ölümünden sanra özgür­lükleri savunan  gurupların radikal çıkış­ları­nı da birlik­te getirdi.

 

Emevi ve Abasilerler dönemlerine baktığımızda, güney Irak'tan büyük toprak parçaları, Hindistan ve doğu Afrika'dan ise çiftçi köleler alındı. Pers ve Bizans kültür çevresinden gelen bu insanlar bir süre sonra ayaklanarak güney Irak'ın bataklık bölgelerinde ve körfezin korsan sahillerinde demokratik, eşit paylaşımcı kominler oluşturdular. Bu kominler Bağdat'taki  Abası hilafeti­ne karşı yaklaşık I.S. 800 den 1000 yıllarına kadar kendileri­ni sürekli olarak savunma temelinde savaşta bulmuşlardır.

 

Türk göçebeler açısından bakıldığında ise, onların kedi yurt­larında getirdikleri sağlam bir sosyal sistemleri vardı. Özellikle kadın­lar belirli özgürlüklere sahiptiler. Örneğin,  zorunlu baş örtüsü, cinsiyet ayırımı yoktu. Kadın­lar erkekle­rin karşısına rahatlıkla çıka­biliy­orlardı. Türk göçebeler, Kendi anayurtlarından göçedip batıya ve güneybatıya gittikleri zaman, İslam kültürü çevresine girdi­ler ve İslamiyet’i kabul ettiler. Fakat onların kabül ettiği İslam­iy­et, katı kurallı Suni İslam değil, tam  tersi­ne içinde Araik, Şemanist unsurları barın­dıran ve geliştiren fantazi olarak zengin

canlı ve elastiği bir dervişliktir.  Bu dervişlik: islam   ve ortadoks dervişlerince tanrının yasakladığı ve men ettiği şeylere uzak kalmak ve şeriat kural­larına harfiyen uymak zorunluğu varken, Alevi-Bektaşi der­vişleri bu yasaklara uymamış ve onların haram gördükleri  seylerin helal olduğunu sa­vunduklarını görmekteyiz. Yani Ali'­nin koyduğu "Kuralları kendileri belirler" ilkesini uygu­lamış­lar­dır.

           

On iki Imam

 

1. Ali (599-661)Takma adı Haydar (Aslan). Mekke'de doğdu. Irak'ın Küfe şehrin­de şehit edildi. Hz. Muhammed'in amcasının oğlu ve damadıdır. On İki İmam'ların içinde sadece o halifelik yaptı.  (656-661)

 

2. İmam Hasan (624-6  ) Medine'de doğdu.  Hz. Ali'nin büyük oğludur. Babası ile bir­lik­te Irak'ta beş yıl kaldı. Muaviye saltanatına karşı diren­diği için,  Muaviy­enin teşfiki ile karısı tarafından zehirlene­rek Medi­ne'de öldürüldü.

 

3.    İmam Hüseyin (626-680)  

İmam Ali'nin ikinci oğludur. Medine'de doğdu. Babası ile bir­likte Irak'ta beş yıl kaldı. Sora Medine'ye yerleşti. Halife­liğii ele geçirme girişimi, Küfe'­lile­rin ihanet etmesi nedeniy­le başarısızlıkla so­nuçlandı. 70  kişiden oluşan kafilesi ile Kerbela'da  şehit edildi.  10 Ekim 680

 

4.    İmam  Ali Zeynelabidin  (658/59-713/714)  

İmam .Hüseyin'nin en küçük oğludur. Medine’de doğdu. Babası ve dedesi Hz.Ali ile bir­likte Irak'ta üç yıl kaldı. Sora Medine'ye yerleşti.Kerbela'da bir kaç çocuk ve kadınla birlikte sağ kurtul­du. Çünkü o hasta olduğu  için savaşa katılmadı. Daha sonraları Medine'de, politika dışinda bırakılarak yaşamını sürdürdü.

 

5.    İmam Muhammed Bakır (676/77-732)

İmam  Zeynel Abidin'in oğludur. Medine'de doğdu. orada öldü. Ba­basından daha aktif oldu. Alevi'lerin görüşle­rini kuvvetlendi­ren, bir teori­syendir. Hatta kendisine Alevilik doktorininin  sahibi olduğu da söylenmekte­dir.  Bu yak­laşım­larına bakacak olursak;

*  Bugünkü Kur'an biçim ve nitelik olarak Muhammed'in gerçek Kur'anından farklıdır.

*  Peygamber kesinlikle okuma yazma bilmez  bir cahil değil, aksine 70 dile yazılı ve sözlü olarak hakimdi. her kim O'nu cahil olarak tanımlarsa kafirdir.

*  On ikinci imam Mehdi tekrar döndüğünde  Mekke'deki Kabe'yi yıkacaktır. Çünkü Kâbe bulunması gereken yerde değildir.

*  On ikinci imam indiğinde, üstü örtülü cami­leri yıkacaktır.

* O önemli bir hadis yazıcısıydı. O dönem­lerde tuttuğu notlar, daha soradan kitaplara geçmiştir. O'nun bu notları ve hadisl­eri İslam'ın gelişmesine, yeni akımların oluşmasına son derce önemli rol oy­namıştır.

 

6. İmam Ali Cafer-i Sadık (702-765)

İmam Bakır'ın oğludur. Medine'de doğdu. Abasi helifesine karşı geldiği ve onları kabul­lenmediği için sürekli göz hapsinde tutuldu.             Hukuk okulunu kurdu. Bir çok öğrenci yetiştirdi. Mezhep kuru­cuları olarak görülen Hambe­li, Maliki ve Şafii öğrencileri arasında oldukları söylenmek­tedir. Alevi'­lerce Caferi Mezhebi­nin kurucusu olarak görülmek­tedir. İslam dünyası onu bilim adamı olarak tanımaktadır.Yaşamını Medi­ne'de sürdü­ren imam Cafer-i Sadık orada öldü.

 

7. İmam Muhammed Musa Kazim (745/46-799)

 İmam Cafer-i Sadık'ın oğludur. Medine'de doğdu. Abasi'ler döneminde  yönetim şeklinin ve yönetim kadrosunun kendisince değiştirmek, şeriat kurallarının yeniden düzenlemek  istemine karşı çıkıl­dığı için, halifeliği red etti. Bu ve buna  benzer çıkış­ları ne­deniyle  ömrü boyunca göz hapsinde tutuldu. Sürgün edildiği Irak'ın bir kasabasında öldü.

 

8. İmam Ali Rıza (765-818)

İmam Musa Kazim'in oğludur. Medine'de doğdu.  Halifeliği redetti. Sakin hayat sürdü. Kuzey  İran'ın -Tus kentinde öldü.

 

9.    İmam Muhammed Taki (811-835)

 Ali Rıza'nın oğludur. Medine'de doğdu. Bağdat'ta sakin hayat sürerek öldü

 

10. İmam Ali Naki (828-868)

İmam Taki'nin oğludur. Medine'de doğdu. Yaşamı boyunca bilimle uğraştı. Özellikle İslam hukuk hakında derin bilgiye sahipti. Politika ve saltanat ile hiç ilgilenme­di.  Samara'da öldü.

 

11. İmam Hasan Askeri (846-873)

İmam  Ali Naki'nin oğludur. Medine'de doğdu. Uzun zaman zindanda kaldı. Genç yaşta hastalığa yenik düşerek Samara'da öldü.

 

12.  İmam Muhammed Mehdi (869-?)

İmam Hasan  Asker'in oğludur. Samara'da doğdu. Beş yaşından itiberen çevresi ile ilişiği kesildi. Gizlilik içinde  büyüdü. Tahmin­lere  göre 940/41 yılında kayıplara karıştı. Onun  halen yaşadığına ve günün birinde geri gele­ceğine inanılmaktadır. O, geldiği zaman adeletsizliği, saltanatları ve despot rejim­leri yok ederek yönetimlerin adil davranmalrını, insanın özgür yaşamı sağlanacağını, İnsanlar arasındaki ayrımcılıkların giderilerek, rahat ve refah içinde yaşayacakları bir düzeni sağlayacağına ve  yeni bir dünya düzeni kuracağına inanılıyor.

 

 

 

Kaynakça:

A.   Ali Atalay, Tam Hüsniye, Can Yayınları

A.J. Dierl  Anadolu Aleviliği, Ant Yayınları

A.   Gölpınarlı, Kerbela vakası, M. Kitapevi

A. Gölpınarlı ,Tarih Boyunca İslam mezhepleri

H.   Baldemir, Din ve Alevilik Üzerine, Nam Yayınları                                   

A. D. Gülçiçek, Alevi bektaşi yolu,

Şeyh Rasi, Ali Düşüncesi ve Sözü

M.  Yaman, Alevilik, İstanbul 1993

Şinasi Koç, Geröek islam Dini

R.    Yörükoğlu, Okunacak En Büyük Kitap İnsandır.

F. Bozkurt, Aleviliğin Toplumsal Boyutu

F. Bozkurt, Buyruk

F. Oytam, Bektaşiliğin İç Yüzü

M. Eröz, Türkiye’de Alevilik- Bektaşilik

B.    Noyan, Alevi- Bektaşilikte hukuk Düzeni

C. Şener Alevi Töreleri

A.A. Metin, Pençe-i El Aba,

A.   K. İnan , Şamanizm

 

                        



[1]A.A.Atalay- Tam Hüsniye- Can yayınları

[2] Anton Jozef Driel, Anadolu Aleviliği.

[3] Şeyh Rasi, Ali Düşüncesi ve Sözü.

[4] Şeyh Rasi, 57 Mektup,

[5] Ant yayınları, Anadolu Aleviliği.