Jenital
Zevk ve Jenital Acı:
Neden Biri Değil de Diğeri?
James W. Prescott
The Truth Seeker, s 14-21, Temmuz/Ağustos 1989
1989 yılında Birinci
Sünnet Sempozyumunda Sunulmuştur
Aslında
erkek
sünneti tıbbi bir konu değil,
kökleri dini inançlar ve toplumsal geleneklerin derinlerinde olan
insanlığa ve mantık anlayışına meydan okuyan bir
fenomendir.
Erkek ve kadınların jenital yaralama-sakatlamaları, yazılı tarihin erken zamanlarından günümüze kadar gelen ve pek çok kültür tarafından paylaşılan bir uygulamadır. Korkunç derecede acı verici bu gelenekler, çeşitli nedenlerle çocuklar ve ergenler üzerinde uygulanmıştır. Dini inançlar ve toplumsal kültürel gelenekler, özellikle "geçiş törenleri", tarihi olarak erkek ve kadın kesmelerinin başta gelen nedeni olagelmiştir. Yalnızca bir jenital yaralama türü, yani erkek sünneti, son zamanlarda arkasını yaslayacağı farklı türde bir gerekçe bulmuştur: modern tıp
Bu sunumun temel tezi, erkek sünnetinin tıbbi bir konu değil, kökleri dini inançlar ve toplumsal geleneklerin derinlerinde olan, insanlığa ve mantık anlayışına meydan okuyan bir konu olduğudur. Fran Hosken tarafından çok başarılı bir şekilde belgelendirilen, kadın sünneti uygulamasının korkunçluğu ve yıkıcı sonuçları, erkek cinsel yaralamasının, yani sünnetin arkasındaki anlayış ve desteği sağlayan dini güçleri anlamamıza yardımcı olacaktır. Neden tıp uzmanlığının bir bölümü, dünyanın diğer kültürlerinde bu kadar yaygın olan kadın sünnetine değil de erkek sünnetine destek sağlar?
Ve neden tıp uzmanları yakın zamanlara kadar, yenidoğanların derilerinin bir bölümünün (üstderi ya da sünnet derisi) koparılıp kesilmesi sonucu oluşan olağanüstü korkunç şiddetteki acıyı inkar etmiş ve görmezlikten gelmişlerdir?
Sünnetli bir yenidoğanın yaşadığı insan ıstırabına ve acısına karşı bu aldırmazlık, tıp uzmanlığına mahsus değildir, erkek ve kadın jenital kesmelerinin yaşandığı kültürler başta olmak üzere diğer pek çok toplumda da mevcuttur. Bu psikoloğun fikrine göre, rıza göstermeyen bütün çocuklar üzerinde uygulanan bu jenital kesmeler, gerçekte işkence ve yaralama-sakatlamadan başka bir şey değildir, ve Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin "HİÇ KİMSE ZALİM, ACIMASIZ, İNSANLIK DIŞI VE FİZİKSEL SAĞLIĞI BOZUCU MUAMELEYE TABİİ TUTULMAMALIDIR"diyen 5. Maddesinin ihlalidir.
Bu acı ve şiddeti anlamanın yolu, tersini,
yani zevk ve barış duygusunu anlamaktan geçer...
Benim inancım, yeni doğanlar ve ergenlere uygulanan işkence ve yaralamaların, yani jenital kesmelerin anlaşılması için konunun daha geniş bir çerçevede, yani dünyada salgın olan insan vücuduna karşı uygulanan işkence, yaralama, ve siddet çerçevesinde ele alınması gerektiğidir. Bu acı ve şiddeti anlamanın anahtarı ise, karşıtını, yani köktendinci-ortayolcu dini geleneklerin ruhun ve toplumun kurtuluşunu tehdit ettiğine inanarak tehlikeli gördükleri, vücudun fiziksel zevkleri, özellikle cinsel zevkleri olmak üzere zevk ve barış duygusunu anlamaktan geçer.
Zevk ve acı arasındaki bu karşılıklı ilişkinin anlaşılması; insan vücudunun kesilmesine ve işkence edilmesine gösterdiğimiz anlayış ve destek, fakat vücudun fiziksel zevklerine karşı sergilediğimiz anlayışsızlık ve tahammülsüzlük, zevk ve acının ahlaki teolojisi, iyi ve kötünün ahlaki felsefesi, ve bu ahlaki değerlerin gelişen insan beyninde nasıl kodlandığıyla ilgilidir. Kısaca belirtmek gerekirse, benim inancıma göre, sünnet ve diğer jenital yaralama-sakatlama sorununun çözülmesi, öne sürülen tıbbi ve toplumsal yararlarındansa, işkence ve kesmenin ahlaki, etik, ve nörofizyolojik sonuçları ile ilgili olacaktır.
Bu tezi destekleyen dini, felsefi ve bilimsel verilerin bir özetini vermeden önce, sünnet uygulaması için istatistiki tıbbi bulgular sağladığı ileri sürülen iki tıbbi çalışma hakkında yorumda bulunmak istiyorum. Varsayılan hastalıklı gruplardan elde edilen buluşlar "önleyici tıp" maskesi altında sağlıklı gruplar üzerine genelleştirilmede ve bunlara yapılacak cerrahi müdahaleler için gerekçe olarak kullanılmakta, bu da ciddi ahlaki sorunlar doğurmaktadır.
Birincisi Manitoba Üniversitesi'nden Dr. William Cameron'un, Kenya Nairobi'de geneleve giden 292 erkek üzerinde yaptığı çalışma. Bu çalışmaya göre, sözkonusu erkeklerin sünnetli olanları %3 oranında AIDS virüsü taşırken, sünnetli olmayanlarda bu oran %20. Ayrıca hayat kadınlarının da %85'inin AIDS virüsü taşıdığı belirtiliyor. Bazıları sünnetin AIDS'e karşı bir dereceye kadar koruma sağlayabileceğini önermiş.
Bu farka, başka bir şeyin değil de sünnetin neden olduğunu varsaysak bile, oldukça ihmalkar ve sorumsuz cinsel davranışları olan ve kişisel temizliğe önem vermeyen BAŞKALARININ uygulamaları, nasıl olur da, MASUM olan diğerlerinin jenital ve cinsel yaralanması için gerekçe gösterilebilir? Tıbbi verilerin, istatistiki değerlendirmelerinin yanlış yapılmasına bir başka örnek, Dr. Thomas Wiswell'in çalışmalarıdır.
Ordu mensuplarının ailelerinde doğan 422,238 erkek çocuk üzerinde yaptığı çalışmada Dr. Wiswell, sünnet olmamış erkeklerde İdrar Yolları Enfeksiyonu (İYE) bulgusuna on kat daha sık rastlamış. Oran % 1.1'e karşı % 0.11 idi, ve %1.1'in de daha sonra üçte birinin ciddi tıbbi komplikasyonlar geliştirdiği sanılıyordu.
Bu % 1.1 oranı ya da bunların komplikasyon geliştirenleri olan % 0.134 oranı, şu sıralarda İYE geliştirmeyen sağlıklı erkek bebeklerin %99'unun kesilmesi için bahane olarak kullanılıyor. Kız bebeklerin İYE oranının % 0.57 olduğu bilindiğine göre, İYE oluşmasını destekleyen sünnet dışında etkenler olduğu açıktır. İYE'lerin oluşmasına neden olan diğer kontrol edilmemiş değişkenlerin araştırılmasını diğerlerine bırakıyorum.
Beyin Gelişmesi ve Davranış Üzerindeki Erken Duyumsal Etkiler
Duyumsal uyarımın ve bunun eksikliğinin gelişen beyin üzerindeki, ve sosyal-duygusal, psikolojik ve zihinsel gelişim üzerindeki etkisini gösteren bir yığın bilimsel veri bulunmaktadır. Gelişimsel nörofizyolojik bilimlerin bakış açısından, yenidoğanlar, çocuklar ve ergenlerin geleneksel cinsel kesmeler ile yaşadıkları olağandışı acının, beyinleri ve sonraki davranışları üzerinde çok derin etkiler bıraktığı kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır. Bu yazarın inancı, jenital kesmeler ile tecrübe edilen olağandışı acı ve travmanın, - bu cinsel zevkin duyulması ve cinsel aşkın ifade edilmesi için tasarlanmış bir organ ve beyin sistemidir - cinsel zevkin ve cinsel aşkın normal ifadesi için normal beyin gelişimini kalıcı olarak değiştirdiğidir. Bu tür bir jenital acının, bu bireylerin aşk ilişkilerinde acıyı zevkten ayırma ve samimi cinsel ilişkiler kurma yeteneğinde uzun süreli gelişimsel etkileri olduğu sanılmaktadır.
Cinsel zevk ve cinsel aşkın ifadesi için tasarlanmış beyin sisteminin daha başlangıçta korkunç derecede büyük bir acı ile şartlandırılmasının psikobiyolojik sonuçlarının olmaması düşünülemez. Bu tür bireylerde, daha sonraki bütün cinsel zevk deneyimleri, artık bilinçaltı-bilinçdışına gömülmüş bir cinsel acı zemininde yaşanmak zorundadır.
Bu gelişimsel nörofizyolojistin kanaati, erken zamanda yaşanan bu tür jenital acı deneyimlerinin, beyindeki sado-mazoşist davranışların şartlandırmasına katkı sağladığıdır. Zevk için tasarlanmış beyin sistemi daha en başından, sonraki zevk deneyimlerini belirleyici ve sınırlayıcı şekilde acı ile şekillendirilmektedir. Erken zamandaki bu jenital acı deneyimine, daha sonraları anne-çocuk ilişkisinin fiziksel sevecenliğinin ve ergen cinsel ilişkisinin yokluğu da eklenince, yıkıcı saldırgan davranışlar kaçınılmaz sonuçlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eşit derecede önemli olan bir diğer tahmin de, bu gelişimsel jenital acı deneyiminin ve sonraki sevgi yokluğunun, insan cinselliğinin manevi boyutunu yaşamayı imkansız kıldığıdır. Bu ilişkiler diğer yerlerde anlatılmıştır, bu yüzden burada tekrar edilmesine gerek yoktur. 49 ilkel kültürde yapılan bir çalışma, ele geçirilen düşmanın sakatlanıp işkenceyle öldürüleceğini, o kültürlerin anne-çocuk ilişkisindeki fiziksel sevginin iki öğesinin ve ergen cinsel davranışlarının yokluğundan yola çıkarak %100 bir doğrulukla tahmin edebilmiştir. Bu şiddet içeren davranışların altında duyusal sevgi yokluğu (Somatosensory Affectional Deprivation- SAD) denen beyin bozukluğu yatmaktadır. (Prescott, 1975, 1979, 1989; Heath, 1975). (See March/April issue of The Truth Seeker)
Tablo I ve II, erkek ve kızları sünnet eden ilkel kültürlerin sosyal-davranışsal özelliklerini özetlemektedir. Tablo III ve IV evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsel ilşkiyi cezalandıran kültürlerin benzeri bir özetini sunmaktadır. Benzer şekilde Tablo V, Yüksek Tanrıları olan kültürleri betimlemektedir. Genelde bu kültürler atasoyludur, kadınları erkeklere boyun eğici, çocukları bakımsız, cinselliği baskı altına alan, kürtajı cezalandıran, şiddet eğilimli ve insan ahlakını destekleyen yüksek tanrıların olduğu kültürlerdir.
Özet olarak, gelişen beyinde acı ve zevk duygusunun harmanlanmasının sonucu, zevk için acı duymak zorunda olan, ya da acıdan zevk alan bireylerin nörofizyolojik oluşumudur.
Bu tezle özellikle ilgili olan en yeni çalışmalardan biri, Jacobson ve meslektaşlarının Acta psychiatr. scand. (2987:76-364-371)'da yayınlanan "Yetişkin Özyıkıcı Davranışının Doğumöncesi Nedenleri" adlı çalışmalarıdır. Bu çalışmanın özeti aşağıdadır:
Bu çalışma, ABD'deki ekolojik verilerin önerdiği gibi, yenidoğanların obstetrik prosedürlerinin, yetişkin oldukları zamanki davranışlarını etkileyip etkilemediğini ortaya çıkarmaktı. 1940 yılından sonra Stockholm'de doğan, ve 1978-1984 yılları arasında intihar, alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığı gibi nedenlerden ölen 412 kişinin doğum kayıtları bir araya getirildi. Kurbanların doğumları altı değişik hastane arasında eşit olmayan bir şekilde paylaşılıyordu. 2,901 kontrol hastası ile karşılaştırma, ve kategorilerin kendi içlerindeki kontroller sonucunda; boğulmayı içeren intiharların yakın bir şekilde doğumdaki oksijen yokluğu ile ilgili olduğu, şiddet içeren intiharların mekanik doğum travması ile bağlantılı olduğu, ve uyuşturucu bağımlılığının doğum sırasında anneye verilen afyonlu ilaçlar ve barbitüratlar ile bağlantılı olduğu ortaya çıkarıldı. Doğum travmasını yetişkinliğe taşıyan mekanizmadan bağımsız olarak sonuçlar, yetişkin özyıkıcı davranışının engellenmesi için obstetrik prosedürlerin çok dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi gereğini ortaya koymuştur.
Yazarlar özellikle doğum öncesi bir asphyxia (asfeksi, oksijen yetersizliği) olayının suda boğulma, gaz zehirlenmesi, kendini asarak intihar etme gibi olasılıkları kontrollere göre beş kat artırdığını- doğum öncesi mekanik travmaların mekanik intihar yöntemleriyle intihar olasılığını iki kat artırdığını, doğumda afyon/barbitürat gibi uyuşturucuların kullanılmasının ise uyuşturucu bağımlılığı riskini üç kat artırdığını tespit etmişlerdir.
Daha önce 52 yetişkin üzerinde yapılan bir araştırmada ise Salk ve meslektaşları (1985), doğum sırasında ya da doğum öncesindeki risk faktörlerinin intihar grubunu iki kontrol grubundan belirgin şekilde ayırdığını yazdılar. Bu faktörler; 1) doğum sırasında bir saatten uzun süre devam eden solunum yetmezliği, 2) hamilelikten 20 hafta sonrasına kadar hamilelik bakımının olmaması, 3) annenin hamilelik sırasındaki kronik kronik rahatsızlıkları, intihar vakalarının %81'inde bulunmuştu. Yazarlar bu doğum ve doğumöncesi travmanın intihar davranışlarında nasıl etkili olabildiği konusunda oldukça şüphe içinde idiler.
David Levy, 1945'teki "Operasyonların Çocuklar Üzerindeki Psişik Travması" adlı araştırmasında, 12 aylıkken (iki vaka) ve 6-1/2 yaşındayken yapılan üç sünnet olayından bahseder. Psikolojik travma, gece terörlerinin, ve öfke ve kızgınlık nöbetlerinin gelişimini tetikler. 6-1/2 yaşında olan çocukta intihar eğilimleri belirir. Levy şöyle anlatır:
"... 6 -1/2 yaşında olan çocuğun sünneti, çocuğun babası ve anestezyen ile onu kontrol edinceye kadar geçen mücadelesi ile başlar. Anestezi sona erdikten hemen sonra çocuk tekrar tekrar şunu söyler ' penisimi kestiler, ölmeyi tercih ederdim.' Günün geri kalanında çocuk annesinin yanından hiç ayrılmadı. Daha sonraları kızgınlık nöbetleri yıkıcı öfke patlamalarına dönüştü. Tedavi sırasında çeşitli öldürme oyunları oynadı, baş kurban babası idi. Operasyon babanın yaptığı bir hadım edilme operasyonunu temsil ediyordu. " (s. 10)
Öfke ve intihar davranışlarının, ister yenidoğan döneminde, isterse çocukluk-ergenlik öncesi dönemde yapılsın, ne kadarının sünnet ile tetiklendiğinin sorusunun sorulması gerekir. (ABD'de intiharların sayısı cinayetlerden yaklaşık olarak üçte bir daha fazladır) Sünnet ile kendini, ya da başkalarını dinleri ya da milliyetleri yüzünden öldürme isteği arasında, sünnet özellikle Müslüman kültürlerdeki gibi ergenlik döneminde olduğu zaman bir bağlantı var mıdır? Pek çok Müslüman erkeğn dinleri için ölme ya da öldürme isteği bilinen bir şeydir, örneğin Salman Ruşdi veya Sirhan Sirhan olayları burada hatırlanabilir.
Jacobsen, et. al (1987) doğum sırasındaki hypoxia durumunun yıkıcı davranışlar için gerekli beyin hasarını yapabildiğini ortaya çıkarmışlardır. Ne var ki bu yazarlar, hypoxia'nın neden olduğu beyin hasarlarının ana neden olduğununa inanmamışlardır, "çünkü toplu olarak bakıldığında çok az kurban doğum sırasında asfeksiden muzdarip olmuştu. 53 alkolikten ya da zehirli madde ve sıvılar ile intihar edenlerden hiçbirinin bir asfeksi geçmişi olduğu rapor edilmemişti."
Beyin
hasarının, etkisini ilk hasar ya da tecavüz olduktan çok sonra
gösteren bir "zaman bombası" vardır.
Bu iki çalışma hakkında söylenebilecek çok söz var. Birincisi, Faro ve Windle'nin(1969), maymunlar üzerindeki asfeksi çalışmalarında, bu maymunlarda ani olduğu kadar, olaydan on sene sonrasına kadar devam eden bir de gecikmiş beyin hasarı tespit etmeleri. Kısaca, beyin hasarının bir de "saatli bomba" etkisi var. Öyle anlaşılıyor ki, sonraki beyin gelişiminin, ilk beyin gelişimine bağlılığı var. Normal olması için ilk beyin gelişiminin de normal olması gerekiyor. İkinci olarak, asfeksi etkisini taklit eden ya da yeniden yaratan çok çeşitli travma/yaralanma türleri var.
Örnek olarak, duyum yokluğu, (asfeksi gibi) duyu alıcılarını ve bunların beyne giden yollarını zedeleyebilir. Duyum yokluğunun nöronal hasarı, beynin normal işlemesi ve gelişimi için gerekli beynin normal duyumsal uyarılmasını engellemektedir. Duyumsal zevk - fiziksel sevgi ve cinsel zevk - deneyiminin yaşanması, beynin normal gelişimi ve işleyişi için gereklidir.
Duyum eksikliği veya anormal ve değişik duyum ortamlarında bulunmanın beyin ve davranış üzerindeki etkileri oldukça iyi belgelenmiştir. Şimdi üzerinde duracağım da, erken travmatik acı, stres ve yoklukların beynin sevgi ile ilgili nöronal yollarını tahrip ettiğine inandığım bu mekanizmadır. Sevgiye bağlı zevkin gelişmesini geciktiren ya da engelleyen de, beynin bu sistemlerinin erken zamanlardaki yaralanmalar ve travmalar ile tahrip edilmesidir. Bu tez, benim SAD adını verdiğim (Somatosensory Affectional Deprivation- Fiziksel Sevgi Eksikliği) yalnızlık, depresyon, bağımlı ve saldırgan davranışlar teorisinin de nörofizyolojik temelni oluşturur.
Salk, ve Jacobson, tarafından sözü edilen intiharların doğumöncesi ve doğum sonrasındaki travmalar ile ilişkisi bu nedenlerden dolayı SAD ile açıklanabilir.
Özel olarak SAD teorisi, beynin zevk devrelerinin çalışmasının, acı devrelerinin aktivitesini engellediği gerçeğine dayanır.
Bu normal karşılıklı ilişkiler, beynin zevk ileten devreleri yeterince gelişmemiş olduğu durumlarda durur. Bu, dokunma (somatestik) ve hareket (vestibular) ile ilgili fiziksel sevgi ve zevk duyumu eksikliğine bağlı bir beyin bozukluğudur. Bebeğe şefkatle dokunulması ve sallanması, bebek ve çocukta bir çeşit güven duygusu uyandıracak güçlü uyarıcılardır. Bu uyarımlar eksik olduğunda ve daha da kötüsü yerlerinde acı verici uyarımlar varsa, o zaman oluşacak nörobiyolojik temeller de depresif, bağımlı ve saldırgan yapıda olacaktır.
Kısacası, fiziksel sevgi eksikliği, (anne-çocuk ana-baba çocuk ilişkilerinde ve cinsel ilişkilerde sevgi eksikliği) alkol, şiddet ve uyuşturucuda ve başkalarına karşı yaptığımız saldırılarla kendini gösterir - yani dayak, tecavüz, cinayet ya da kendi vücuduna karşı saldırılarda, ki bunların sonuncusu da çocuk ve gençlerimizin başta gelen akıl sağlığı problemi olan intihardır. Neden çocuklarımız ve gençlerimiz bu kadar büyük oranlarda intihar ediyorlar - 10 ile 14 yaşları arasındaki çocuk intiharlarında 1980'den 85'e, %112'lik bir artış? Cinsel mutilasyon (kesme) ve istismar SAD ile birlikte intihara ve saldırgan davranışlara mı sebep olur?
Jenital
uyarımlarının zevkinin yasaklanmasının ve jenital
mutilasyonların (kesmelerin) acısının tahammül edilip
desteklenmesinin sebebi budur -
bu olayların bireyin ve kültürün nörofizyolojik gelişiminde ve
ahlak anlayışında bırakacağı etkiler
Yukardaki ilişkilerle
bağlantılı ve jenital kesmeler gibi belli doğum sonrası
travmalara hoşgörü ile bakılmasını açıklayacak
olan; acı, eziyet, ve yoksunluğa yüksek ahlaki değerler yükleyen
ve başta cinsel zevkler olmak üzere vücudun fiziksel
zevklerini ahlak dışı ilan eden bizim bu moral değerlerimizdir.
Jenital uyarımlarının
zevkinin yasaklanmasının ve jenital mutilasyonların (kesmelerin)
acısının tahammül edilip desteklenmesinin sebebi budur -
bu olayların bireyin ve kültürün nörofizyolojik gelişiminde ve
ahlak anlayışında bırakacağı etkiler.
Şimdi sünnetin gerçek nedeni olarak, pek çok dinde varolan acı-zevk karşılıklığını ve dolayısıyla şiddeti destekleyen zevk-karşıtı ahlak anlayışı, ve geleneklerini tartışacağım.
JENİTAL KESMELERİN FELSEFİ VE DİNİ TEMELLERİ
Yahudi dinsel geleneğinde sünnetin Tanrı ile bir anlaşmayı simgelediği iyi bilinir. Yahudi dini geleneğinde cinsel zevkin azaltılmasının bir başka amaç olduğu ise daha az bilinir. Bu neden İbn Meymun'un "şaşıranlar için yol gösterici" adlı kitabında (1190) açık bir şekilde belirtilir:
SÜNNET ÜZERİNE Söz konusu sünnet olduğunda, öyle sanıyorum ki amaçlanan cinsel ilişkiyi azaltmak, cinsel organı zayıflatmak, ve bu şekilde erkeğin mutedil olmasını sağlamaktır. Bazı insanlar sanırlar ki, sünnet erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek içindir, ama buna herkes kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da doğadaki canlılar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar “eksik yaratılmış” olabilirler, hele bu özellikle üstderi (sünnet derisi) gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil, insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine zarar verir. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler, çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur. Organ daha başlangıçtan kan kaybederek ve koruyucu tabakasını yitirerek güçsüz hale gelir. Destanlarımız (Beresh Rabba, c.80) şunu açıkça söyler: Sünnetsiz biri ile ilişkiye giren kadın için ondan ayrılmak zordur. Bu, benim inancıma göre, sünnetle ilgili emir için en iyi nedendir. Ve bu emri ilk uygulayan kimdi? İbrahim, günahtan nasıl korktuğu çok iyi bilinen babamız (49. Bölüm)
|
Yahudi dini geleneğinin başka yerlerinde cinsel zevkin tehlikeleri hakkında açık uyarılar verilir. Aşağıdakiler Yahudi Kanunu'ndan alıntılanmıştır :
Bölüm 150 1: Semeni boşuna atmak yasaklanmıştır. Bu, Torah'ta belirtilen diğerlerinden daha büyük bir günahtır. Mastürbasyon yapıp boşu boşuna ortaya semen çıkmasına sebep olanlar, sadece çok büyük bir günah işlemiş olmuyorlar, ama aynı zamanda bir yasaklama altındadırlar. Haklarında şöyle söylenmiştir : (Issaiah 1:15) "Elleriniz kan içinde, "ve bu bir insanı öldürmeye bedel. Rashi'nin Er ve Onan hakkında yazdıklarına bir bakın (Genesis 37), Er ve Onan'ın her ikisi de bu günahı işledikleri için ölmüşler. Zaman zaman, bu günahı işlediklerinden dolayı çocuklar çok erken zamanlarda ölürler, ya da Tanrı korusun, büyüyüp birer suçlu olurlar ve günahkarlar sefalet içindedirler.
Bölüm 151 17. Semen, erkeğin vücudu için canlılık kaynağı, ve gözlerindeki ışıktır, ve çok fazla harcandığında, vücut zayıflar ve hayat kısalır. İlişkiye çok fazla girenler çabuk yaşlanır, gücü tükenir, gözleri bulanır, nefesi daralır, saçları, kirpikleri ve kaşları dökülür, sakalı, koltukaltı tüyleri büyür, dişleri dökülür, ve pek çok diğer ağrı kaynağı ile boğuşmak zorunda kalır. Büyük doktorlar demişlerdir ki, yalnızca binde bir diğer hastalıklardan ölürken, binde dokuzyüzdoksandokuz aşırı cinsel ilişkiden ölür. Öyleyse bir erkek kendisine hakim olmasını bilmelidir. |
Roma Katolik Kilisesi de tek amacı cinsel zevk olan mastürbasyonun ahlaki sakıncaları hakkında aynısnı düşünmektedir. Daha önceki adı "Kutsal Engizisyon Bürosu" olan Vatikan'ın "İnanç Doktrini İçin Kutsal Birlik"in yayınladığı "Cinsel Ahlak Deklarasyonu"nda (Aralık 29, 1975), aşağıdakiler belirtilmiştir:
Mastürbasyon Üzerine 9. Mastürbasyonun ciddi bir ahlaki bozukluk olduğu şeklindeki geleneksel Katolik doktrinine bugün ya kuşku ile bakılmakta, ya da karşı çıkılmaktadır. Bunun, özellikle gençlerin cinsel gelişiminde normal bir aşama olduğunun psikoloji ve sosyoloji tarafından ortaya konduğu söylenir....Bu görüş, Katolik Kilisesi'nin önceki sözlerine ve öğretilerine terstir. Biyolojik ve filozofik birtakım argümanlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Katolik Kilisesi'nin ve inananların tereddütsüz görüşü, bunun doğası itibari ile çok ciddi bir davranış bozukluğu olduğudur.
|
Başka yerlerde Roma Katolik Kilisesi acı ve ıstırabın ahlaki değerini Loyola'lı St. Ignatius'un (İsa Derneği'nin kurucusu) 'Ruhi Alıştırmalar'ı ile onaylar :
"Üçüncü tür tövbe, vücudu cezalandırarak olur, yani üzerinde hissedilir oranda acı uygulayarak. Bu, kıllı gömlekler, sicimler, demir zincirler giyerek, ya da kendini yaralayarak, ya da diğer tür kötülükler yaparak olabilir." (1541). |
Acı ve "Kurtuluş" "Üçüncü tür tövbe, vücudu cezalandırarak olur, yani üzerinde hissedilir oranda acı uygulayarak. Bu, kıllı gömlekler, sicimler, demir zincirler giyerek, ya da kendini yaralayarak, ya da diğer tür kötülükler yaparak olabilir.." St. Ignatius of Loyola, " Ruhsal Egzersizler" kitabından alıntı "İyi Cuma" günlerinde vücudun çarmıha gerilerek kırbaçlanması, dünya üzerindeki pek çok ilkel Hıristiyan toplulukta halen gerçekleştirilen bir uygulamadır. Acı ve ıstırabın bu ahlaki teolojisi, insan vücuduna karşı işlenen şiddet eylemlerine gösterilen hoşgörü ve desteğin en temel sebebidir.
|
En önemlisinin "Çarmıha Gerilme"nin kendisi olduğu diğer pek çok örnek verilebilir. Tanrı Baba'nın oğlu için İlahi Reenkarnasyon planı; "Ve Söz ete dönüşmüştü"(John 1: 14); ve " buraya kendi isteğimle gelmedim, beni buraya O yolladı"(John 8:42) insanlığın son kurtuluşu için(!) aynı zamanda tek oğlunun çarmıh üzerinde yaralanması, işkence edilmesi, ve öldürülmesinin de planıydı (örtülü olarak kurban edilme diye de adlandırılır) Bu olayın nihai psikopatolojisi, sakatlama, işkence ve cinayeti SEVGİ ile eşitlemektir! Açıktır ki, Hıristiyan sevgisi, zevkin olduğu kadar acı ve ıstırabın da bir ifadesidir. Acı ve ıstırabın sevgi ile bu evliliği, tek tanrılı ve ataerkil kültürlerde çok sıkça rastlanan sado-mazoşizmin köklerinden birini oluşturur.
Kan Kurbanı ve Diyet "Yahudi dinindeki kan kirlenmesi yanılsaması Hıristiyanlığa da şu madde ile taşınmıştır: 'Aslında Kanun'a göre, herşeyin kanla temizlendiği, ve kan olmadan bağışlamanın olmayacağı söylenebilir' (Hebrews 9:22)" Hıristiyan kurtuluşunun bütün hikayesi, İsa'nın çarmıha gerilmesinin, insanın günah ile doğmasının bir kefareti olduğu inancına dayanır. "Eski çağlarda doğdum ve annem beni bir günahla dünyaya getirdi" (Psalms 51:5) Joseph Lewis, İnsanlık Adına (1949) |
Bu 'Baba'nın Sevdiği 'Oğlu'na(ve diğerlerine) layık gördüğü acı düşünüldüğünde, diğer Babaların çocuklarına uyguladıkları şiddete şaşırmamak gerekir. Eğer 'İnsan', 'Tanrı''nın şeklinde ve Benzeri' olarak yaratılmış ise, o zaman 'İnsan''ın şiddeti daha anlaşılabilir. Hatırlayın, çaresiz erkek bebeklerin 'sünnet' adı verilen bir törenle jenitallerinin kesilmesi emrini (Eski Ahit) veren de aynı Tanrı'dır.
Neden insanın kurtuluşu için Tanrı ile İnsan arasındaki 'bağ' zevk ve sevgi olarak değil de acı ve şiddet olarak seçilmişti? Bütün Aklı, Gücü, ve "Sevgisi" dahilinde neden insanın "kurtuluşu" için başka bir çare bulamamıştı. Bu sorunun cevabı başka yerlerdedir.
MADDE
= Vücut, Şeytan, Kötülük, Karanlık, Kaos = KADIN;
ŞEKİL = Ruh, İyilik, Tanrısallık, Işık,
Düzen = ERKEK
Bilinmelidir ki, acı ve şiddetin doğruluğu, fiziksel-cinsel zevkin yanlışlığı varsayımı tek tanrılı dinlerin yükselmesinden ve İsa'nın çarmıha gerilmesinden önceleri de varolan bir olgudur. Bu temel kavramlar, eski Yunan filozofların, iyi ve kötünün, acı ve zevkin ahlaki teolojisi ile bağıntılı olarak açık bir metafizik tanımını yapması örneğinde olduğu gibi paralel kültürlerde de mevcuttur.
Yunan Metafizik İkiliği, aşağıdaki eşitlikleri sunuyordu:
MADDE
= Vücut, Şeytan, Kötülük, Karanlık, Kaos = KADIN;
ŞEKİL = Ruh, İyilik, Tanrısallık, Işık,
Düzen = ERKEK
Erkekliği iyilik, dişiliği ise kötülükle eşitleyenlerden biri de Pythagoras idi(c. 582-c.507 B.C.) : "Düzen, ışık ve erkeği yaratan bir iyilik vardır; kaos, karanlık ve kadını yaratan da bir kötülük."
Ecclesiasticus:
"Günahın başlangıcı kadınlardan geldi, ve hepimiz
ondan öleceğiz."
Paul, 1 Corinthians: "Şimdi bana yazdığın şeyler
hakkında : Bir erkeğin kadına dokunmaması iyidir."
Jenital Zevkin Cezası Olarak Jenital Acı Şekil 1: Zina denilen "cinsel suç"u işlediği için bir erkeğin yumurtalıkları bir banka çivileniyor. Kaynak: 17. yüzyıl tahta kabartması, Dr. Prescott'un kişisel koleksiyonu |
Bunları bildikten sonra, şu ifadeyi Ecclesiasticus (25:33)'ta bulmak pek şaşırtıcı olmaz: "Günahın başlangıcı kadından gelmiştir, ve ölümümüz de onun yüzünden olacaktır"
Ve Paul'un Corinthians (7:1)'lara söyledikleri: "Şimdi bana yazdıkların hakkında: Bir erkeğin kadına dokunmaması iyidir."
İnsan davranışı, cinsiyeti ve doğasının bu hatalı dualistik saçma ahlaki teorisini yansıtan daha pek çok örnek verilebilir.
Belki şimdi felsefi ve teolojik ahlaki dualizmin başta kadın vücudu ve temsil ettiği, tensel-cinsel zevkler olmak üzere insan vücuduna nasıl bir komplo kurduğu daha iyi anlaşılabilir. Bu, Batı Uygarlığı'nın kadını erkeğe boyun eğdiren, ve eşitsizliği garanti altına alan, erkeklerin çocuk ve kadınlara karşı şiddetini destekleyen ahlaki dualizmidir. (Reich, 1971).
Batı Uygarlığı'nın bu köktenci/ortodoks ahlak anlayışı, ruhun "kurtuluşu" için vücudun duyusal/cinsel zevklerinin tamamen yok edilemese bile elden geldiğince kısıtlanması gerekliliğini savunur. (örnek; bekaret, namus erdemleri) Buna başlamak için cinsel zevk ve paylaşım için tasarlanmış jenitallerin kesilip sakatlanmasından daha uygun ne olabilir ki?
Tektanrılı dinlerin, (Hıristiyanlık, İslam ve Yahudilik) dinlerini kılıçların ucunda taşımış olmaları boşuna değildir -- erkek ve kız çocukların cinsel organlarını kesen ve ruhlarını sakatlayan da aynı kılıçtır.
Bu yazarın kanaati şudur ki, çocuklarımızın jenital mutilasyonunun, yetişkinlerin çocuklara karşı şiddetinin, ve insanların birbirlerine karşı şiddetinin sona ermesi, ancak bir ahlaki devrimden sonra mümkün olabilecektir. Acının ahlak dışı, zevkin ise ahlaklı olduğu ilan edilmelidir. Eğer ahlaklı insanlar olacaksak tabii ki. Walt Whitman'ın sözleriyle: "Eğer kutsal olan birşey varsa, o da insan vücududur"
Özetleyecek olursak, eğer insanlar arası eşitlik, şefkat, adalet ve sevgi sağlanacaksa, ve insan türünün devamı isteniyorsa, Batı Uygarlığı'nın ikili/teist ahlaki temelleri dönüştürülmelidir.
Acı/zevk
dinamiğinin daha kişisel bir anlatımı için şu makaleye
bakabilirsiniz:
Bir parçamız eksik: Erkek Çocukların
Rutin Mutilasyonu
James W. Prescott, doktorasını psikoloji dalında Kanada Montreal'de McGill Üniversitesi'nde tamamlayan bir gelişim nörofizyolojisti ve kültürlerarası psikologtur. Office of Naval Research (1963-1966)'da yardımcı başkanlık, NIH (Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan Gelişimi Enstitüsü)'te Sağlık Bilimi Yöneticisi (1966-1980) ve Maryland Psikoloji Birliği'nde başkanlık görevlerini yürütmüştür. (1970-1971)
Maryland Psikoloji Birliği'nin 'Psikoloji Bilimine Sıradışı Katkı' ödülünü, ve 'Rock A Bye Baby' filmine yaptığı katkılardan dolayı Cine Golden Eagle ödülünü almıştır . Kanada Senatosu, ABD Kongresi, ve pek çok diğer hukuksal ve profesyonel örgüt önünde insan şiddetinin kökeni konusunda uzman tanıklık yapmıştır.
|
Referanslar
Anand, K.J.S. and Hickey, P.R. "Pain and its Effects in the Human Neonate and Fetus, New England Journal of Medicine, vol. 317, no. 21(November 19, 1987).
Bullough, V. Sexual Variance in Society and History. New York: Wiley, Interscience. 1976.
Bullough, V. and Bullough, B. Women and Prostitution. Buffalo, NY: Prometheus Books. 1987.
Faro, M.D. & W.V. Windle. "Transneuronal degeneration in brains of monkeys asphyxiated at birth." Experimental Neurology, 24(1969)pp. 38-53.
Ganzfried, S. (Holdin, H.E., Translator). Code of Jewish Law. Brooklyn: Hebrew Publishing Company. 1963.
Heath, R.G. "Maternal-social deprivation and abnormal brain development: Disorders of emotional and social behavior." In Brain Function and Malnutrition: Neuropsychological Methods of Assessment (Prescott, J.W., M.S. Read, D.B. Coursin, Eds.). New York: John Wiley. 1975.
Hosken, F.P. "Female Sexual Mutilations, The Facts and Proposals for Action." Lexington, MA: Women's International Network News. 1979.
Ignatius of Loyola. The Spiritual Exercises of St. Ignatius of Loyola.
Jacobson, B., G. Eklund, I. Hamberger, D. Linnarsson, G. Sedvall, M. Valverius. "Perinatal origin of adult self-destructive behavior." Acta Psychiatrica Scandinavia. 76(1987):pp. 364-371.
Levy, D.M. "Psychic Trauma of Operations in Children," American Journal of Diseases of Children. 69,(1):(January 1945)pp. 7-25.
Lewis, J. In the Name of Humanity. San Diego: Freethought Press. 1949.
Maimonides, Moses. The Guide of the Perplexed (Shlomo Pines, Translator). Vols. I & II. Chicago, IL: University of Chicago Press. 1963.
Porter, F.L, R.H. Miller, R.E. Marshall. "Neonatal Plain Cried: Effects of Circumcision on Acoustic Features and Perceived Urgency." Child Development. 57(1986). pp. 790- 802.
Prescott, J.W. "Body Pleasure and the Origins of Violence." The Futurist. April 1975.
Prescott, J.W. "Deprivation of physical affection as a primary process in the development of physical violence." In Child Abuse and Violence (Gil, D.G., Ed). New York: AMS Press. 1979. pp. 66-137.
Reich, W. The Mass Psychology of Fascism. New York: Farrar/Straus/Girroux. 1971.
Salk, L. L.P.Sipsitt, W.Q. Sturner, B.M. Reilly, R.H. Levat. "Relationship of maternal and perinatal conditions to eventual adolescent suicide." The Lancet. March 15, 1985.
Textor, R.B. A Cross-Cultural Summary. New Haven, CT. Human Relations Area Files Press. 1967.
Vatican, The. Declaration on Sexual Ethics. Sacred Congregation For the Doctrine of The Faith. United States Catholic Conference. Washington, D.C. 1975.
Wiswell, T.E. and J.D. Roscelli. "Corroborative evidence for the decreased incidence of urinary tract infections in circumcised male infants," Pediatrics, vol 78, no. 1:July 1986.
Sevecen-Besleyici Olan ve Olmayan İlkel Kültürlerin Toplumsal-Davranışsal Özellikleri |
|
TOPLUMSAL ÖZELLİKLER |
|
SEVECEN VE BESLEYİCİ
KÜLTÜRLER 1.
Anasoylu |
SEVECEN VE BESLEYİCİ
OLMAYAN KÜLTÜRLER 1.
Atasoylu |
BEBEK/ÇOCUK ÖZELLİKLERİ |
|
SEVECEN VE BESLEYİCİ
KÜLTÜRLER 16.
Bebeklere karşı sevecenlik |
SEVECEN VE BESLEYİCİ
OLMAYAN KÜLTÜRLER 16.
Bebeklere karşı sevecenlik az |
CİNSEL DAVRANIŞ ÖZELLİKLERİ |
|
MÜŞFİK VE BESLEYİCİ
KÜLTÜRLER 30.
Evlilik öncesi ilişki serbest |
MÜŞFİK VE BESLEYİCİ
OLMAYAN KÜLTÜRLER 30.
Evlik öncesi ilişki şiddetle cezalandırılıyor |
SAVAŞ/ŞİDDET/SUÇ ÖZELLİKLERİ |
|
OLDUKÇA MÜŞFİK VE BESLEYİCİ
KÜLTÜRLER 38. Yetişkinler
arası fiziksel şiddet düşük |
MÜŞFİK VE BESLEYİCİ
OLMAYAN KÜLTÜRLER 38. Yetişkinler
arası fiziksel şiddet yüksek |
ADALET/DİN/DOĞAÜSTÜ ÖZELLİKLERİ |
|
OLDUKÇA MÜŞFİK VE BESLEYİCİ
KÜLTÜRLER 45.
Yüksek Tanrı temelde yok |
MÜŞFİK VE BESLEYİCİ
OLMAYAN KÜLTÜRLER 45. Yüksek Tanrı
mevcut |
NOT: Yukarıdaki sosyal-davranışsal özellikler R. B. Textor'un (1967) çalışmasından elde edilmiştir: A Cross-Cultural Summary, HRAF Press, New Haven. Anasoylu kültürler, mirasın kadın çizgisini takip ettiği kültürlerdir. Çok eşli kültürler, erkeklerin birden fazla eşlerinin olduğu dolayısıyla kadınların erkeklerce cinsel olarak kontrol ve istismar edildiği kültürlerdir. Çocukların çok istenir olması onların istismar edildiklerini, erkek ve kadın doğurganlığının çok değerli olduğunu, çocukların bir ekonomik kaynak olarak görüldüğünü, ve dolayısıyla kürtajın cezalandırıldığını gösterir. Sevecen ve besleyici olmayan kültürlerdeki Doğaüstü (Yüksek Tanrı) güçler, eksik olan insan sevgisinin yerinin İlahi sevgi ile doldurulmasını yansıtır. Benzer şekilde Tanrı insan şeklinde ve ona benzerdir- barışçı kültürlerin barışçı tanrıları, savaşçı kültürlerin de savaşçı tanrıları vardır. |
TABLO I ERKEK İNİSİYASYON TÖRENLERİNİN OLDUĞU (N=83) VE OLMADIĞI (N=242) KÜLTÜRLERİN TOPLUMSAL DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİNİN BİR KARŞILAŞTIRMASI
|
||||
Değ. 01
|
Toplumsal-Davranışsal Özellikler
|
% 78
|
P .0000
|
N 304
|
|
TABLO II KADIN İNİSİYASYON TÖRENLERİNİN ACI VERİCİ OLDUĞU (N=9) VE ACI VERİCİ OLMADIĞI (N=29) KÜLTÜRLERİN TOPLUMSAL DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİNİN BİR KARŞILAŞTIRMASI |
||||
Değ. 01 |
Toplumsal-Davranışsal Özellikler
|
% 83 |
P .006 |
N 36 |
|
TABLO III EVLİLİK ÖNCESİ CİNSEL İLİŞKİYİ CEZALANDIRAN KÜLTÜRLERİN TOPLUMSAL-DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİ
|
||||
Değ. 01 |
Toplumsal-Davranışsal Özellikler
|
% 73 |
P .0003 |
N 80 |
% sütunu, listelenen davranış özelliklerine ortak olarak sahip olan kültürlerin yüzdesini verir; P sütunu listelenen davranışların istatistiki önem olarak olasılık düzeylerini verir, örneğin .003 değeri, karşılaştırılan davranış özelliklerinin şans eseri birarada olma olasılıklarının binde üç olduğu anlamına gelir; ve N sütunu da eşleştirilen davranışların karşılaştırılmasında kullanılan kültürlerin sayısını gösterir. |
TABLO IV EVLİLİK DIŞI CİNSEL İLİŞKİYİ CEZALANDIRAN KÜLTÜRLERİN TOPLUMSAL-DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİ |
||||
Değ. 01 |
Toplumsal-Davranışsal Özellikler
|
% 67 |
P .002 |
N 83 |
|
TABLO V YÜKSEK TANRILARIN OLDUĞU KÜLTÜRLERİN TOPLUMSAL-DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİ |
||||
Değ. 01 |
Toplumsal - Davranışsal Özellikler
|
% 52 |
P .0004 |
N 244 |
|
AIDS 'in HIV Teorisi: Efsane mi, Gerçek mi?
Eleni Papadopulos ile Röportaj : AIDS'in Nedeni HIV mi? (1)
Eleni Papadopulos ile Röportaj : AIDS'in Nedeni HIV mi? (2)
Eleni Papadopulos ile Röportaj : AIDS'in Nedeni HIV mi? (3)
Eleni Papadopulos ile Röportaj : AIDS'in Nedeni HIV mi? (4)
Sünnet Hakkında (site dışı)